Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan ya da Başbakan Ahmet Davutoğlu ağızlarını her açtıklarında “alfabede ne kadar harf varsa bırakmayan örgütlerin” devletlerine karşı birleştiklerinden bahsetmekteler. Bu durum basit bir propagandadan çok 12 Mart’ta kuruluşunu ilan eden Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH)’ne karşı haklı kaygı ve korkularının ifadesi anlamına da gelmektedir.
Türk hakim sınıflarının her renkten sözcüleri buldukları her fırsatta TC devletinin cumhuriyet tarihi boyunca hiç yaşamadığı kadar tehditlerle karşı karşıya olduğunu açıklamaktadırlar. R. T. Edoğan/AKP “devletin bekaası”ndan dem vurup, “terör belasına” karşı “seferberlik” çağrılarında bulunup, başta Kürt ulusunun haklı ve meşru mücadelesine karşı uyguladıkları faşist saldırganlık olmak üzere, Türkiye halkına karşı açmış oldukları savaşın psikolojik altyapısını oluşturmaya çalışmakta ve “çocuk da olsa kadın da olsa” gereğini yapmaktadırlar. Muhalefet sözcülerinin ise bu türden açıklamalar yapmalarının nedeni, hükümeti siyaseten sıkıştırma amaçlı olsa da gerçekte halkın mücadelesinden, demokrasi, özgürlük ve devrim taleplerinden duydukları korku ve kaygıyı dillendirmektir.
Faşizmin sözcülerinin tarihleri boyunca bu kadar büyük bir tehditle karşı karşıya olduklarını açıklamalarının nesnel bir zemini olmakla birlikte, asıl mesele halka karşı yürüttükleri savaşın kapsamıdır. Elbette faşizm tarihi boyunca Türkiye halkına karşı sayısız katliam ve saldırı örgütlemiştir. Yani halk açısından, faşist devletin saldırganlığı ve katliamcılığı gayet tanıdıktır.
Bu anlamıyla T. Kürdistanı’ndaki şehirlerin ablukaya alınıp, her türlü ferdi ve ağır silahla saldırılara girişmek yeni olmakla birlikte, ortaya çıkan faşist zulüm ve katliamlar yeni değildir. Öldürülen direnişçilerin cenazelerinin yerlerde sürüklenmesi, kadın direnişçilerin cenazelerinin çırılçıplak soyulup teşhir edilmesi, bodrumlarda mahsur kalan sivillerin yakılarak ve bombalanarak katledilmesi, kimi direnişçilerin tank paletleri altında ezilmesi ve son olarak bazı direnişçilerin cenazelerinin günlerce sokakta bırakılarak sokak hayvanlarına yem edilmesinde olduğu gibi, yaşananlar geçmiş dönemde gerçekleştirilen katliamların bir devamından ibarettir. Fark artık bu katliam ve uygulamaya konulan faşist terörün bizzat uygulayıcıları tarafından kamuoyuna propaganda edilmesi ve bundan sonuç almak istemesidir. Faşist terör uygulamaya koyduğu propagandayla esas olarak halkı teslim almak; şiddetle, korkuyla halkı kendisine biat ettirmek istemektedirler.
Halkın direnişine “Kırk satır mı kırk katır mı” dayatması!
Bu saldırganlığın sadece ve sadece faşist fiili zorla yürütüldüğü yanılgısına düşülmemelidir. Faşizm hayatın hemen her alanında halkı teslim almak istemekte, şovenizmden, ırkçılığa, çocuk istismarından, kadın katliam ve tecavüzlerinin meşrulaştırılmasına, yolsuzluğun ve hırsızlığın olağanlaştırılmasına kadar bir dizi alanda halk faşizmin çürümüş düzenine ikna edilmeye ve teslim alınmaya çalışılmaktadır. Bu yaşananları teşhir edip hesap sorulması gerektiğini söyleyen bütün çevreler, ilerici ve devrimci örgütlenmeler gözaltı, tutuklama ve katliam saldırılarıyla karşı karşıya bırakılmış durumdadır. Deyim yerindeyse faşizmle şu veya bu nedenle uyuşmayan, ona biat etmeyen, muhalefet eden her kesim ve çevre hedeftedir.
