Güncel

ANALİZ | Vaziyet Harika: Ortadoğu’da Dengeler Değişiyor!

"Rojava’daki devrimci güçlerin TC devletine karşı direnişi ve işgal altındaki Rojava topraklarını özgürleştirmesi, bu siyasetin en önemli adımlarından birisi olacaktır. TC’nin, Rojava’da yaşayacağı yenilgi, mevcut devlet krizini derinleştirecek ve AKP-MHP faşist iktidarının yıkılışını hızlandıracaktır"

Ortadoğu’da yaşanan siyasal gelişmelere bakarak, şöyle bir tespit yapmak mümkün: Bölgesel gelişmeler ve egemenler arası ilişkiler adına yeni bir evrenin ipuçları gözükmeye başladı.

Önce R.T.Erdoğan’ın ABD’ye gidişi ve ABD Başkanı Joe Biden’ın, Türkiye’nin Suriye ve Rojava’daki varlığına ilişkin açıklamaları, ardından Soçi görüşmelerinde yaşananlar ve Rojava’nın ABD-Rusya ve Şam arasında yoğunlaştırdığı diplomasi trafiği vb. Tüm bunlar, devrim ve karşı devrim güçleri için yeni siyasal gelişmelerin yaşanacağı ve olanakların artacağı bir sürece işaret ediyor.

Ancak söz konusu Ortadoğu olduğunda, iki noktanın altını çizmekte yarar var. İlki, kimi muhtemel gelişmelerin yaşanması öngörülse bile bunların sürece yayılmış tedrici biçimde olacağı unutulmamalıdır. Özellikle Rusya-ABD ve TC’nin birbiriyle kurdukları ilişkide birden fazla çelişki mevcuttur. Ve her çelişkinin karşılığı, tarafların siyasal pozisyonlarını dolaysız olarak etkilemekte, bir anlamda sert ve keskin hamlelerinin önünü almaktadır.

Mao’nun deyimiyle “kansız savaş olan” siyasetin sonuçlarının, “kanlı siyaset” olan savaş ile belirleneceği unutulmamalıdır. Bu gerçeği gözden kaçırarak taraflardan herhangi birisinin “kesin zaferini” ya da “kesin mağlubiyetini” ilan edenlerin defalarca baltayı taşa vurduğu tecrübe ile sabittir.

İkinci olarak ise devrimci kuvvetler bakımından bölgesel gelişmelerin analizi ancak devrimci bir taktiğin konusu olduğu ölçüde anlam kazanacaktır. Özellikle TC devletinin içeride yaşadığı kapsamlı kriz, Ortadoğu’da yaşayacağı daha derin krizlerle bütünleşecektir. Devrimci potansiyeli oldukça güçlü bir kaos aralığı olarak tarif edilebilecek bu dönemecin, mücadelenin bütün başlıklarına sirayet eden etkileri olacak. Devrimci bir politikanın eksenine bağlanmadan yapılacak her değerlendirme ise şu ya da bu düzeyde burjuva medyanın analizleriyle benzerlik gösterecektir.

 

TC devleti için deniz bitiyor!

Emperyalistler arası çelişkilerin ve sahadaki durumun kırılganlığını görerek Osmanlıcılık hayalleriyle yeni işgal alanlarına yönelen TC devletinin siyaseti topyekun bir gerileme yaşıyor. Doğu Akdeniz, Libya, Yunanistan, Azerbaycan, İdlib diyerek kendisine yeni sınırlar arayan Türkiye’nin elinde yalnızca Irak Kürdistanı ve Rojava’da işgal edilen bölgeler kaldı. TC devletinin askeri dış siyaseti ve emperyalistler arası mutabakatın yokluğu bir süreliğine alan açmasına müsaade ettiyse de, kalıcı bir başarıya izin vermedi. J. Biden iktidarı ise TC’nin dış politikasında denge politikasını sona doğru zorlayan önemli bir dönüm noktası oldu.

Öyle ki, J. Biden ABD’si ile uzun bir süre diplomatik temas kurmakta bile zorlandılar. Elbette bu, ABD siyasetinin sınırlarını zorlayan R.T.Erdoğan’ı en keskin biçimde hizaya çekme arayışıydı. TC ve ABD arasındaki yapısal ilişkinin yıkılmasını değil, R.T.Erdoğan’a ayar verilmesi amaçlanıyordu. Çelişkili tablonun merkezinde ise S-400 yaptırımları ve ondan daha önemli olarak Suriye ve Rojava meselesi vardı.

