Bilen bilir, geçtiğimiz günlerde Akdeniz Üniversitesi’nde kadınlar, bir kadını taciz eden son sınıf öğrencisini, ellerinde o kişinin resimleriyle, hem sınıfına girerek hem de kantinde otururken protesto ederek teşhir etti. Sınıfına girdiklerinde tacizci derste değildi ama “zihniyeti” derste olduğundan kadınlar burada eğitim görevlisi “aşırı erkek” bir zat tarafından zorla dışarı çıkarılmaya çalışıldı, kadınlar uymayınca bir kadına da şiddet uyguladı! Kadından nefret eden, kadının sesini ve itirazını duymaya tahammülü olmayan bir yaklaşımdı bu ve elbette ki tanıdıktı.
Kadınlar daha sonra sloganlarla okul içinde dolaşarak teşhir çalışmasına devam ediyorlar video görüntülerinde… Kantine geldiklerinde tacizcinin burada olduğunu görüyor ve “bir kadına istediği gibi rahat dokunamayacağı gibi burada da bu kadar rahat oturamayacağını” haykırıyorlar yüzüne! Gelin görün ki, demokrat ve ilerici kisvesi altında okulda yer edinen bu zat (tacizci-S.D) “rahatlığını” sürdürüyor ve “evet, o benim” gibi tepkilerle “kadınları takmadığını” aymazca göstermeye çabalıyor. Bu zatın yardımına ÖGB koşuyor ve kadınlar ÖGB tarafından zatın etrafından uzaklaştırılıyor!
Tabloya bakınca tam bir erkek dayanışmasının varlığı kendini gösteriyor!
Gelin görün ki, olay bu kadarla da sınırlı kalmıyor. Bu “umursamaz” aymaz tavırlar gösteren zat, “tacizci” sıfatını kendisine yediremediğini ifade ederek “intihar girişiminde” bulunuyor! Ama ne hikmetse “intihar girişimi” başarısızlıkla sonuçlanıyor ve yürüyerek girdiği hastaneden yine kısa bir süre sonra yürüyerek çıkıyor. Ve kapıda onu “basın” bekliyor! Hani kadınlar tacize uğradığında bunu haber bile yapmayan, taciz-tecavüzden kaynaklı intihar eden binlerce kadın ve çocuğu görmezden gelen, kadın cinayetlerini 3. sayfa haberi ve çoğu zaman magazinsel bir dille (hatta ve hatta erkeklere kadınları öldürme yöntemleri öğreterek) yazan “basın” var ya! İşte onlar! Ve onlara bir açıklama yapıyor bu zat!
Haliyle bu teşhir üzerinden “kamuoyunu” alıyor bir tartışma! En devrimci, en demokrat ve en ilerici kesimler bile ellerinde sivrilttikleri, kılıca çevirdikleri kalemlerle kadınlara saldırıyor! Vay efendim, “bunlar hassas meseleler, böyle de yapılmazmış”, “ya o çocuk kendini öldürseymiş, ya okulu bıraksaymış”, “o mesele ya taciz değil de gönül meselesiyseymiş”… derken ağızlardaki bakla çıkarılıyor: “YA TACİZE UĞRAYAN KADIN YALAN SÖYLÜYORSAYMIŞ!”
Biz de denklemi en sondan başlayarak, bıkmadan ve tekrar pahasına, ilkokul çocuğuna anlatır gibi ve hatta (yolsuzluk operasyonlarının ardından artık bir deyim olarak dilimize yerleştiği şekliyle) “Bilal’e anlatır” gibi anlatacağız:
Cinsel şiddet söz konusu olduğunda kadının beyanı esastır. Erkek egemen toplumsal gerçekliği göz önünde bulundurarak, taciz olayına tacize maruz kalanın gözüyle bakmak, yaklaşmak zorundayız. Çünkü “erkekliğin” yüceltildiği bu sistemin bir sonucu olarak genelde taciz olayına erkeğin gözüyle bakılır. Erkek inkar ediyorsa; kadına şüpheyle yaklaşılır. Taciz olayının kendisi, kadının yaşayabileceği travma göz ardı edilerek, didik didik edilir. Ancak burada “didik didik etme” durumu, yaşanan taciz olayında “kimin haklı kimin haksız olduğundan” çok “ erkeğin haksızlığa uğrama ihtimaline karşı erkek kalkanı oluşturma” kaygısından ileri gelir.
Velev ki kadın yalan söyledi ve erkek bu yüzden intihar etti ya da okulundan oldu. Ne olur? Binlerce kadın okulda taciz ve tecavüze maruz kaldığı için okulunu bırakmıyor mu? Ya da intihar etmiyor mu? İntihar etmiyorsa da öldürülmüyor mu? Hepsini geçtik, böylesi bir durumda artık “sakat” bir hayat sürmek zorunda bırakılmıyor mu? Bunlar için neden bu kadar “tantana koparılmıyor” da bir erkek “uğrayacağı” muhtemel haksızlık bu kadar söz konusu oluyor! Kaldı ki kimse merak etmesin, kadın hareketi gayet özeleştirel ve kendi yanlışlarından öğrenen bir hareket… Ve kimse unutmasın, aradaki farkı silikleştirmeye çalışmasın diye tekrar ediyoruz: erkek egemenliği gibi erkeklerin kanı ve canı üzerinden kendini var etmiyor!