Bunun çok çeşitli nedenleri olmakla birlikte, günümüzde ön plana çıkan neden Türk hakim sınıfları arasında yaşanan iktidar dalaşının aldığı boyut, özellikle de Suriye savaşında kaybeden taraf olunmasının ulusal ve uluslararası düzeyde ortaya çıkardığı sonuçlardır. R. T. Erdoğan/AKP’nin temsilcisi olduğu kliğin devlet aygıtını kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda dönüştürme adımları, beraberinde halkın önemli bir kesimini karşısına almayı doğurmuştur. R. T. Erdoğan/AKP “başkanlık” ve “yeni anayasa” diyerek bir yandan kendi adımlarını atarken diğer yandan ise rakip hakim sınıf kliğini ve sözcülerinin hareket alanını daraltmaya çalışmaktadır. Ancak R. T. Erdoğan/AKP kliği asıl hedefin halk olduğu, halkın önemli bir kesiminin teslim alınmadan amaçladıklarının başarıya ulaşamayacağını bilmektedirler. “Yeni Türkiye”lerinin önündeki en büyük engel; Türkiye halkının ilerici, devrimci, komünist ve yurtsever güçleridir.
Bu faşist saldırganlığın şu an için belirgin bir şekilde Kürt ulusu üzerinde uygulanıyor olması, Suriye Kürdistanı’ndaki yaşanan gelişmelerle birlikte, T. Kürdistanı’nda Kürt ulusunun ve onun siyasi iradesinin örgütlenme düzeyi ve askeri kapasitesiyle ilgilidir. Ülkemizde Kürt sorununun bir demokrasi ve devrim sorunu olması beraberinde bu konuda atılan her adımın faşizmi zora sokmasını doğurmaktadır. 7 Haziran’daki seçim başarısı, Türk hakim sınıflarını ürkütmüş ve önlem almaya itmiş, en iyi bildiği şeyi yapmaya zorlamıştır. Faşist imha ve inkar siyasetine geri dönülmüştür. Ancak halkın faşizme karşı direnişinin bastırılamaması beraberinde kimi çevrelerde “askeri darbe” söylemlerinin ortaya atılmasına neden olmuştur. Böylelikle halkın direnişine iki yol dayatılmaktadır. Ya R. T. Erdoğan/AKP faşist kliğine teslim olmak ya da “Amerikancı bir askeri faşist darbeye” razı olmak!
Türkiye halkı alternatifsiz değildir!
İşte tam da bu nedenle sadece faşist saldırganlığın topyekûn hedefinde olmak değil, halka dayatılan bu “çözüm” yoluna karşı da halk saflarında olan devrimci, komünist ve yurtsever örgütlerin birlikte hareket etmesi bir zorunluluktur. Bu örgütlenmeler, kendilerini ortaya çıkaran nesnel zeminin doğal sonucu olarak var olan farklılıklarını yok sayarak değil ama birlikte hareket etmenin gereği olarak ortaklıklarını ön plana çıkarmak zorundadırlar. Bu halka karşı sorumluluklarının bir gereğidir. Halka karşı dayatılan bu “kırk katır mı kırk satır mı” ikilemine karşı, halkın devrimci demokratik alternatifini örgütlemek anın devrimci görevidir ve bu görevden şu veya bu nedenle geri durmak tarihsel bir hata olacaktır.
Kuruluşu ilan edilen Birleşik Devrim Hareketi bu anlamıyla Türkiye halkına ve onun mücadelesine karşı duyulan tarihsel sorumluluğun yerine getirilmesi için atılan mütevazı bir adımdır. Atılan bu adımının şu an için ön plana çıkan yönünün Kürt ulusuna karşı devreye sokulan faşist saldırganlığa karşı olması tamamen nesnel durumla ilgilidir.
