Direnişi, umudu, yeniyi ve coşkunluğu hem doğada hem de toplumsal hareketlenmelerde sembolize eden bahar, memleketimizin dağlarına ve ovalarına geldi sonunda…
Cizre’den Sur’a, Silopi’den Nusaybin’e… tarihi direnişin dağlarda ve ovalarda yaygınlaşması ve savaşın büyümesi olasılığı yüksektir. İşte tam da bundan dolayı devlet kalemşörleri köşe yazılarında “çözüm”den bahsetmeye, “PKK’nin bittiği ve anlaşmak istediği” yönlü manipülasyonlar yapmaya başlamışlardır. Bu ifadeler, devletin savaşta sıkışmışlığını, çaresizliğini göstermektedir. AKP, savaşın gidişatını kendi lehine çevirmek için her türlü yolu deniyor. Bunlardan biri de “Ertürk Yöndem”vari yöntemlerdir. 1990’lı yıllarda her türlü yalan dolanla, karalamayla Kürt ulusunun haklı mücadelesini halkın gözünde değersizleştireceklerini düşünüyorlardı. Başaramadılar. AKP, tekrar tekrar aynı yol ve yöntemleri yaşama geçirmek dışında bir “çözüm” geliştiremiyor.
Şu var ki; AKP’nin kullandığı askeri “yöntem”ler PKK’nin mücadeleyi başlatmasından bugüne kullanılanların toplamından daha şiddetli, daha yıkıcı niteliktedir. 1990’larda köylerin yakılması ve boşaltılması, Kürt halkının köylerden şehirlere zorla göç ettirilmesi söz konusuyken; özyönetim ilanlarıyla birlikte günümüzde şehir merkezleri bombalanmakta, yakılıp yıkılmaktadır. Şehir merkezlerinin yerinden taşınması, halkın zorla göç ettirilmesi ve şehirlerin tarihsel dokusunun yok edilerek, ucube TOKİ binalarının yapılması tasarlanmaktadır. Çok açık ki; tüm bu hedeflerin engellenebilmesi Kürt ulusunun demokratik özyönetim hedefli mücadelesiyle ve tüm ezilenlerin devrimci demokratik mücadelesinin içiçe geçebilmesiyle yakından ilgilidir. Yani komünist hareketin tüm çalışmalarında güncel olarak öne çıkan sorunlarla stratejik hedeflerini birleştirme başarısını gösterebilmesi zorunluluğu burada da ortaya çıkmaktadır. Düşmanın yoğunlaşan saldırıları karşısında her türlü mücadele yöntemini kullanmak ve mücadeleyi en geniş kesimlerle ortaklaştırabilmek günün görevi olarak öne çıkmıştır.
Egemenler halka karşı birleşiyor
Egemen sınıfların baskı aracı olan devlet, yeni koşullara uygun şekilde kendini yapılandırmaktadır. Bu yapılandırma hem yeni kurumların oluşturulması hem de sınıf ittifaklarında yaşanmaktadır. Türkiye tarihi açısından bunu gözlemlemek için çok gerilere gitmeye gerek yok. 2007’de Ümraniye’de bir gecekonduda el bombalarının bulunması ile başlatılan (Ergenekon) süreci, kaba bir şekilde bugüne kadar izlemek bu ittifakların çıkarlara göre değişen, kaypak yapısını gösterdiği kadar ortak düşman olarak görülen halka karşı oluşundaki sürekliliği de gösterir. Ergenekon, Balyoz vb. isimlendirmelerle yürütülen operasyonlarda yüzlerce subay, general gözaltına alınmış veya tutuklanmıştı.
