MHP Başkanı Devlet Bahçeli’nin başkanlık sistemini yasal bir zemine taşımak adına yaptığı çıkışla, başkanlık tartışmalarında önemli bir viraja girilmiş oldu. Anayasa değişikliği içeren paketin önce meclise, burada 330’a ulaşırsa da referanduma götürülmesinin yolu açıldı böylece. Bu hamle; 2002’den bu yana adım adım örülen başkanlık hayallerine yolculukta, düğümü çözen hamle olarak görülebilir. Zira 7 Haziran seçimlerinde istediği sonucu alamayan, vekil sayısı düşen iktidar partisi, yeniden seçime gitmesine ve oy oranını ciddi biçimde artırmasına rağmen değişikliği tek başına yapacak çoğunluğa ulaşamamıştı. Geriye kalan tek seçenek bir ittifak, yol arkadaşı bulmaktı ki, 7 Haziran 2015 seçimlerinden hemen sonra aranan kavalye bulunmuştu bile.
Kamuoyu zihninde anayasanın değiştirildiği, içerikten söz edildiğinde ise anayasadaki kimi düzenlemelerin yapıldığının iddia edildiği, çarpık bir durumla karşı karşıyayız. Aynı anda, birbiriyle çelişen çok sayıda ifade, kavram ve yaklaşım geliştirip, yeri geldikçe lazım olanı seçip almak; kurulduğu günden buna yana AKP’nin uzmanlık konularından biri.
Bir yığın ayrıntıyla önümüze konulan paketin, esasta özü nedir? Can alıcı nokta burasıdır. Açık ki yaşanan; devletin aşağıdan yukarıya (ya da tersi) bir bütün olarak, işleyiş ve kurallarının yeniden düzenlenmesi kararı alma, bu kararları yaşama geçirme usul ve yöntemlerinin değiştirilmesidir. Resmi paradigma etrafında, sistemin kırmızı çizgileri üzerinde yükselen mekanizmanın, sürecin ihtiyaçları doğrultusunda elden geçirilmesi, yeniden yapılandırması, re-organizasyonu sürecini yaşıyoruz. Bunun kuşkusuz başta ekonomik temelde olmak üzere çok sayıda nedeni vardır ve bugün karşımızda duran tabloya ilk fırça, 2002’de atılmıştır.
Yasama, yürütme, yargı: “Güç bende artık!”
AKP-MHP’nin 21 maddelik değişiklik paketi, anayasa komisyonuna gelmiş durumda. Paketle ilgili tartışmaların, meclise sunulması, oylama ve seçim takviminin belirlenmesiyle Nisan’ın ortasını bulacağı, Mayıs’ta referandumun gerçekleştirilmek istendiği anlaşılıyor. Tabii süreç bir yol kazasına uğramazsa! Sürecin dışında bırakılmasına mızırdansa da, ciddi bir tepki ve muhalefeti olmayan CHP’nin ve de değişikliğe cepheden tutum alan, bu yüzden de hedef tahtasına çivilenen HDP’nin de bahsi geçen takvimi değiştirme şansı şimdilik görünmüyor.
Paketin adı sık sık değişse de özünün başkanlık olduğu ve tüm değişikliklerin bunun üzerine inşa edildiği sır değil. Paketle gelecek değişikliklere de kabaca bakıldığında bu gerçek tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. Değişiklikle birlikte Cumhurbaşkanı tüm üst düzey kamu görevlilerini atayabilecek. Ordu, Cumhurbaşkanı Devlet Denetleme Kurulunun (DDK) kapsamına girecek. DDK, ordu içinde idari soruşturma açabilecek. Halihazırda Cumhurbaşkanı zaten başkomutan sıfatına sahipken, bunun çerçevesi genişleyecek. Başkana kararname çıkarma yetkisi verilecek. Cumhur-“Başkan”ı meclisi feshedebilecek ve ülkeyi seçime götürebilecek, ayrıca Bakanlar Kurulu’nun OHAL ilan etme yetkisi elinden alınacak. OHAL durumunda Başkan ülkeyi kararnamelerle yönetebilecek. (Bahçeli’nin fiili durumundan kastı bu olsa gerek!) Özel bir hükümle Cumhur-“Başkan”ına bütün bakanlıkları ve kamu kurumlarını yeniden yapılandırma yetkisi verilecek.
