Dümdüz bir soruyla başlayalım: AKP’nin bütün amacı hep aynı şirketleri koruyup kollamak mı?
Gelin şimdi bu sorunun yanıtını geçen hafta yayınlanan bir haber, geçen ay çıkan bir yasa ve geçen yıl patlak veren kriz üzerinden vermeye çalışalım…
Dünya gazetesinde 29 Ağustos günü yayınlanan bir haber dikkat çekiciydi. “Enerji dengesi için santral göçü” başlığıyla verilen haberde, bölgeler arası arz-talep dengesizliğinin giderilmesi amacıyla bazı doğalgaz santrallerinin sökülüp, tüketimin fazla olduğu bölgelere taşınacağı bildiriliyordu.
Ne kadar da makul görünen bir fikir. Zira kağıt üzerinde piyasanın temelinde yatan kural, arz-talep dengesinin sağlanmasıdır. Dolayısıyla iktidar da buna riayet ediyor görünüyor. Gerçekten öyle mi?
Krizle beraber sanayideki küçülmenin etkisiyle elektrikte bir arz fazlası ortaya çıktı. Elektrik piyasasının aktörleri de bunu kabul ediyor ve meseleyi plansızlığa bağlıyor. Buna karşın pek çok yerde elektrik yetersizliği, kesintileri yaşanıyor. Üstelik fiyatlar da hızla artıyor. Ortada plansızlık olduğu malum.
Lakin detaylara bakıldığında, meselenin sadece ekonomideki durgunlukla bağlantısı olmadığı, aynı zamanda enerjide ciddi bir krizin başladığı görülüyor. Bunu bizatihi Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) da itiraf ediyor aslında: “Belli bölgelerde enerji fazlası ortaya çıktı.” Hangi bölgeler bunlar? Karadeniz ve Kuzey Doğu Anadolu. O bölgelerde neden fazlalık oluştu?
Yıllarca işin uzmanları uyardığı, “ihtiyaç yok” dediği halde ne kadar akarsu, ırmak, dere varsa hepsine HES kuruldu da ondan. HES’lerin doğanın canına okuduğu Karadeniz’de üretim/tüketim oranı yüzde 211’i buluyor. Yine en çok HES kurulan ikinci bölge Doğu Anadolu’da ise yüzde 130 civarında. Bugün itibariyle kayıtlı HES sayısı toplam 641’dir. Ve hızla artmaya devam ediyor…
Yani mesele arz fazlalığı değil, HES enflasyonudur. Bu kadar HES niye kuruldu o halde? Bunun yanıtı için de kimlerin ihaleleri aldığına bakmak lazım.
Türkiye’de 300’e yakın firma enerji alanında fiilen faaliyet gösteriyor. Bunların bir kısmı AKP öncesinde de enerji sektöründe bulunuyordu. Çoğunluğu da büyük holdinglerin bünyesinde yer alıyor. Birkaç tane de yabancı yatırımcı var. Kalanların neredeyse yüzde 60-70’i AKP döneminde enerjiye girdi. Önceki işleri ise inşaatçılık. Bir kısmı da sadece HES ihalesi için kurulmuş yerel şirketler. İçlerinde otel işletmecisi, hatta tur şirketi bile var.
Üreticiden pancar alıp şeker üretmesi beklenen Konya, Kayseri, Amasya Şeker de santral sahibi. Son yıllarda en fazla HES kuranları da hızlıca sayalım: Limak, Cengiz, Kolin, Kalyon, İC İçtaş gibi otoyol, köprü, havalimanı ihalelerinde sıkça karşımıza çıkan şirketler.
Dolayısıyla AKP döneminde HES işi de bir rant faaliyetine dönüşmüş durumda. Çıkan pek çok yasa ve düzenleme bu rantın AKP ile ilişkili şirketlere pay edilmesinin yolunu açmak amacıyla yürürlüğe giriyor. İşte bunun çarpıcı örneklerinden birisi, Türkiye’yi dışa bağımlılıktan kurtaracağı iddia edilen yenilenebilir enerji teşviklerinde yaşanıyor. Bakan Albayrak’ın 2020’den itibaren 10 yıl süreyle uygulanmasına devam edileceğini söylediği teşvik sisteminin adı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarını Destekleme Mekanizması (YEKDEM).
YEKDEM güneş, rüzgar ve biyokütle gibi yenilenebilir, temiz kaynakların kullanılmasını teşvik iddiasıyla kurulmuştu. Yerli teknoloji kullanan küçük çaplı HES yatırımları da kapsama alınmıştı. Şirketlere rüzgar ve hidroelektrik için kilovatsaat başına 7.3, jeotermal için 10.5, biyokütle ve güneş için de 13.3 dolar cent teşvik veriliyor. Ancak kısa sürede YEKDEM de, iktidara yakın şirketlere kamu kaynaklarını transfer etmenin aracına evrildi. Nitekim bu yılın başında yayınlanan listeye göre, teşvikten 777 santral yararlanıyor.