Bu, büyük bir hesaplaşma ve tasfiye hareketiydi. Uluslararası sermayenin 2002’den beri en has savunucusu olan AKP’nin başta CIA olmak üzere çeşitli ülke istihbarat örgütleriyle organik ilişkisi olan Gülencilerle birlikte yürüttükleri bir operasyondu. Erdoğan ve şurekası, 1980 darbesinden sonra yaşanan tıkanıklıkları liberal politikalarla aşma sözü vermesiyle iktidara gelmişti. Türk devletinin kuruluşundan günümüze kadar kangrenleşmiş konularda adım atacağı varsayılmış ve “statüko”nun bekçileri olarak görülen orduda temsil olunan kliğin tasfiyesi hedeflenmişti. Bu tasfiyede AKP’nin birlikte hareket ettiği Gülen Cemaati’yle yolları 2013 yılında ayrışmaya başlamış, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarıyla bu ayrılık açık bir savaş halini almıştır.
Egemen sınıfların kendi içlerinde yaşanan açık iktidar savaşlarıdır bunlar. Erdoğan o dönem “ne istediniz de vermedik?” derken sadece aralarındaki işbirliğini değil, “neyi, ne zaman, nasıl vereceğini” belirleyen “iktidar” koltuğunun etrafındaki savaşı da ifşa etmekteydi. Nitekim ilerleyen günlerde Gülen Cemaati’nin darbe planlarından bahsedilecekti. Devran tersine dönüyordu. AKP, bu süreç içinde sadece kendinin değil devletin topyekûn düşmanı olan Kürt hareketiyle çatışmasızlık içinde kalmayı tercih etmişti. Böylece hem iki cephede savaş yürütmemiş olacak hem de başarabilirse Kürt hareketini görüşmeler yoluyla tasfiye edecekti. Ama yaptıkları planların sadece Gülen Cemaati’ne karşı olanları şimdilik tutmuş gibi görünüyor.
Ortadoğu’da ve daha özelde Suriye’de yaşanan gelişmeler, Rojava’da Kürt ulusal hareketinin kazandığı başarılar, IŞİD’e karşı mücadelesiyle dünya genelinde halkların gözünde sempati kazanan PYD’nin varlığı ve T. Kürdistanı’nda da kalıcı bir statü kazanılmadan PKK’nin silahları bırakmayı reddetmesi devletleşmiş AKP iktidarının planlarını alt üst etti. 2015 Temmuz’unda tekrar en şiddetli haliyle savaş başlatıldı. Savaşın başlamasıyla paralel bir şekilde Ergenekon ve Balyoz’da temsil olunan klikle uzlaşma yoluna gittiler. Balyoz’da hemen beraat verilirken Ergenekon davasında da bu süreç işlemektedir. Balyoz ve Ergenekon sanıklarının avukatlığını en başından itibaren üstlendiğini söyleyen Kılıçdaroğlu ve partisi CHP de bu süreçte hem Kürtlere karşı savaşta hem de Gülencilerin tasfiyesinde AKP’ye koltuk değneği rolü oynadı.
Mücadele biçimlerini ustaca kullanmalıyız
Daha önce de vurguladığımız gibi Kürt ulusuna yönelik savaşın devam edeceği ve bunun karşısında direnişin yaygınlaşacağı ortadadır. Bu kapsamda bahar ve yaz dönemleriyle birlikte bizlerin de buna uygun olarak mücadele şekilleri ve seviyesini çeşitlendirmemiz gerekmektedir. Bütün bu süreç boyunca Kaypakkaya yoldaşın çalışma tarzını temel almalıyız. Kadro ve militanlarımızı sistem içine hapsetmeden, eylem kapasite ve ufkumuzu sürekli genişleterek yıkıcı-devrimci tarzı esas almalıyız. Son zamanlarda görüldüğü üzere devlet bir dönem olduğu gibi gözaltı, tutuklama, kaçırma, işbirliğine zorlama vb. yöntemlere yönelmektedir. Bunların önüne geçmenin ve sürece cevap olmanın yolu, gizlilik kuralları temel alınarak çalışmaların yoğunlaştırılması ve devrimci şiddetin kullanılmasıdır.
IŞİD bombalarının yarattığı korku, kaygı kadar devletin saldırılarına etkili bir karşı koyuşun yaratılamamasının getirdiği yılgınlık ve umutsuzluğun dağıtılmasının tek yolu, devrimci mücadeleyi yükseltmektir.