son yıllarda çok darbe aldık, çok kayıp verdik. güvendiğimiz dağlara kar yağdığına şahit olduk. bu yüzden zafere, başarıya ihtiyacımız var. zaten her siyasal akımın her dönemde zaferlere ihtiyacı oluyor.
ama bütün bunlar, ekrem imamoğlu’nun 23 haziran seçimlerindeki başarısının akp’in sonu olarak tanımlanmasını bağışlatmaz da, açıklatmaz da, bence.
istanbul seçiminin bir referandum olduğu doğru ama bu seçimdeki yenilginin akp’nin sonu anlamına geldiğini söylemek bu iktidarın, dayandığı tek gücün sandıktaki başarısı olduğunu söylemek anlamına gelir ki, bırakın akp’yi, hiçbir iktidar sadece halkın desteğine dayanmaz. eğer faşizm kelimesini, mevcut durum ya da çok yakın bir ihtimal olarak telaffuz ediyorsak –ki çoğunluk böyle düşünüyor- bunun mantıki bir sonucu olarak, meselenin “oy”dan ibaret olmadığını da söylemiş oluyoruz. zaten herhangi bir baskı rejimini diğerlerinden ayıran özelliklerden biri, seçmenin desteğinin yanı sıra ya da ona hiç gerek duymadan başka iktidar araçlarına dayanması. yine kendimi tekrar edeceğim; istanbul seçimi uzun bir sonun başlangıcı ama ta kendisi değil. akp bitmedi, seçmeninin başka bir partiye oy vermiş olması bittiği anlamına gelmiyor, hatta akp seçmeninin fikrini değiştirdiği anlamına bile gelmiyor. bir kısmının zaten mhp seçmeni olduğu, yine bir kısmının –ki bunlar örtüşen kümeler- son dakika patinajları sebebiyle chp’ye oy verdiği de malum.
biliyorum, ajitasyon da sevdaya dahil ve zaman zaman gerçeğin heyecan verici bir versiyonuna dayandırılması teamülü var. ama bunun geleceğe taşımamız gereken teamüllerden olduğundan emin miyiz?
çünkü kitlelerin bilgi çöplüğünden seçerek bile olsa gerçeğe az buçuk yaklaşabildiği günümüzde insanların bütün sorularına cevap vermeden, onları heyecanlandırmak suretiyle harekete geçirmek ne kadar mümkün? hele de harekete geçmenin bedeli ağırlaşmışken? ayrıca bunun, herhangi bir açıdan demokrasiye yaklaşan bir gelecek inşa etmek için de en iyi yol olmadığı ortada çünkü “başka bir dünya”yı seçmenlerle değil, gönüllülerle, militanlarla kuracağız ve bunlar ancak gerçek bilgilerle politize olmuş insanlardan çıkabilir. bu tabii daha karmaşık bir tartışma.
günümüze gelirsek…
iktidarı zorlayan üç temel dinamik görüyorum, kendi adıma. bir tanesi ekonomik kriz; bunun başta işsizlik olmak üzere çeşitli sonuçları sol siyaset açısından önemli sorumluluklar ortaya koyuyor. önümüzdeki dönemde, o sorumlulukları üstlenebilenlerin varlığını koruyabileceğini söylemek kahinlik sayılmaz.
ikinci dinamik -ki birincisinden çok bağımsız değil- uluslararası ilişkiler. sadece suriye’deki durum değil, s-400’lerin alımı konusu da iktidarı sıkıştırıyor.
üçüncü mesele de karşısında hizalanan güçlerin artması tabii. bu da, akp açısından, tabii ki en başta mhp olmak üzere yeni ittifaklar, yeni tavizler gerektiriyor; ergenekon davasında gördüğümüz gibi.
yakın tarihi hatırlayanlar, türkiye siyasetindeki şu trendi de bilir: sağ partiler, zamanla çözünür ve içlerinden çıkanlar yeni bir partiye evrilir. bu ihtimal akp için de gündemde. akp merkezi, bu isimleri bazen –bülent arınç’a yaptıkları gibi- yanına çekip tarafsızlaştırmaya çalışıyor, eğer bu mümkün olamazsa da yasaları kullanarak –yani cemaat’le bağlantılı olduğu vb. suçlamalarla- bertaraf etmeyi çok pratik görüyor. yani akp’nin muhalifleriyle, esas olarak baskıya dayanan yöntemlerle baş etmeye çalışması ve bunun oluşturduğu tepki önemli bir dinamik. şunu da hatırlatayım, ali babacan ve ahmet davutoğlu çevresindeki kümelenmeler nereye varır bilinmez ama babacan’ın ekonomi, davutoğlu’nun dış siyaset konusunda bugünkünden farklı çizgilerde olmaları ihtimali takdir edersiniz ki zayıf.
üçüncü alternatif de chp tabii ki. chp, herhangi bir basınç altında olmazsa ne yapar?
biraz da seçmeninden kaynaklanan kürt fobisi/düşmanlığı olmasa, özellikle suriye konusunda dış siyasette farklı bir tutum alabilir. siyasal baskı konusunda da büyük beklentilere girmesek de, bugünkünden daha olumlu bir tabloyla karşı karşıya olacağımıza inanıyorum. ekonomi konusundaysa, büyük bir fark beklemek gerçekçi olmaz.
ama kaderden kaçış var ve bu tabloyu değiştirmek mümkün.
bence bunun ilk adımı seçime dayanan siyasetten –hiç olmazsa bundan sonra- uzak durmak. çünkü bu, solun bağımsız varlık gösterse bile belirleyici olmasının mümkün olmadığı bir alan. ve gerçek bir değişimin sandıktan çıkması mümkün değil. ama haklı sorularımız, doğru eleştirilerimizle yapılabilecek çok şey var. elektrik zammından yargı reformuna kadar her konuda önereceklerimiz biraz da kendi programımızın inşası, hiç olmadı ayrıntılandırması olmaz mı?
şunu da biliyoruz; düzen siyasetinin en iyi bildiği şey, berbat bir pratiği unutturmak için etkileyici söylemlere başvurmak. söyleme kanmasak, mesela geçen hafta gökkuşağı bayrağı asan her belediyeye lgbti+’ler için ne yaptığını sorsak. 1 mayıs’ı kutlayan her belediyeye kendi emekçilerinin durumunu hatırlatsak. 8 mart kutlayan her belediyenin kadın sığınmaevinin olup olmadığını teşhir etsek. bizim sözümüzü ödünç alanlar bizden aldıkları oyun ödünç olduğunu unutmasalar…
bence daha önemlisi şu. gerçek değişimin yani yeni bir ülke, yeni bir dünya mücadelesinin yolu sandığa uğrayabilir tabii. ama ondan ibaret olmadığı açık. ve eğer devrim bir ihtimalse sloganların ve ajitasyonun ötesinde ele alınması gerekmez mi! (Artı Gerçek)