Öyle ki Trump döneminde ABD, hem Suriye rejimini sınırlamak hem de Rojava Devrimi’ni zayıflatmak için Türkiye’yi bir tehdit kartı olarak sallamaktan geri durmadı. Efrin, Serekaniye ve Gire spi işgalleri, bu çelişkilerin varlığına yaslanarak ABD’den onay aldı. Rusya ve ABD’nin olası bir mutabakat masasına uzaklığı da, Türkiye’nin hareket alanını genişletiyordu.

Ancak Haziran’daki Putin-Biden görüşmesi ile dengelerin değişeceğinin ilk sinyalleri geldi. Stratejik hedefler bağlamında Rusya ve dolayısıyla Suriye rejimi ile ortaklaşması mümkün olmayan Türkiye, Rojava’ya saldırı sözü alabilirse ABD ile yapamayacağı şey olmadığını göstermek istiyordu.  Bu amaçla kamera önünde ve arkasında yoğun bir diplomasi işletildi.

Ancak görünen o ki ABD, Türkiye ve beraberindeki çetelerin orta ve uzun vadede kendisine kazandırmayacağını düşünüyor. Bu yüzden de Türkiye’nin Rojava’ya yönelik saldırısını oyun kurucu değil oyun yıkıcı olarak değerlendirme tavrını sürdürüyorlar. R.T.Erdoğan’ın ABD görüşmesinden eli boş dönmesinin en temel sebebi buydu. Görüşme öncesinde Moskova’yı kızdıran açıklamalarla ABD ilişkiler iyileştirilmek istendi. Günün sonunda ise resmi bir karşılamaya bile muhatap olmayan R.T.Erdoğan’ın “Biden’le iyi başladım diyemem” açıklaması durumun özeti olarak okunabilir.

Bunun en büyük nedeni ABD’nin Suriye’de 2012’nin koşullarına dönme imkanının kalmadığını görmesi ve Rojava’nın Suriye’nin geleceğinde rol oynayacak temel güç olması belirleyicidir. Bu fotoğrafın anlamını bilen ABD, mevcut dengeden stratejik sonuçlar çıkartmaktan daha çok şu an için maksimum sonuç elde etmek istiyor. Arap ülkelerinin Şam’la temaslarını hızlandırması ya da Dünya Bankası’nın Suriye’nin yeniden yapılandırmasına yönelik bütçe öngörüsü, Biden yönetiminin yaklaşımından bağımsız ele alınamaz.

Türkiye ise açık açık “ABD, Rojava ile ilişkilerini kessin ama NATO müttefiki olarak Türk ordusunu Suriye, Rusya ve İran’a karşı desteklesin” diyor. Bu tabloda söylenebilecek iki temel nesnellik şudur.

1) ABD, Türkiye’nin Rojava işgaline şu an için destek vermeyecek bir görüntü çizmektedir. Bu Türkiye için sahanın daraldığı anlamına geliyor.

2) ABD için Türkiye, Rusya ile kalıcı bir çözüm masası kurulana kadar, Suriye Rejimi ve İran’ı sınırlandırmak için kullanışlıdır. Kapsamı ve biçimi değişiklik göstermekle birlikte, Suriye’deki Türkiye varlığına bir süre daha müsaade edilecektir. Türkiye’nin varlığının tam anlamıyla sonlanmasını beklemek hayalcilik olur!

 

Önce İdlib ya sonrası…

Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Soçi görüşmeleri, Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkilerde bir kırılma anının verilerine işaret ediyor. Suriye sahasındaki yakınlaşma ve buna bağlı olarak S-400 meselesinde önemli ortak hareket kabiliyeti sergilemekle birlikte, Putin ve Erdoğan ilişkisinin konjonktürel olduğu daha en başından biliniyordu.

Öyle ki Suriye’de, Ortadoğu’da, Libya’da, Kırım’da ve diğer birçok konu başlığında Rusya ile Türkiye’nin stratejik amaçları farklıdır. Ve bu yüzden de farklı stratejik amaçlarla uygulanan kimi taktik politikalar, yer yer üst üste geliyorsa da, bu ilişki kriz dinamiklerini hep bağrında taşıyordu. Bugün ise kaçınılmaz olana daha da yakınlaşmış bulunuyor.