Bundan sonra bütçe Başkan tarafından hazırlanıp sunulacak. Bütçe öngörülen sürede yürürlüğe sokulamaz ise bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre (otomatik) artırılacak ve uygulanacak. (Görüşme yok)
Değişikliğin en önemli başlıklarından biri olan yargıda ise tüm ipler Başkanın eline geçiyor. (Hatırlayınız fiili durumu!) Buna göre; HYSK 12 kişiden oluşacak. Başkan Adalet Bakanı olacak. (Başkanın seçtiği) 5 üyeyi başkan, 3 üyeyi Yargıtay, 1 üyeyi Danıştay, 2 üyeyi meclis seçecek. Bu düzenleme ile yüksek yargı, adli ve idari yargı Başkan’ın emrine amade olacak. Başbakanlık makamı ortadan kalkacak, Başkan’ın atadığı (Meclisten de olabilir) yardımcılar olacak. (Sayı henüz net değil)
Cumhur-“başkan”ı, Bakanlar Kurulu’nu atayacak. Bunlar meclis dışında da olabilecek. Bakan olan vekilin meclisteki görevi sona erecek. Hükümetin KHK çıkarma yetkisi iptal edilecek. Meclisin, Bakanlar Kurulu ve Bakanları denetleme yetkisi ol(a)mayacak. Zaten pratikte, gerçek yaşamda temsili kalan, meclisin milleti temsil ettiği iddiasına da gerek kalmayacak!
Cumhur-“Başkan”ı milli güvenlik siyasetini tek başına belirleyecek. Genel görüşme ve meclis araştırmasına hükümet adına temsilcinin katılması şartı kaldırılacak. Böylece hükümetin meclisle “samimi” ilişkisine son verilecek, araya mesafe konulacak. Yerel yönetimlerde de tüm yetki Başkanda olacak. Seçimler ise birlikte yapılacak. Meclis ve Başkan aynı anda seçilecek. Meclis 360 oyu bulursa seçimleri yenileyebilecek. Ne ki “artık koalisyonlar olmayacak”, “istikrar sağlanacak” söylemleri dikkatte alındığında bu ihtimal pek gerçekçi görünmüyor. Vekil seçimleri tek turda, Cumhur-“Başkan”ı seçimleri ise % 50’yi aşan olmaz ise iki turda yapılacak.
Kuşkusuz en önemli değişiklik ise Cumhur-“Başkan”nın partisiyle ilişkisinde yaşanacak. İstenen olursa, Cumhur-“Başkan”ı partili olabilecek, partisinin herhangi bir kademesinde (Genel Başkan gibi) görev alabilecek. Buradan doğan tüm haklarını kullanabilecek. Yani hem mecliste çoğunluğu olan partisini yönetecek, meclise yön verebilecek hem de “Başkan” olarak sahip olduğu yetkileri kullanacak. Yetkilerden yetki beğen! Başkanın yargılanması ihtimali ise bir kaplumbağanın, ceviz ağacına çıkma olasılığına çekilecek!
Öne çıkan yönleriyle özetlediğimiz anayasa paketinin yasama, yürütme ve yargı erklerini tek bir elde toplayacağına şüphe yok. Paketin “güçlü” yönetim, “istikrar” ve etkin bir liderlik hedefleyen bir model olduğu aşikar. Ya da başka bir deyişle istenen; devlet aygıtının yeniden yapılandırması, re-organizsayon, bölgede ve ülkede yaşanan gelişmeler ekseninde konumlanma!
Fırtınaya karşı beyhude önlem!
2001’de yaşanan ekonomik kriz ve akabinde IMF ve DB dayatmaları ile Kemal Derviş eliyle yasalaşan, çalışma yaşamını bir bütün değiştiren esnek, güvencesiz, taşeron çalışma vb. kanunlar AKP eliyle bir bir yaşama geçirildi, geçiriliyor. Bahsi edilen politikaların yaşam bulması için güçlü bir yönetim ve liderliğe, toplumsal desteği etkin bir partiye ihtiyaç vardı. En başta da bu dönüşümü yapacak aygıtın yeniden yapılandırılması zaruriydi. Gelinen aşamada 2002’de başlayan sürecin, geçen zaman içinde gerek içeride gerek dışarıda yaşanan gelişmelerle güncellendiği, kapsamı ve çapının büyüdüğü ve bir sistem değişikliği noktasına ulaştığı açık.