Bunun 463 tanesi HES. Üstelik belli büyüklükteki HES’ler destek alacakken, sınır genişletildi ve malum şirketler de kapsama alındı. (YEKDEM’in gerçek yüzü için Elektrik Mühendisi Mustafa Özdağ’ın şu yazısına mutlaka göz atın)
Peki neden? Geldik geçen yılki krize…
Kur şokuyla başlayan kriz inşaatı çökertirken, peşinden enerjinin de aynı kaderi paylaşacağına dair işaretler güçlendi. Enerji ihalelerine giren şirketlerin ödenemeyen borcunun 60 milyar dolara ulaştığı söyleniyor. İnşaatçının, çimentocunun, hafriyatçının, şekercinin HES kurmak için aldığı ve ödeyemediği kredileri vatandaşa yıkmak amacıyla Bakan Berat Albayrak ‘enerji fonu’ girişimini ortaya attı, bankalara kredi yapılandırması için baskı yaptı.
Ne var ki herkesi kurtarmaya yetmiyor bu girişimler. Santral göçü, alım garantilerinin kapsamının genişletilmesi de boğazına kadar borca batmış şirketler için çare olmuyor. Bu durumda hükümet ne yaptı? Elbette ‘öncelikler listesi’ hazırladı. Geçen ay çıkan torba kanun bu öncelikler listesine dair ipucu verdi.
Ağustos başında yasalaşan Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapan Kanun adlı torba yasa, o dönem ağırlıklı olarak yurt dışı çıkış harcının 50 TL’ye çıkarılması, yabancı ülkelerdeki parasını Türkiye’ye getirenlere tanınan vergi muafiyeti ve şirketlerin bankalara borcunun yapılandırılması üzerinden tartışıldı. (Yasanın tam metni burada)
Ama torba yasanın 30’uncu maddesi, AKP döneminde örneğine sıkça rastlanan adrese teslim düzenlemelerden birisiydi. Madde özetle; 6446 Sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun 18’inci maddesinin 5’inci fıkrası kapsamında yapılan özelleştirme ihalelerinde öngörülen süreyi 36 ay uzatıyor. Bu madde kimlere yarıyor?
Kastedilen özelleştirmeler Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanı (YEKA) olarak anılıyor ve rüzgar ile güneş enerjisini kapsıyor. Üçüncüsü de Çayırhan ihalesi.
İlk olarak 6 Şubat 2017 günü Çayırhan enerji üretim ve kömür rezerv alanları ihalesi yapıldı. İhaleyi Kolin-Kalyon-Çeliker ortaklığı kazandı. İki yıl geçmesine rağmen yatırım namına ilerleme yok.
Güneş enerjisi santrali ihalesi ise 20 Mart 2017’de bitti. Konya Karapınar bölgesini kapsayan ve Türkiye’nin en büyük güneş enerjisi santrali olması planlanan ihale Kalyon ile Güney Koreli Hanwha Grup ortaklığında kaldı. Yatırım tutarı 1.3 milyar doları bulacaktı. Fakat kriz patlak verince Güney Koreli ortağın finansman sorunları nedeniyle yatırımdan vazgeçtiğine dair ciddi bir iddia ortaya atıldı. Şu ana kadar da yalanlanmış değil.*
Rüzgar enerjisi santrali için 3 Temmuz 2017 günü yapılan ihale de Siemens-Türkerler-Kalyon ortaklığına gitti. Bu santral için de süre dolduğu halde henüz tek çivi çakılmadı.
İşte torba yasa ile üç ihalede süre üç yıl daha uzatıldı. Açıkça ihale yapıldıktan iki yıl sonra şartnamenin değiştirilmesi anlamına gelen bu yasanın daha vahim boyutu, doğrudan adrese teslim olması. Ne tesadüf ki karşımıza yine aynı isimler, artık AKP ile özdeşleşmiş, Kolin ve Kalyon çıkıyor…
O zaman baştaki soruyu dümdüz yanıtlayalım: AKP’nin işi belli şirketleri korumak ve kollamaktır. Sahi o şirketler gerçekten kimin? Evinize gelen elektrik faturasına bakarken, arada bunu da bir düşünün.
*Dünya gazetesinde dün yayınlanan habere göre torba yasadaki madde sayesinde Güney Koreli şirket hisselerini Kalyon’a devretti ve yatırımdan çekildi. Türkiye’deki kalan 18 yatırımını da satıyor.
3 Eylül 2019 Gazete Duvar