Ortadoğu’da ve çevresinde savaş ve çatışma aynı anda yaşanmaktadır. Bir yandan Rojava’ya yönelik saldırılar sürerken, diğer yandan Medya Savunma Alanları’na ve dolayısıyla da resmi olarak Irak devletinin topraklarına yönelik operasyonlar devam etmektedir. Yine Filistin’de İsrail’e karşı direniş de tüm olanaksızlıklara rağmen sürüyor. Yemen’de Husilerin gerçekleştirdikleri eylemler artarken İran destekli farklı çete gruplarının başta ABD üsleri olmak üzere çeşitli noktalara eylemleri de sürüyor.
Kuzeyde ise Artsakh’la başlayan işgal çeşitli anlaşmalarla genişletilmeye çalışılıyor.
Kuzey ve Doğu Suriye’de devrim hangi koşullarda gerçekleşti?
Rojava devrimi gerçekleştiği ilk andan itibaren resmi sınırları içerisinde gerçekleştiği Suriye’deki rejimi ve tabi ki faşist TC’yi büyük oranda rahatsız etti. Ancak Suriye rejimi bir türlü başa çıkamadığı selefi çetelerle savaşı kaybediyordu. Bir bütün Suriye halkının BAAS rejiminin ve Esad yönetiminin baskı ve zulmüne tahammülü kalmamıştı. Bununla birlikte Suriye rejiminin kaçtığı yerlerde, DAİŞ’e karşı savaşta Kürt ulusal özgürlük hareketi etkili bir rol oynuyor ve rejim ordularının kaçtığı siperleri tutarak halkı koruma görevini üstleniyordu.
DAİŞ öncesine kadar Kürt ulusal özgürlük hareketi ve diğer çeteler arasında çeşitli çatışmalar yaşansa da büyük bir savaş yoktu. Bölgedeki Kürt nüfusun önemli bir kısmı Barzani hareketini destekliyordu. Kürt ulusal özgürlük hareketi ise halk içerisinde örgütlenme çalışmalarını sürdürüyordu. Ancak 2014’te DAİŞ’in Musul’u işgalinin ardından işin rengi değişti. Rojava’da da DAİŞ direkt olarak Kürtleri hedef alan fermanlar çıkarttı.
Bu dakikadan itibaren de Kürt ulusal özgürlük hareketi direkt olarak DAİŞ’le büyük çatışmalara girmeye başladı. DAİŞ’le girdiği çatışmalarda Kürt hareketinin başarılara imza atması ile birlikte başta Kürt nüfusu olmak üzere bütün ulusların gözünde Kürt hareketinin meşruiyeti daha da netleşti. Rejim meşruiyetini neredeyse tamamen yitirdi. Bu nedenle de Rojava devriminin karşısında duramadı. Hesekê ve Qamişlo’da birkaç küçük bölge dışında Rojava toprakları üzerinde bir hakimiyeti kalmadı. DAİŞ’e karşı hamlelerini Reqa ve De Zor’a kadar sürdüren Kürt ulusal özgürlük hareketi önderliğindeki Halk Savunma Birlikleri ve Kadın Savunma Birlikleri devrimin etkili olduğu toprakların yüz ölçümünü de genişletti. Ancak aynı zamanda rejimle de ilişkilerini hiçbir zaman kesmek istemedi.
Son olarak geçtiğimiz aylarda güncellenen anayasa değerindeki Toplumsal Sözleşmede de belirtildiği gibi Rojava’nın özerkliğinin tanınması ve “Demokratik Suriye Cumhuriyeti”nin kurulması dışında bir bağımsızlık talepleri olmadığını Özerk Yönetim her fırsatta yineledi.
DAİŞ’in bu savaşı kaybetmesi elbette en ağır biçimde faşist TC’yi etkiledi. Birçok planı bu nedenle alt üst olmuştu. Mesele sadece bölgede sınır komşusu olarak bir Kürt özerk bölgesinin varlığı değildi. Bu varlığın T. Kürdistanı’ndaki savaşı nasıl etkileyeceğini iyi biliyordu.
