Genel kabul sayılabilecek bir doğru olarak faşizm koşulları muhalif saflarda bozucu bir etki yaratır. ‘Safların sıklaştırılması’ ihtiyacı esasen bu bozuma, sınanma ve elenmenin ortaya çıkarttığı sonuçta direniş gösterebilecekler ile biat edeceklerin ayrımına da gönderme yapar.
Geçtiğimiz günlerde, yani milyonlarca insanın desteğini alarak seçilmiş HDP’li belediyelere kayyum atandığı günlerde Cumhurbaşkanlığı Sarayında Tayyip Erdoğan tarafından organize edilen ve HDP’li belediye eş başkanlarının davet edilmediği buluşmaya CHP’li belediye başkanlarının katılması tam da bu minvalde tartışmalara kapı araladı.
Nitekim özellikle son yıllarda esen muhalefet rüzgarını kanatlarına doldurarak, kitlelerin artan hoşnutsuzluğundan istifade ederek kazanılan belediyelerin, kitlelerin iradesine saldırının en aleni şekline karşı yeterli düzeyde tepki göstermemesi, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “kayyumları anti-demokratik buluyoruz ama sokak protestolarına katılmayacağız” mealindeki açıklamaları şüphesiz ki, Erdoğan’ın bahse konu yemekle birlikte yapmaya çalıştığı saflaşmada bir yerlere takabül ediyor.
Burada aslında CHP gerçekliğine aykırı bir durum yok. Gel gelelim, üzerine söz söylenmesi gereken noktayı, güncelin siyasasında ezilen milyonların AKP’nin karşısında konumlanırken ve az çok safını belirlerken nereye yöneldiği belirliyor.
Zira, HDP’den ziyadesi ile destek görerek kazanılan CHP’li belediyelerin yemeğin bitiminde koşa koşa yaptıkları “CumhurbaşkanıMIZ ortamı yumuşatmak istiyor” açıklamalarının da gösterdiği şekli ile CHP bir kez daha devletin bekasına tosluyor ve bir kez daha muhalefet söylemini egemenin dümen suyuna akıtıyor. Bu gerçeğin mükerrerliğini kitlelere anlatmak, ortaya çıkan “mutluluk tablosunu” teşhir etmek önemli bir görev olarak karşımızda duruyor.
Düşmanı da kardeş yapar Kürt Sorunu…
Durumun yergisini uzatmadan belirtelim, yaşadığımız coğrafyanın verili koşullarında hiçbir politik gelişme Kürt sorununa temas etmekten kaçamaz. Bugün kayyumlarla CHP’li belediye başkanlarını aynı masada buluşturan da, pek muhalif İmamoğlu dahil hepsini koşa koşa saraya götürten de yine Kürt sorunu olmuştur.
Verili koşullarda AKP’nin yaşadığı gerilemenin, Erdoğan’ın ekonomik-siyasal bir yığın kaybın telafisini Kürt ulusuna ve onun siyasal temsilcilerine saldırıda bulması, Suriye yerelinde Kürtlerin kazanımlarına yönelik devletin hazımsızlığı gibi bir yığın etkenle tecelli eden Kayyum saldırısı, CHP açısından tarihin her devrinde yalpaladığı bir içeriğe sahiptir.
Konunun Kürt ulusal sorunu olması ve CHP’nin devletin kurucu partisi olarak bugünün iktidarından da kirli bir geçmiş ile bu ulusun karşısında bulunması bu yalpalamanın kaynağıdır. Açık olan şudur ki, CHP tarihin her devrinde devletin bekasına dokunan her sorunda egemen güçten yana tavır almıştır.
12 Mart döneminde Denizlerin idamı için oy veren parti, Alevilere yönelik katliamlarda pay sahibi olan parti bugün Kürt ulusunun kazanımları karşısında da AKP ile aynı ortaklığı kurmaktan çekinmemiştir. Son süreçte Afrin işgali döneminde Kılıçdaroğlu’nun aldığı tutum hala akıllardadır.
Bu böyle olduğu içindir ki, kitlelerin yükselen muhalefetini yelkenine dolduran gemi, Erdoğan’ın sarayına demir atmakta beis görmemektedir.
Ancak bu realitenin CHP açısından da sıkıntılı bir döneme işaret ettiğini belirtmekte fayda var. Az çok muhalif söylem barındıran her kesimin baskı altında olduğu bu günlerde CHP belediyeleri her ne kadar Erdoğan’ın yemeğinden “ortam yumuşatma” mesajları devşirse de, saldırganlığın kapılarında olduğu son olarak Canan Kaftancıoğlu davasından da görülmektedir. Yakın geçmişteki Eren Erdem ve Enis Berberoğlu davalarından da okunduğu şekli ile bu kapıya dayanma halinin ve bunun karşısındaki dirençsizliğin CHP açısından da bir iç çelişki yarattığı aşikardır.
Dikkat edilirse, bir parti olarak birçok temel gündemde söz ve eylem birliği bulunmayan CHP’nin sınırlı da olsa muhalif kadrolar barındırması ve bu kadrolar devletin saldırılarından nasibini alırken eylemle sahiplenilme gibi bir yönelimin ortada olmaması önemlidir.
Görünen odur ki, ülkenin batısında kitlelerin muhalefetini absorbe ederken dahi iç çelişki yaşayan bu partinin Kürt sorunu temelinde politikasızlığı, daha boyutlu bir iç çalkantıyı dayatmaktadır. İmamoğlu’nun Amed’e gittiği günlerde Kılıçdaroğlu’nun “sokağa çıkmama” telkini buna örnektir.
Kayyumlarla aynı masada…
Bahse konu yemeğin ve CHP’li belediyelerin biat şovunun ağırlığını anlatmak açısından esasen neyden önce geldiğini ve neye dönüştüğünü görmek gerekli. HDP’li belediyelere kayyum atandığı ve CHP’li belediyelerin de kayyumla tehdit edildiği günlerde bu bayların, bu tehditlerin akabinde yemeğe iştirakinden çıkan ilk anlam biattır, kuşkusuz.
Lakin burada bundan önemli sonuç ise, dönüştüğü şeyin AKP’yi ve Erdoğan’ı kurtarmak ve ona payanda olmada bir enstrüman olmasıdır.
İstanbul seçimlerinin tekrarı günlerinde sürekli kitlelerin iradesinin gaspından dem vuran bu partinin, irade gaspının en aleni şekilde yaşandığı kayyum saldırıları karşısında kayyumlarla aynı masada buluşması, birlikte oturmakta kir görmemesi kitlelerin nezdinde tartışmalı hale gelen ve günden güne teşhir olan Erdoğan’ı meşrulaştırdığı aşikardır.
Bunun önümüzdeki politik süreç açısından Kürt sorununda yeni bir ittifaka kapı aralamadığını düşünmemek için hiçbir gerekçe yoktur. Rojava’nın işgalle tahdit edildiği bu günlerde, daha şimdiden 2023 seçimlerine hazırlık konuşmaları yapıldığı bir dönemde CHP, kayyumlarla buluşarak Kürtlere karşı ittifakta pay sahibi olabileceğini bir kere daha göstermiştir.
Uzun lafın kısası, kitlelerin artan muhalefetini bu partinin yelkenine doldurmasına müsaade etmemek, AKP’nin cephesine artı yazılmayacak her biçimde bu partiyi teşhir etmek ziyadesi ile önemlidir. Zira, Saray yemeğinden çıkan sonuç şudur ki devletin bekası mesele olduğunda CHP zaten tarihsel olarak duracağı yeri bilmektedir ve bu ezilen halkın safları değildir.