Burada önemli olan nokta başta Kürt ulusal sorunu olmak üzere faşizmin halka yönelik topyekun saldırısına karşı duran ve alternatif öneren her kesim ve çevrenin faşist saldırganlığın hedefinde olması ve halkın direnişinin hakim sınıf kliklerinin birinin arkasında yedeklenme tehlikesinin olmasıdır. Tam da bu nedenle mesele sadece Kürt sorunundan ibaret değildir. Onu da kapsayacak biçimde Türkiye halkının demokrasi, özgürlük ve devrim mücadelesidir. Bu mücadelenin hakim sınıf kliklerinin şu veya bu kliğinin peşine takılmaması, amaç ve hedefinden saptırılmaması için, halkın bilinçli öncülerinin “sol duyu”yla hareket etmesi tarihsel bir sorumluluktur.
Eylem Birliği’nin kuruluşunda ilan ettiği amaçlar, Türkiye demokratik devriminin hedefinde olan konulardır. Bu anlamıyla da sahiplenmeyi ve daha ileriye taşınmayı hak etmektedir. Faşizmin saldırısının sadece Kürt ulusuna değil, işçi sınıfından Alevilere, kadınlardan gençlere ve çocuklara, doğanın talan edilmesinden, ahlaki ve kültürel yozlaşmayı hedefleyen bir dizi alanda sürdürülüyor oluşu, oluşturulan eylem birliğinin tarihsel önemini göstermesinin yanında, halka karşı sorumluluğun yerine getirilmesinin de ifadesidir.
Birleşik Devrim Hareketini oluşturan örgütlerden her birisinin bu eylem birliğine yüklediği anlam ve beklenti elbette bu örgütlerin temsil ettikleri sınıflarla, ideolojik duruşlarıyla ilgilidir. Bu doğaldır da. Tam da bu nedenle Eylem Birliği kararına her örgüt kendi anlayış ve beklentisi doğrultusunda yaklaşmakta ve öyle propaganda etmektedir. Komünistlerin ise Harekete yaklaşımı taktikseldir ve esas olarak silahlı mücadeleyi esas alan örgütlerle ortak iş yapma, aynı düşmana daha etkili darbeler vurmayı amaçlamakla özetlenebilir.
Faşizmin halka karşı saldırısını artırdığı, neredeyse her gün katliamların yaşandığı bir dönemde halkın faşizme karşı hesap sorucu istemlerine yanıt olmak, bu yönde bir çaba içerisinde olmak anın devrimci görevidir ve her türden eleştirel yaklaşım içinden geçilen bu özgünlüğü gözetmek zorundadır. Eylem Birliği temelinde birlikte hareket etmeyi zorlamak, farklılıkları ise asla gözardı etmeden ama esas hale getirmeden davranmak anın görevi olarak ortaya çıkmaktadır.
Oluşturulan Eylem Birliği’nin karşılıklı güven ve saygı temelinde atacağı adımlar sadece faşizme yönelmekle kalmayacak aynı zamanda devrimci ve yurtsever hareket içinde her türden reformist, düzen içi ve gerici yaklaşımla da mücadele edilmesini kolaylaştıracaktır. Her şey bir yana atılan bu adımın kendisi bile Türk hakim sınıfları tarafından Türk-Kürt ulusları arasında oluşturulmaya çalışılan şovenizme karşı bir duruşun ilanıdır.
Düzeltme: HBDH’ne yaklaşımımız başlıklı yazıda bahsi edilen 1982 yılında FKBDC adlı eylem birliği değil, 1989 Haziran başlarında kuruluşu ilan edilen “Birleşik Devrimci Güçler Platformu (BDGP)’dir. Düzeltir, okurlarımızdan özür dileriz.