“Tacizde kadın beyanı esastır” ilkesi kadınların son zamanlarda kafasından ürettiği bir ilke, kural değil. Bin yılların deneyiminden toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bize dönük ayrımcılığa nasıl kaynaklık ettiğini, bedenimizi tahakküm altına alarak erkek/devlet iktidarını nasıl pekiştirdiğini gayet iyi biliyor ve her gün yaşadığımız pratiklerden bu “bilgilerimizi” pekiştirip duruyoruz! Doğal olarak en çok gerçeklerden ve pratikten beslenen bilgi ve yol-yöntem bizde!
Kadının beyanının esas alınması ezilenin, tahakküm, şiddet/taciz altında olanın kendi ezilmişliğini dile getirmesi, buna karşı çıkabilmesi, yani kendisini kendi ezilme deneyiminin öznesi kılabilmesinin olanağını sağlamak içindir. Bir kadın tacize uğradığını “beyan” ediyorsa; biz bu “beyanı” soruşturmanın başlatılmasına bir “iddia” olarak değil; aksine cinsel taciz ve cinsel şiddet suçlarında suçun tanımlanmasına esas olarak almalıyız. Bunun doğal sonucu olarak da şu anlayışa sahip olmalı ve bu bakış açısıyla hareket etmeliyiz: Kadın yaşadıklarını ispat etmek zorunda değildir, tersi ispat yükümlülüğü erkeğe aittir!
Bir kadın cesaret edip de uğradığı tacizi ifade ettiği andan itibaren en sık rastladığı tavır “Ya kadın yalan söylüyorsa ve erkeğe iftira ediyorsa?”dır. Bunun sonucu olarak bir dedektif edasıyla, kadının canını defalarca yakarak yaşanan tacizi didik didik eder. Bir de taciz meselesi söz konusu olduğunda en sık karşılaşılan “yorumların” başında “tacizi hastalık, tacizciyi hastalıklı”, “tacizi, kadından hoşlanmanın bir göstergesi” olarak görenler geliyor.
Bu ilkeyi kabul etmek cinsel şiddete karşı mücadele etmek için tek başına yeterli değildir. Çeşitli yöntemlerin başında “teşhir” gelir. Evet, teşhir, “hassas” bir konudur ve aynı zamanda en etkili yöntemdir de. Ama bunun tek nedeni “eğer taciz ‘gerçek’ değilse geri dönülmez hasarlar yaratması” değildir. Bunun nedeni karşıdakinin konumunu, prestijini ve en önemlisi (ve hepsine kaynaklık eden) erkekliğini yerle bir edecek en ciddi yöntem olmasıdır. Erkeklerin “teşhir” edilmekten korkmalarının en önemli nedeni budur! Çünkü “teşhir” olduktan sonra kişinin ne prestiji onu kurtarabilir ne konumu ne parası ne erk-ekliği!
Ancak “teşhir” konusuna “korkunç” bir yöntem olarak yaklaşanlar sadece tacizciler değildir! Neredeyse erkeklerin tamamı da bu yöntemin “korkunçluğuna” vurgu yaparak teşhir eylemlerinin değerini düşürmeye çalışırlar. Çünkü orada kendisini “tacizciyle eşleştirerek” bir empati yaparlar. Tıpkı kadın katillerine “ben olsam, aynısını yapardım” diyerek ceza indirimi yapan erk-ek yargının erk-ek yargıçları gibi… Tıpkı öldürülen ve cinsel şiddete uğrayan kadınların hak ettiklerine dair imalarla katil ve tecavüzcüleri alkışlayan erk-ek toplum gibi… Ve bu empati sonucu “teşhir”i ve “teşhir”e cesaret eden kadınları taşa tutar. Canlarını yakmak için elinden geleni yapar.
Sedat Yurtdaş’ı hatırlayınız… Sine-Sen’i… Fethiye davasını… Teşhir edenler kadınlar ama onları korumaya çalışanlara bakınız… Aynı şey Akdeniz Üniversitesi’nde yaşananlar için de geçerli. Tacizciyi korumaya çalışanlara bakınız: Genç bir kadın öğrenciye şiddet uygulamaktan çekinmeyen “koskoca”, “bilgili” bir öğretim görevlisi… Okulda her fırsatta devrimci, demokrat öğrencilere saldıran ve geçtiğimiz yıllarda elinde Zülfikar kılıçla öğrencilere saldıran bir holiganı okula sokan ÖGB! Bazen böylesi karşılaştırmalar yapmak bile tarihsel haksızlıkta nerede olmak gerektiğini gösterir.
Son söz olarak; elbette “teşhir” yapmak öyle basit bir durum değildir. Her teşhir, aynı zamanda o kadının uzun sürecek bir savaşa hazırlanması ve birilerinin sürekli onun canını yakmasına hazırlıklı olması demektir. Böylesi bir toplumsal gerçeklikte erk-ekliği teşhir kolay değildir ama teşhir cesaretinde bulunan kadınları mahkum etmek ise çok kolay ve en devrimcisinden en demokratına kadar ataerkiyle uzlaşmanın o çamuruna saplanmak anlamına gelir ki; biz bu durumu reddediyoruz. Ataerki ile uzlaşmıyor, Akdeniz Üniversitesi’nde tacize uğrayan genç kadının ve eylem yapan genç kadınların yanındayız diyoruz!