Bununla birlikte selefi çetelerle kurduğu göbekten bağ üzerinden bölgedeki ticaret yollarına hakimiyet gibi planları da suya düşmüştü. Bu R.T.Erdoğan’ın her fırsatta heyecanla “Kobane düştü, düşecek” diye sayıklamasının esas nedeniydi. Düne kadar “kardeşim” dediği Beşar Esad’ın düşmesi ile kendisine doğacak yeni fırsatlar, neo-Osmanlıcılık hayalleri ve İslam dünyasının yeni halifesi olma rüyaları aynı zamanda bölge zenginliklerine hakimiyet anlamına da geliyordu.
Bu nedenle Rojava devrimi, onun çıkarlarını kökten baltalayan bir yerde duruyordu. İlk günden itibaren de bu devrime yönelik saldırılarının ardı arkası kesilmedi.
Devrime yönelik saldırıların niteliği değişiyor
Ancak bu tarihsel arka planla birlikte bazı önemli eşikleri görmekte fayda var. Efrin işgali ile başlayan süreç Türkiye’nin Suriye topraklarını resmi olarak işgal etmeye başladığı süreçtir. Bu işgal Serekaniye ve Gire Spi ile daha da derinleşti.
Özellikle Irak Kürdistanı ve Medya Savunma Alanları’nda yaşadığı ağır kayıplarla birlikte ise Rojava’ya yönelik işgal saldırılarının boyutu daha da değişti. Son 1-2 yıllık süreçte ambargonun boyutlarını artırmak, askeri saldırılarını çeşitlendirmek gibi adımlarının yanında Rusya ve İran öncülüğünde Suriye rejimi ile arayı yeniden bularak devrimi bu şekilde boğmanın yollarını da arar oldu. Zira ne kuzeyden suyu kesmesi ne tarlaları yakması ne yerleşim yerlerini bombalaması ne de çete grupları üzerinden yaptığı saldırılar sonuç vermedi.
Devrimin kadrolarına yönelik hava saldırıları çalışmaları engellemeye yetmedi. Astana görüşmelerinden de bir türlü verimli sonuç alınamıyordu.
TC devleti bölgede Rojava üzerine planlar yapan tek devlet değil. Rojava’nın jeo-politik önemi bölgedeki diğer gerici devletlerin de elbette gündeminde. İran’ın Şii hilali projesi, İsrail’in bölgedeki çeşitli planları, KDP’nin çıkarları vb. nedenlerle birçok gerici gücün gündeminde Rojava devrimi. Ancak diğer devletlerden önce topraklarında kurulduğu Suriye rejiminin Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile çelişkileri var.
Bu çelişkiler dönem dönem gün yüzüne çıktı. Özerk Yönetimin demokratikleşme çağrılarına cevap vermek istemeyen Esad rejimi, Rusya ve İran desteği ile kendisini biraz toparlayınca Rojava devrimini boğmaya yöneleceğini her fırsatta gösterdi. Rojava toprakları üzerinde bulunan rejimin askeri noktalarından istihbarat akışı dışında, QSD güçleri ile direkt çatışmalara da girildi. Ancak rejimin en büyük zayıflığı kendi askeri gücüne hâkim olamaması oluyor.
Uzun süreli ve çok kötü koşullarda askerlik yapmak zorunda olan birçok Suriyeli genç, rejimin iddia ettiği “vatanseverliği” göstermek istemiyor. Bazı dönemlerde hükümette yer alan bazı kişilerin Özerk Yönetimin taleplerine olumlu bakan açıklamaları da oluyor. Ancak bütün bunlar Suriye devletinin çıkarlarına ters düşüyor. Hem koşulları görece biraz düzelen hem de İran ve Rusya ile kurduğu ilişkiler nedeniyle yapabileceği başka bir şey olmayan Esad rejimi, TC ile görüşmelerinde bazı somut ilerlemeler kaydetmek istiyor.
