TC devletinin Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim (KDSÖY) topraklarına yönelik gerçekleştirdiği saldırılar Haziran sonrası giderek artmıştır. Rojava’ya yönelik düşük yoğunluklu bir savaşın sürdürüldüğünden bahsedilebilir. Aylardır işgal tehditlerini dilinden düşürmeyen Erdoğan-Bahçeli kliğinin Madrid, Tahran ve Soçi görüşmeleri sonrasında hava saldırılarını artırması tesadüf olmasa gerek.
Suriye Demokratik güçleri (QSD), faşist TC devletinin 8 Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarında toplamda 1500’den fazla hava saldırısı gerçekleştirdiğini, bu saldırılarda 44 kişiyi yaralarken, 12 kişi katlettiğini açıkladı. Saldırıların yoğunlaştığı Ağustos ayında 600’ün üzerinde saldırı gerçekleştirildiği kayıtlara geçerken 25 kişi katledilirken 30’u geçkin kişi yaralandı. Son olarak Şamoka köyüne yapılan saldırıda Birleşmiş Milletler tarafından finanse edilen okulun vurulması ile 4 çocuk katledildi.
Saldırıların boyutu oldukça geniş bir alanı kapsıyor. Yerelden elde ettiği istihbarata bağlı olarak faşist TC, keşif saldırılarıyla tüm Rojava alanında nokta atışları gerçekleştiriyor. Bir diğer saldırı taktiği ise sınır hattı boyunca sivil asker ayrımı yapmadan köylere yönelik havan, obüs, keşif ve ağır silah saldırılarında bulunmasıdır. Burada sınır hattında bulunan sivillerin köylerini terke zorlama hedefi güdülüyor.
Rus Emperyalizminin Soçi ve Tahran’daki oyunu
Özerk Yönetim topraklarına yönelik saldırıların arka planında elbette Madrid’te toplanan NATO, Tahran ve Soçi görüşmelerinin etkisi var. Rusya ve İran, Suriye Rejimi’nin en büyük destekçileri olarak bölgede varlığını sürdürmektedirler. Ancak KDSÖY’e karşı Türkiye, İran ve Rejim’in dolayısı ile Rusya’nın ittifak geliştirmekte olduğunu görmek gerekir. Özellikle Rusya’nın Özerk Yönetim topraklarını Suriye Rejimi’ne teslimini öteden beri istediği bilinmektedir.
Bu amaçla Türkiye’nin saldırılarını yine koz olarak kullanmaya devam etmektedir. İran’ın Til Rıfat’a yönelik işgale “hayır” yanıtını vermesi ile TC’nin saldırıları Fırat’ın doğusuna kaymış durumdadır. Kobane ve çevresinin yoğun bir saldırı altında bulunması, Rusya’nın saldırılara göz yumduğu anlamına gelmektedir. Soçi ve Tahran antlaşmalarının özeti “Rojava Devrimi”nin yıpratılması olduğu ortaya çıkmıştır. Rusya’nın teşviki ile Rejim ve TC’nin gizli görüşmeler yaptığı, TC’nin Fırat’ın batısına saldırmasına belli oranda göz yumulacağının işaretleri verilmiştir.
İran, TC devletine karşı Suriye toraklarını savunma arzusunda, rejimi desteklemekte, yayılmacılığını devam ettirme arzusundadır. Bu amaçla Lübnan’da Hizbullah ile olan bağlantısını bozacak hiçbir girişime meydan vermeyecektir. Bu durumu bilen TC’nin şimdilik Halep üzerinde plan yapması görünmemektedir. TC gözlerini yeniden Fırat’ın batısına kaydırmıştır.
ABD ve Koalisyonun seyri altında katliamlar
Fırat’ın batısında konuşlanan ABD emperyalizmi ve IŞİD Karşıtı Koalisyon’un son saldırılara ve katliamlara göz yumması, NATO’nun Suriye yönelimini özetlemektedir. Bu saldırı ve cinayetler ABD’nin ve NATO’nun yönelimleri doğrultusunda işlenmektedir.
Son olarak BM’nin finanse ettiği okulun TC tarafından bombalanması ve 4 çocuğun katledilmesi, ABD üssüne birkaç km yakınında cereyan etmiştir. Fırat’ın batısının bu denli saldırı altında olması Rojava Devrimi’nin kazanımlarına yönelik saldırılarına emperyalistler tarafından göz yumulmaktadır. Ki bu durum bizleri şaşırtmamaktadır.
Yaşanan gelişmeler ve artan saldırılar göstermektedir ki, emperyalistler arası dalaşın orta yerinde bulunan Rojava Devrimi’nin dost güçlerinin yine ezilen halklar olacağı/olduğudur. Yaşananlar bir kez daha bu gerçeği ispatlamaktadır.
