Emperyalist kapitalist tarım-gıda endüstri tekellerinin 40 yıllık “yeni gıda rejimi” politikasının bir parçası olan sözleşmeli tarımsal üretim rejimi, bugün yeni bir şeymiş gibi Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli tarafından çiftçinin, köylünün tek kurtuluş yoluymuş gibi pazarlanmaya çalışılıyor.
Köylüler için şekere bulanmış zehirli sarmaşıktan başka bir şey olmayan bu üretim modeli, Tarım ve Orman Bakanı tarafından “Plansız üretimi sonlandıracak devrim niteliğindeki sözleşmeli üretim yasasını, cumhurbaşkanlığı sistemi içerisinde çıkarmaya çalışıyoruz. En kısa sürede meclise getirip yasa olarak çıkartacağız ve çiftçi bundan sonra bizi hayırla anacak.” (10 Aralık, 2020) şeklinde cilalanıyor.
Bu üretim rejimi coğrafyamızda çiftçilere, köylülere ve tüm yoksul, emekçi sınıflara yeni bir saldırı dalgasıdır. Özellikle Covid-19 sonrası sağlık alanında yaşanan sorunlar ve halk sağlığı tartışmaları ekseninde öne çıkan gıda güvenliği ve gıda egemenliği tartışmaları bir kez daha göstermiştir ki halk sağlığı için insanların yeterli oranda temiz, sağlıklı ve güvenli gıdaya ulaşma hakkı/ imkânı bugünün ve yarının en önemli sorunları içinde yer almaktadır.
Türkiye’de gıda rejimi, gıda güvenliği, gıda güvencesini ve gıda egemenliğini temelden sarsacak, dinamitleyecek olan sözleşmeli tarımsa üretim modelinin Tarım ve Orman Bakanı tarafından sık sık gündeme getirilmesinin nedenini anlamak için bir yıl geriye gitmemiz gerekiyor.
18-21 Kasım 2019 tarihinde Orman Genel Müdürlüğü’nün düzenlediği “Tarım- Orman Şurası Eylem Planı” sonuçlarını açıklayan Bekir Pakdemirli 38 eylem planı belirlendiğini, bunların alt eylem planlarının bulunduğunu, 38 eylem planının tamamına başlanacağını ve bazılarının 2021, 2022 ve 2023’te bitirileceğini, 2020 yılı içinde de 16 eylem planının bitirileceğini söylemişti.
Tarım Orman Şurası Eylem Planı içinde öne çıkartılarak altı çizilen sözleşmeli üretimin, bakanlık tarafından destekleneceği vurgulanmıştı. Pakdemirli o zaman şöyle konuşmuştu:
“Bu sistemle köylü bir yıl önce ne üreteceğini bilecek, sözleşmeli üretim desteklenecek, üreticimizle bir araya geleceğiz. Önümüzdeki günlerde bunun lansmanını yapacağız… Domates üretiyorsa tohumunu, ilacını sistem içinden temin edeceğiz, girdi finansmanına uzanan, ürünün yarın kaç paraya satılacağını bileceği bir sistem olacak.” (30 Ocak, 2020)
Bakan sözleşmeli üretim gündeme geldikçe özellikle domates üreticilerinden örnek vermeyi tercih ediyor. Bekir Pakdemirli’nin örnek vermeyi sevdiği domates üreticilerinin sözleşmeli üretim nedeniyle 2020 yılında yaşadıklarına kısaca bakacak olursak; çiftçi, köylü için büyük bir yıkımdan başka bir şey göremiyoruz.
Coğrafyamız sahip olduğu iklim koşulları nedeniyle domates üretimi için elverişli bölgede yer alıyor. Sofralık ve sanayi tipi olmak üzere iki çeşit domates yetiştiriciliği yapılmaktadır. Sofralık domates üretimi yaygın olarak Akdeniz, Ege ve Batı Karadeniz bölgelerinde yapılırken, sanayi tipi domates( konserve, turşu, ketçap, salça) üretimi Ege ve Marmara bölgelerinde yapılmaktadır.
Sanayi tipi domates üretiminin yapıldığı Bursa, Çanakkale ve Manisa gibi illerde üretim yaygın olarak sözleşmelidir.