Uzunca bir süredir Başkanlık rejimi tartışmalarını gündemde tutan ve bu eksende adım adım yol alan hakim sınıfların AKP’de temsil edilen kesimi için 15 Temmuz adeta 12 Eylül işlevi görmüş, sürecin daha hızlı ilerlemesine vesile olmuştur. Bugün de anayasa, tıpkı 12 Eylül’de olduğu gibi söz eylem ve ifade özgürlüğü konusunda karanlık bir atmosferde yapılıyor. 15 Temmuz başarısız darbe girişimi sonrasında yapılanların, darbe başarılı olsaydı yaşanacakları gölgede bıraktığı bir gerçekliği yaşıyoruz. 5 aydır OHAL’le yönetilen, dahası olağanüstü durumun olağanlaşmasının hedeflendiği bir güzergahta yol alıyoruz.
Gazeteci, yazar, akademisyen, işçi, memur, öğrenci, kadın ve LGBTİ+’nın cadı avının kapsamına alındığı özellikle de 7 Haziran’dan bu yana taş üstünde taş bırakılmayarak, ilçelerin dümdüz edildiği, temel hak ve özgürlüklerin iptal edildiği, her türlü hak arama mücadelesinin terör parantezine alındığı bir iklimde nefes almaya çalışıyoruz. Uzunca bir süredir devletin tüm organları, tek bir merkezden, savaş boruları ve seferberlik ruhuyla yönetiliyor.
Açık ki, tüm bu değişikliklerin bir nedeni olmalı? Rejimin işleyişine dair söz konusu tasarruflara yön veren temel çelişkiler söz konusu olmalı. Egemen sınıflar, uygulamaya soktukları, sokacakları politikalarını sınıfsal kutuplaşmayı derinleştireceğini, çatışmayı büyüteceğini, hesaplaşmanın ivme kazanacağını biliyorlar. Toplumsal öfkenin, ezen-ezilen arasındaki uçurumun ve bunun büyük depremlere, yangınlara yol açacağının farkındalar. Ezenlerle ezilenler arasındaki fay hattında enerjinin her gün daha fazla biriktiğini; Gezi’de bunun sadece küçük bir kısmının ortaya çıktığının bilincindeler. Ortadoğu’da emperyalistler arasındaki gerilimin her gün daha da arttığı, BOP’un eş başkanı sıfatıyla burada yanan daha da büyüyecek ateşin ortasında kalacakları da bir gerçek. Daha geniş ölçekte Trump’un kazanmasına gerekçe gösterilen Avrupa’yı avuçlarının içine aldığı ve giderek boğduğu, artık burjuva ekonomistleri tarafından bile açıkça dillendirilen büyük krizin, etkilerinin topraklarımızda da hatta daha yıkıcı bir şekilde yaşanacağına şüphe yok. Tunus’tan başlayıp Kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya; Avrupa ve Asya’ya, Türkiye ve ABD’ye yayılan isyan dalgası, CIA’nın akıl hocalarının “21. yy. ayaklanmalar yüzyılı olacak” tespitini daha birkaç yıl geçmeden somut bir olguya dönüştürdü. Ne var ki bu sadece ve sadece bir başlangıçtı.
Büyük ve küçük resimlerin gösterdiği bu dinamikler ve sınıf mücadelesinin akış yönü hakim sınıfları, hakimiyet araçlarını yeniden yapılandırmaya, re-organize etmeye mecbur bırakıyor. Bu konuda aralarındaki çıkar dalaşını bir kenara bıraktıkları ve güçlü bir mutabakat sağlandığı görülüyor. CHP’nin müzmin muhalefeti de bu kapsamda bir rol dağılımından öte bir anlam taşımıyor. Söz konusu yapılandırma re-organizasyona duyulan ihtiyaç, aynı zamanda bir itiraf anlamına da geliyor. Ezilen geniş emekçi yığınların, dili, kimliği ve kültürü yok sayılanların, inancı asimile edilmek istenenlerin, kadınların, LGBTİ+ların dalga dalga yaklaşan isyanı!
Gezi’de provası yapan özgürlük senfonisinin daha güçlü, daha gür bir şekilde yeri göğü inleteceğinin itirafı yapılıyor bize! Ne kadar mükemmel, ne kadar güçlü, dayanıklı olursa olsun savaş makinesi yığınların elleriyle un ufak olur. Ve bugün rüzgar ekenler yarın fırtına biçer!