NATO’nun Suriye politikası
TC’nin Rejim’in ve dolayısı ile Rusya’nın temel talebi olan Suriye’den çıkması mümkün değildir. İdlib ve çevresinin TC denetiminde olması NATO’nun denetiminde olması demektir. Aksi halde Alman devletinin bölgeye olan ilgisini başka türlü açıklanamaz. Fırat’ın batısının büyük oranda ABD denetiminde olması, doğusunun ise kısmen TC ve dolayısı ile yine NATO denetiminde olması, Rusya ve İran’ın belli oranda sıkışmasını beraberinde getirmektedir.
Bu şartlarda Rusya ve İran’ın TC devletini bir bütün dışlamadıkları gibi, bir dost olarak da görmedikleri aşikardır. Her ne kadar TC ve Rus emperyalizminin flörtleşmesine tanık olsak ta, esas hattın NATO hattı olduğu açıktır. Bunun bilincinde olan İran ve Rusya’nın KDSÖY’ne karşı bir ittifak içinde olduklarını görmek gerekir
Rojava cephesi
Saldırılarda kayıpların çoğalmasının ana nedeni içerden istihbarat desteğinin olmasıdır. MİT, Rojava’da oldukça yaygın bir işbirlikçi ağı geliştirme amacındadır. Ancak QSD’nin başlattığı “yemin operasyonları” ile bazı ajanlar yakalanmış, iki ajan ise bir operasyonla öldürülmüştür.
Süren düşük yoğunluklu savaşın bölge halkı üzerinde yıpratıcı etkisi olmakla birlikte, devrimci halk savaşı ya da halk savunma savaşı denlen stratejilerle devrimin savunulması amaçlanmaktadır.
Saldırılara karşı QSD güçlerinin sınır ötesinde misilleme saldırıları gerçekleştirmesi ve 30 TC askerini saf dışı bırakması ile, yapılan savaşta güçlerin salt savunma temelli olmayacağının mesajı verilmiştir. Yüksek teknoloji ve asker gücüne rağmen bir işgal savaşına karşı daha büyük oranda bir savaşın olacağı şimdiden görülmektedir. Bu temelde hem askeri güçler hem de halkın Özerk Yönetim çağrısı ile OHAL ilan edilerek seferber edilmesi oldukça önemli bir yerde durmaktadır.
TC’nin, Minbiç ve Tıl Rıfat planları başka baharlara kalırken, nokta saldırılarındaki artışa daha farklı çözümler kendisini dayatmıştır. Güçlerin hareket tarzından, yaşamın belli oranda değiştirilmesine, sivil yaşamın kendisini savaşa hazırlamasına kadar önemli oranda değişimlerin kendisini göstereceği süreç şimdiden başlamıştır.
Türkiye, bu topraklar açısından genel olarak bir işgalci şeklinde anılmaktadır. Bunun tarihsel nedenleri kadar, günümüzde esas olarak NATO ve ABD bağımlısı bir siyaset izlemesinin etkisi büyüktür. TC devletinin devlet politikasında gerçekleştirdiği manevralar (Rejim ve İsrail ile ilişkileri yeniden düzenleme çabaları) gerek Suriye halkında (çetelerin etkisi altında olan alanlar başta olmak üzere) gerekse de Filistin halkında tepki uyandırmaktadır.
Bu durum TC’nin önümüzdeki süreçte Arap halkları içerisinde daha fazla teşhir olacağı anlamına gelmektedir.
İşgal saldırılarına karşı duralım!
Rojava topraklarına yönelik düşük yoğunluklu bir savaşın başlatıldığını söylemek pek de abartılı olmayacaktır. Suikastlarda yaşanan artış, sınır hattında yapılan saldırılarda son 15 günde 25 kişi katledilmiştir. Bu saldırılara karşı QSD, misillemelerle ile cevap vermiştir.
Emperyalistler arası dalaşın ve kutup başlarının TC ile kurdukları ilişkiler analiz edildiğinde çıkacak bir savaşa güçlü bir “hayır” denmeyeceği ortadadır.
İşgalci TC’nin saldırısına karşı, her alanın savaş alanı olacağını, ezilenlerin yek yürek hareket edebilmesi için ittifakların, birleşik mücadele güçlerinin kendi güçlerini, işgale karşı en geniş çerçevede harekete getirmesi bir elzem olarak karşımızda durmaktadır. Olası bir işgal durumu savaşın boyutunu büyütecektir.
Bu savaş, ezilenlerin ve ezenlerin savaşı olarak halkımız nazarında yankı bulmalıdır. Tek bir hedefe, tüm güçlerin seferber edilmesi ile ortaya çıkacak sinerji, bölgesel çapta tüm emperyalist işgallere verilecek en büyük cevap olacak, emperyalistlerin tekerine çomak sokacaktır. Bugün Rojava işgaline yanıt verilmediğinde, yarın emperyalizmin ve TC faşizminin bölge çapında artacak talanını ve sömürüsünü engellemek daha zor bir hale gelecektir.
O nedenle artan işgal saldırılarına karşı durmak, buna dair devrimci bir çalışma yürütmek, anın ve geleceğin devrimci görevleri arasındadır.