Yani Bakanın vurguladığı gibi çiftçi “ bir yıl önce ne üreteceğini ve kaç paraya satacağını bilir!” Çiftçiler salça fabrikalarıyla yapmış oldukları sözleşme hükümlerince domatesi 1 TL’ye satmaları gerekiyorken, 30,35 kuruşa alıcı bulmakta zorlandılar. Şirketler sözleşmelere uymadığı için köylü zarar etti, iflasa sürüklendi.
Köylüler, fabrika patronlarının ortak hareket etmesiyle zarara uğratılmasının üzerinden 3-4 ay bile geçmemişken Tarım ve Orman Bakanı dalga geçer gibi sözleşmeli üretim rejiminin domates üreticilerini kurtarabileceğini söyleyebiliyor.
Buraya küçük bir parantez açmakta fayda var. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin Türkiye’de Tarım ve Orman Bakanlığı yapıyor olmasının yanı sıra uluslararası ticaret ağına sahip ABD’li büyük bir patates şirketinin Ortadoğu danışmanlarından olduğunu da hatırlatalım!
IMF, DB, DTÖ tarafından yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelere dayatılan sözleşmeli üretim modeli emperyalist-kapitalist tarım-gıda tekellerinin pazar politikasıdır. Bu şirketlerden birinin danışmanı, şirket politikası gereği sözleşmeli üretimi bulunduğu konumu da kullanarak hayata geçirmeye çalışıyor.
Bunu da çiftçinin, köylünün kurtuluşu olarak sunuyor. Kapitalist gıda tekelleriyle Anadolu-Mezopotamya köylüsünün ortak çıkar birliği olamayacağına göre küçük balığa büyük balığın midesinde daha güvende olacağı söylenmiş oluyor.
AKP’nin tarım sorununu “çözmek” için öne sürdüğü politika işçi-köylü karşıtı emperyalist- kapitalist tekellerin tarım politikasıdır. Yapılmak istenen köylü/küçük aile işletmelerinin mülksüzleştirilerek özel şirketlerin kölesi haline getirilmesidir.
Tarım sanatı teknolojisinin gelişmesi sonrası dünya tarım-gıda piyasasını kontrol altına almak isteyen tekeller yeni gereksinimlere, üretim rejimine ihtiyaç duymakta. Küresel piyasaları kontrol eden şirketler yarı-sömürge ülke pazarlarında egemenlik alanlarını genişletmek için geleneksel tarım yapısını değiştirerek ihtiyaç duydukları meta üretimi doğrultusunda yeni tarım politikası oluşturmaktalar.
Böylece neo-liberal tarım rejimi geleneksel tarımın yerine ikame ederek, sanayi üretiminin esas olduğu serbest piyasa koşullarının belirlediği sözleşmeli tarımsal üretim tüm ürün çeşitlerinde uygulanır olacaktır.
Dünya piyasalarını elinde bulunduran tarım-gıda-ilaç endüstrisi şirketleri tarafından uygulanan “yeni tarım rejimi” geleneksel tarımı, devletin tarım ürünlerine uyguladığı desteği ve sübvansiyonları egemenlik alanlarına saldırı olarak gördüklerinden devletlere tarımsal destekleri, sübvansiyonları, tarımsal Kamu- İktisadi Teşebbüslerini ( KİT) kaldırmaları için baskı yaparlar.
Argo sermayenin istediği ürünlerin üretilmesi için uluslararası sermaye ile sözleşmeli tarım anlaşmalarına ancak yoksullaşmış ve çaresiz bırakılmış üreticiler ikna olmaktadırlar. Türkiye kırsalında da neo-liberal politikaların yapmaya çalıştığı buna çok yakındır. Bu süreçte Türkiye de henüz ilk çocukluk yıllarını yaşamaktadır.
Bu süreçte beklenen şey yoksullaşan geleneksel ürün üreticilerinin uluslararası Argo sermayenin hâkim rolünü ister istemez kabul etmeleridir. Bu hâkimiyetle uluslararası Argo sermaye üretimin yeni koordinasyon ve kontrol mekanizmalarını sağlayacak değişimleri getirecek ürün standardizasyonu ve zamanında üretimi garanti altına almaktadır.
Giderek artan bir sayıda üretici Türkiye’de sözleşmeli tarıma geçerek Argo sermayenin istediği ürünleri üretmektedir (Çağdaş Tarım Sorunu, Zülküf Aydın, İmge Kitap).
(Devam edecek…)