TC’nin de Rojava devrimine karşı Esad rejimi ile çalışmaktan başka bir seçeneği kalmadı.
Bunun bir göstergesi olarak 20-21 Ocak 2024 tarihinde, Suriye rejiminden bir heyet ile TC devletine ait bir heyet arasında sınırda bulunan Keseb bölgesinde gizli bir toplantı gerçekleştirildiği bilgisi basına sızdı. Astana görüşmelerinin bir ayağı olarak da değerlendirilebilecek bu görüşmeye Rusya’nın önayak olduğu belirtiliyor.
Suriye rejimi, Astana görüşmelerinin başından beri TC’nin başta İdlib olmak üzere Suriye toprakları üzerindeki varlığından rahatsızlığını dile getiriyordu. Bununla birlikte direkt kendisi bulunmasa bile kendisine bağlı sözde Suriye Milli Ordusu adı altındaki çetelerin varlığının Suriye devletinin bütünlüğüne zarar verdiğini yineliyordu. “TC için nasıl QSD’ye bağlı güçler terörist ise Suriye için de bu çetelerin terörist olduğunu” belirtiyordu.
Basına sızan bilgiler kadarıyla bu görüşmede de İdlib ve çeteler ana gündemlerden birisi oldu. İdlib’ten özellikle bazı bölgelerin direkt olarak Suriye’ye teslim edilmesi talep edildi. TC sınırları içinde yaşamlarını sürdüren bazı önemli çete önderlerinin Suriye’ye teslim edilmesi talep edildi. Yine TC’nin işgal ettiği bölgelerde kaçakçılığı kendi kontrolü altına almak için yürüttüğü hendek çalışmalarının Suriye’nin çıkarlarına zarar vereceği belirtildi.
Rejim heyeti, kendilerine bağlı noktaların dönem dönem TC’ye bağlı çeteler tarafından hedef alındığı belirtilerek kendi sınırları içerisinde sürdürülen bombardıman ile ilgili detaylı bilgi istedi. Basına sızdığı kadarıyla tüm bunların karşılığında ise TC heyetinin talebinin istihbarat ile sınırlı kaldığı gözlemlendi.
TC, hem rejimin Özerk Yönetim ile herhangi bir istihbarati paylaşım yapmasını istemiyor hem de kendisiyle istihbarat paylaşımını artırmayı talep ediyor.
Bu sınırlı talep TC’nin son süreçte havadan ve karadan Rojava topraklarına yönelttiği bütün saldırılara rağmen istediği sonucu alamamasıyla ilgilidir. Son bir yıl içerisinde özellikle yerleşim yerlerinin ve enerji kaynaklarının hedef alınmasına, birçok askeri aracın ve noktanın vurulmasına rağmen, Rojava’da halk sokakları doldurarak hem işgal saldırılarına karşı yürümüş hem de Öcalan’a yönelik tecridin kırılması için kitlesel eylemler düzenlemişti.
Şimdi de Rojavalı kadınlar kitlesel etkinliklerle 8 Mart’ı kutlamaya hazırlanıyor. Bütün bu saldırıların sonuç vermemesi ve Rojava devriminin devam etmesi yalnızca Rojava ile ilgili ve sınırlı değildir. Devrimin bölgedeki varlığı bölge halkları açısından simgesel olmanın ötesinde anlamlar ifade etmektedir.
Elbette emperyalistler ve bölge gericileri açısından da durum böyledir. Bu devrim bölgedeki birçok gelişmeye somut olarak etki etmektedir. Bu nedenle de sürekli olarak hedef olmaya devam edecektir. Bugün TC devletinin ve Suriye rejimin planladıkları bu saldırıların geri püskürtülmesi bölge halkları açısından DAİŞ’in yenilmesinden daha büyük bir önem taşımaktadır.
Bu nedenle de Rojava devrimine yönelik destek eylemlerinin de niteliğinin güçlendirilerek çoğaltılması gerekmektedir.