Bu bağlamda söylemek gerekir ki; Rusya’nın esas amacı Suriye’de rejimin otoritesini güçlendirmek, Rojava’yı en geri yerel yönetim hakları üzerinden rejimle uzlaştırmak ve buna bağlı olarak da Türkiye ve ABD’yi Suriye’den çıkartmaktır. Türkiye’nin nihai amacı ise Suriye ve Rojava’da kalıcı olabilmektir.

Peki böylesi uzlaşmaz çelişkilerin varlığına rağmen Türkiye ve Rusya’yı konjonktürel olarak buluşturan nedir? Buna verilecek en özlü yanıt; Rusya’nın, Kürtler ve Rojava bağlamında Türk-Amerikan çelişkisini derinleştirmesi iken; Türkiye’nin de bölgedeki Rusya-Amerika rekabetini kendi çıkarları için değerlendirmesidir.

Ancak unutulmamalıdır ki, Türkiye ve Rusya’nın Suriye dışında da derin çelişkileri mevcuttur. Ukrayna ve Polonya ile askeri ilişkilerin derinleştirmesi, Libya’nın geleceği, Azerbaycan mutabakatı, Kiev’e insansız uçak satışı ve Kırım sorunu bu başlıklardan yalnızca güncel olanlarıdır.

Suriye’de ise şu an öncelik İdlib… Zamanında “gözlemci pozisyonunda kalma, ağır silah bulundurmama” ve “çeteleri silahsızlandırmak” amacıyla Türkiye’nin varlığına izin verilmişken artık yolun sonuna gelindiği gözüküyor. Öyle ki, Rusya Soçi öncesinde Türk devletinin işgali altında bulunan Efrîn’de çete kamplarını da vurarak, masada elini yükseltti. Bu dönem içinde İran ve Rusya’nın askeri desteğiyle hareket edebilen Şam hükümet güçleri, İdlib’in güneyine yönelik operasyonlarını artırdı.

Putin’in, “Erdoğan ile görüşmemiz her zaman sorunsuz geçmiyor” sözleri, dönemsel karşıtlıkların bir dönem daha devam edeceğinin işareti oldu. Rusya için sıradaki adım Türkiye’nin M4 yolunun kuzeyine çekilmesi olacaktır ve bunun için sahada gerekli olan her türlü askeri operasyon sürecektir. Buna paralel olarak Rusya-ABD görüşmeleri derinleşmemiş haliyle bile olsa Türkiye’nin alanını daraltmaya yetiyor. New York ve Soçi’den eli boş dönen Türkiye, bunun sonuçlarını görecektir.

 Krize devrimci yanıt: Devrimci yenilgicilik

TC devletinin Ortadoğu’da yaşadığı ve ağırlaşarak yaşamaya devam edeceği kriz, yalnızca bir dış politika sorunu değildir. İçinde bulunulan “an”da, “dış ve iç siyaset” oldukça güçlü bağlarla birbirine bağlanmıştır. Bunun anlamı ise birleşik devrimci güçler için yeni olanakların açığa çıkması demektir. Bu ise “devrimci yenilgicilik” siyaseti, yani içerde ve dışarda TC devletinin işgalci savaşını, onun yenilgiye uğrayacağı bir savaşa dönüştürmektir.

Elbette ki Rojava’daki devrimci güçlerin TC devletine karşı direnişi ve işgal altındaki Rojava topraklarını özgürleştirmesi, bu siyasetin en önemli adımlarından birisi olacaktır. TC’nin, Rojava’da yaşayacağı yenilgi, mevcut devlet krizini derinleştirecek ve AKP-MHP faşist iktidarının yıkılışını hızlandıracaktır.

Devrimci yenilgicilik politikasını bir diğer bütünleyeni ise Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda AKP-MHP faşist ittifakının yıkılışı için mücadele etmektir. Sosyal şovenizmle malul siyasi çizgilerin, TC devletinin işgal saldırılarını görmezden gelerek siyaset yürütmesi, modası çoktan geçmiş 2. Enternasyonal oportünizmidir. Birleşik devrimci faaliyetimizin zaferi, Rojava’nın direnişi ile emekçilerin sosyal şovenizme karşı mücadelesi ve AKP-MHP faşist ittifakını hedefleyen eylemlerle iç içe geçmiş durumdadır.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu