GüncelMakaleler

ANALİZ | İzmir İktisat Kongresi: Emperyalizme Bağımlılığın İlanı-2

"Görüleceği üzere İzmir İktisat Kongresi esasen egemen sınıfların yeni koşullar içinde durumlarını ve emperyalist güçlerle ilişkilerini tanımlayıp, devleti buna göre konumlandıracaklarını ilan ettikleri bir kongre niteliği taşımaktadır"

Amelen’n Esas Hakları (Şefik Hüsnü)

8 saatlik çalışmanın kabulü.

Gece çalışmalarında iki kat saat ücreti ödenmesi.

14 yaşından küçük çocukların çalıştırılmasının yasaklanması.

14-18 yasş arasındaki çocukların 6 saatten fazla çalıştırılmaması, günde en az 2 saat eğitim almalarının patronlar tarafından garanti edilmesi ve maden ocakları ve yer altı gibi yerlerde çalıştırılmaları.

Kadın ve çocukların gece çalışmalarının kanunen kesin olarak yasaklanması.

Kadınlara doğum sonrası 8 haftalık ücretli izin verilmesi.

Kadınların aybaşı dönemlerinde 3 gün ücretli izinli sayılmaları.

Amelelerin çalıştıkları fabrikalarda ve civarlarında amele kulübü açılmasına patronların mecbur tutulması.

Hastalanan işçilerin yatılı tedavileri için hastane ve eczaneler açılması.

İş esnasında rahatsızlanan işçilerin tedavisi ve vefat edenlerin çocuklarının iaşe ve iskanlarının (beslenme ve barınmalarının) garanti altına alınması.

Fabrika ve imalathanelerde işçi komiteleri oluşturulmasına izin verilmesi ve işçilerle patronlar arasındaki ilişkilerin bu komiteler aracılığıyla sürdürülmesiç

Patronlarla işçiler arasında müşterek mukavele yapılması usulünün kabulü.

Vasıta-i yevmiyelerin sendikalar tarafından temini.

Patronlarla amele arasında tahaddüs edecek (oluşacak) ihtilatafatın halli için müsavi hukuk ve reye malik muhtelif komisyonlar teşkili.

Amelelerin tabi haklarını temin etmek için en mühim silahı olan grevlerin kanunen kabulü.

Amelelerin haftada 24 saatlik istirahat sürelerinin ve senede bir ay izinlerinin (tam ücretli olarak) kabul edilmesi.

Fabrikalar, imalathaneler ve müessesat ve maden ocaklarından işçi alımı ve çıkarılmasını sendikaların yapabilmesi ve patronların işçi çıkarmasının engellenmesi.

Amelelere hiçbir zaman, hiçbir yerde cezayı nakdi yükletilememesi.

Amelenin Avrupa’da olduğu gibi tamamen serbest sendikalar tesisi hakkının tanınması ve amele sendika ve biliklerinin mümasil beynelmilel teşkilatlarla münasebet ve rabıta tesis etmekte tamamen hür olması.” (Şefik Hüsnü, Aydınlık 10 Şubat 1923) 7

“Öncelikle belirtilmesi gerekir ki, diğer grupların aksine, işçi grubunun sunduğu esasların önemli bir bölümü diğer gruplar tarafından reddedilmiştir. Örneğin, işçi sağlığı için bir vergi alınması, işçi temsilciliği gibi öneriler bunlar arasında sayılabilir. Kabul edilen öneriler arasında ağır işlerde yaş sınırlaması, gündelik ödenmesi, kadın işçilerin doğum izinleri, hafta tatili gibi konular yer almaktadır. Ancak çalışma saatlerinin yevmiye düzenlenmesi, ücretli yıllık izin, sağlık yardımı gibi konularda sınıfsal farklılıklar ya da sınıf çıkarları etkisini göstermekte ve diğer grupların muhalefetiyle karşılaşılmaktadır. Diğer yandan, işçi grubu tarafından dile getirilen, imtiyazlı yabancı işletmelerin devletleştirilmesi önerisinin diğer üç grup tarafından oybirliği ile reddedilmesi, burjuvazinin bağımsızlık anlayışının görülmesi açısından önemli bir noktadır. Bu derece ilginç olan bir diğer karar ise, sendika kurma ve grev yapma hakkının diğer gruplar tarafından kabul görmesidir.

Ancak burada erk devreye girmekte, diğer grupların istemleri zaman içinde kabul edilirken, ilerleyen süreçte işçilerin kabul edilen birçok istemiyle birlikte sendika kurma ve grev hakları da yasaklanmaktadır. Kapitalizmin istediği ‘siyasal istikrar’ için böylece önemli bir adım atılmış olmaktadır!”8

Peki işçi sınıfının talepleri dikkate alınmadığına göre kimlerin talepleri dikkate alınmıştır. Buna cevap olarak örneğin işçilerin “yabancı sermayenin millileştirilmesi” tekliflerine toprak ağaları, sanayici ittifakının karşı çıkmış olması önemli bir veri sunmaktadır. Hemen takip eden yıllarda Teşvik-i Sanayi Kanunu (1927) ile “milli burjuvazi oluşturmak” maksadıyla kapitalist zümrelere sağlanan ayrıcalıklara paralel olarak toprak ağaları ile yapılan ittifak gereği toprak reformunun yapılmaması. O dönem “Köy nüfusunun % 5’i ekilebilir toprakların % 65’ini elinde tutuyordu ve köylü nüfusun % 70’e yakın bir kısmı işlenebilen toprakların ancak % 5.l’ine sahipti ve savaş-yoksulluk ortamında bu oran, daha sonradan milletin efendisi olarak ilan edilecek “ağaların” lehine gün geçtikçe artıyor ve bu süreç vergiler ve tefecilik kurumunun neredeyse hukukileştirilmesi”yle sonuçlanacaktı.9

Bu durum TC devletinin Kaypakkaya yoldaşın tespit ettiği “Kurtuluş Savaşı’nın burjuvazi ve toprak ağaları ittifakının liderliğinde” sürdürülmüş olduğu tezini destekler niteliktedir ve burada kurulan ittifakın yeni süreçte, bu ittifakta giderek ağırlık kazanacak olan komprador burjuvazi ve onları doğrudan ilişkili oldukları emperyalist sermayenin ekonomik-sosyal-siyasi ilişkilerdeki belirleyiciliklerini ortaya koymaktadır.

“Kongre, başta emperyalist devletler olmak üzere, yerli ‘burjuvaziye’ özellikle de İstanbul tüccarlarına güvence vermeyi amaçlıyordu. Böylece bir yandan İstanbul’un kozmopolit’iş çevreleri’yle ittifak pekiştirilirken, onların aracılığıyla da emperyalistlere güvence verilmek isteniyordu. Kongreye davet edilenlerin kompozisyonu milli mücadele sürecinde oluşan sınıfsal ittifakının da belirgin bir yansımasıydı… Kongrede toprak ağaları sekizde üçlük bir temsil hakkına sahiptiler. İşçilerin temsili sembolik, göstermelikti.”10

 

Kongre süreci: Geleceğin habercisi

“Öncelikle belirtilmesi gerekir ki, diğer grupların aksine, işçi grubunun sunduğu esasların önemli bir bölümü diğer gruplar tarafından reddedilmiştir. Örneğin, işçi sağlığı için bir vergi alınması, işçi temsilciliği gibi öneriler bunlar arasında sayılabilir. Kabul edilen öneriler arasında ağır işlerde yaş sınırlaması, gündelik ödenmesi, kadın işçilerin doğum izinleri, hafta tatili gibi konular yer almaktadır.

Ancak çalışma saatlerinin yevmi ye düzenlemesi, ücretli yıllık izin, sağlık yardımı gibi konularda sınıfsal farklılıklar ya da sınıf çıkarları etkisini göstermekte ve diğer grupların muhalefetiyle karşılaşılmaktadır. Diğer yandan, işçi grubu tarafından dile getirilen, imtiyazlı yabancı işletmelerin devletleştirilmesi önerisinin diğer üç grup tarafından oy birliği ile reddedilmesi, burjuvazinin bağımsızlık anlayışının görülmesi açısından önemli bir noktadır. Bu derece ilginç olan bir diğer karar ise, sendika kurma ve grev yapma hakkının diğer gruplar tarafından kabul görmesidir.”11

İşçi temsilcilerinin söz konusu muhalefete karşı çıkışı ise, kongre ile ilgili anılarından anlaşıldığına göre, kongre anında başlayan -ve kongreden sonra da on yıllarca devam edecek olan- zor öğesi ile bastırılmıştır. Ve böylece bir askerin kongre başkanı olmasının da yararları görülmüş olmaktadır:

“İşçi grubu yok yere bir mesele çıkardılar ve sonunda da, ‘Mademki dediklerimizi dinlemiyorlar, kongreye ne lüzum var?!’ diye ayağa kaktılar ve gitmeye koyuldular. Solumda, en son yanda bulunan bu grubun benim hizama gelmesine kadar ses çıkarmadım ve tam önümden geçerlerken ben de ayağa kalktım ve kürsüye şiddetli bir yumruk indirerek yüksek sesle bir kumanda verdim: ‘duur!… Bir adım daha atan vatan hainidir!’ Hepsi yerinde durakaldı. Derhal ikinci bir emir verdim: ‘Geri dönün ve yerlerinize oturun ‘ Sanki askeri bir kıta imiş gibi hepsi geri döndü ve yerlerine oturdular. Üye ve seyircilerden oluşan binlerce halkın alkış tufanı ve taktirli haykırışları arasında ben de oturdum ve müzakereye devam ettik. Bir daha da münasebetsizlik olmadı.”12

Devam eden süreçte işçi sınıfına karşı devletin bir zor aygıtı olarak kullanılacağının güçlü bir sinyalidir bu olay. Asker-yönetici kimliğindeki devlet unsurunun işçi sınıfının haklarını talep eden hareketine karşı tutumu devletin işçi sınıfı karşısında bir baskı aygıtı olduğunun tipik bir örneğidir.

İzmir İktisat Kongresi Lozan’da görüşmelerin kesilmesinden on beş gün sonra toplanmıştır. Bu yönüyle Lozan’da temasa geçilen emperyalist güçlere verilen mesajların ekonomik alanda verilen teminatlarla sürdürülmek istendiği görülecektir. Daha önce alıntıladığımız gibi doğrudan M.Kemal’in “yabancı sermayeye düşman olmadıkları”, İzmir mebusu Mahmut Esat Bozkurt’un “ayrıcalık istemedikleri takdirde yabancı sermayeye kolaylıklar da sağlanacağı” vb. ifadeler oldukça önemlidir.

Diğer taraftan Mustafa Kemal’in “bağımsızlık” vurgusu yapan sözleri de olmuştur. Bu iki farklı ifadenin bir çelişki yaratmakta olduğu muhakkaktır. Bu çelişkiyi anlayabilmek için bugün de neo-liberal ekonomik politikaların uygulayıcısı olan AKP hükümeti lideri ve TC başkanı sıfatıyla R.T.Erdoğan’ın bir yandan bağımsızlık vurgusu yaparken diğer yandan yer altı, yer üstü kaynakları ile bütün Türkiye’yi emperyalist güçlerin dizginsiz sömürüsüne açmış olmasıyla paralellik gösterdiğini unutmamak gerekir. Aslında buradaki bağımsızlık vurgusunun iç politikaya yönelik bir ifade olmaktan başka anlamı olmadığının altının çizilmesi gerekir.

Birinci dönemde yani İktisat Kongresi sürecinde henüz Anadolu’da emperyalist işgale karşı kimi direnişler yaşamış Anadolu insanına “bağımsızlık” yalanına inandırmak, ikincisinde ise emperyalist sermayeye tam uyum politikalarıyla uygulamaya konulan sömürüyü gizlemek için “bağımsızlık” yalanına başvurulmaktadır. Diğer yandan her iki lider için ortak sıfat olan faşist lider kimliğinin önemli bir tanımlayanı olarak bağımsızlık vurgusu yapmalarıdır. Bunun ötesinde İzmir İktisat Kongresi’nde bağımsızlıkçı bir iktisat politikası aramak abesle iştigal etmek olacaktır.

Kongreye katılım kış koşulları nedeniyle davet edilen temsilcilerin üçte biri ile sınırlı kalmıştır. Katılanların da işçilerin nasıl seçildiğini, çiftçi olarak temsil edilenlerin aslında toprak ağaları olduğunu daha önce belirtmiştik. Dolayısıyla hem sayı hem de içerik olarak Türkiye’nin tamamını temsil etmekten oldukça uzaktır.

Her ne kadar emperyalist güçlerle 1919’dan beri devam eden ittifak söz konusu olsa da özellikle emperyalist güçlerin yeni TC devletinin gideceği yönü kesinkes belirlemek istedikleri, kongreyi toplayanların da bu isteğe uygun olarak iktisat politikalarını dünyaya duyurmak istedikleri, emperyalist sermayeye ve yerli komprador sermayeye istedikleri teminatları vermek istedikleri açıktır.

Kongrede farklı sınıfların temsilcilerinin talepleri ele alınmış ve bunlar oylama sunulmuştur. Çiftçi adı ile kongreye katılan toprak ağaları aşar vergisinin kaldırılmasına karşı çıkarken yine bu grubun talep ettiği makineli tarım kabul edilmiştir. Ticaret burjuvazisinin geliştirilmesine yönelik Milli Türk Ticaret Birliği’nin talepleri de kabul edilmiştir. Görüleceği üzere İzmir İktisat Kongresi esasen egemen sınıfların yeni koşullar içinde durumlarını ve emperyalist güçlerle ilişkilerini tanımlayıp, devleti buna göre konumlandıracaklarını ilan ettikleri bir kongre niteliği taşımaktadır.

İşçilerin bu kongreye dahil edilmeleri kongrede Mustafa Kemal’in ilan ettiği “sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış bir millet” argümanının üretilmesi ve bunun sonraki yıllarda da tekrarı içindir.

 

Kongrenin sonuçları

Daha evvel belirttiğimiz gibi İzmir İktisat Kongresi’nin amacı yeni devletin burjuvazisi toprak ağaları ve bunların emperyalist güçlerle ilişkilerinin tanımlanmasıdır. Dolayısıyla kongrede izlenen yol ve yöntem, kongreye katılan sınıfların kongrede ve sonrasına aldıkları kararların ne derecede uygulandığı bugüne dek uzanan TC devlet siyasasını oluşturmuştur.

Mustafa Kemal’in “liberal bir politika izlememekle beraber sosyalizm ve komünizm yoluna girmeyeceklerini” söylemesi bağımsızlıkçı, yeni bir ekonomik yol anlamına gelmez. Faşist devletlerin ekonomik alanda izlediği korporatist yaklaşıma denk düşer ki 1927 Sanayiyi Teşvik Kanunu ile devlet eliyle kapitalist zümrelerin oluşturulması yaklaşımı da bunu tamamlar niteliktedir. Bunun anlamı ise sermaye bakımından güçsüz olan burjuvazinin devlet olanaklarını sermaye birikimi için kullanmasıdır. Devlet eliyle burjuva yaratılmamaktadır. Burjuvazi devlet aygıtını kullanarak sermaye birikimini sağlamaktadır. Buna da “millilik” denilmektedir.

Daha önce de söylediğimiz gibi bir taraftan “yeni devletin niteliği konusunda Batı’ya bir fikir veriliyor” bir taraftan da, sınıf arayışının, sınıfı geliştirmenin ve gerekirse “yeni bir sınıf yaratmak” için gerekli müdahaleleri yapmanın yolları açılıyordu. Üst yapının alt yapıya bağımlılığı, yöneticilerin kendilerine bir sınıf tabanı aramaları sonucunu doğal olarak ortaya çıkarıyordu.

“Dolayısıyla ayakta bir tek, eski başkentin büyük ve orta burjuvazisi kalıyordu. Üstelik yeni yönetici kadro toplumsal kökenleri ve yakınlıkları dolayısıyla bu sınıfın çekim alanı içindeydi. Aynı zamanda bu sınıftan gelen önerilerde daha çekiciydi. Bağımsızlık savaşının galipleri, ülkedeki burjuvaziye var oluşunu ve refahını sürdürecek araçları sağlamak koşuluyla, yönetici kadro olarak kalacaktı. Bütün her şey, Türk halkını ve Türk ulusunu batı uygarlık düzeyine yükseltme teranesi içinde yerini alacaktı. Böylece tercih önceden yapılmış veya daha doğrusu, emperyalistlerle doğrudan doğruya ilişkiye giren ve Lozan barış konferansına etkide bulunan büyük burjuvazinin zoruyla önceden kabul edilmişti. Hükümet İzmir İktisat Kongresini toplamakla bir bakıma bu duruma, resmilik kazandırmayı kararlaştırmış oldu.”

Kongrenin bu koşullarda istediği, “tam bir uyum” olsa gerek ve mutlaka “birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz…” ya da “devletin ülkesi ve milleti…” gibi başlayan, artık kanıksadığımız ara konuşmalar yapılmıştır. Uyum, kongre sırasında ve sonrasında emekçiler oyalanarak, yok sayılarak ya da reddedilerek başarıyla sağlanmıştır! Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri için her devirde sorun, egemen sınıflar arasındaki uyumun korunması ve bunun yabancı sermaye ile desteklenmesi oluşturmakta ve bu sorun kongre ile konjoktürel olarak giderilmektedir.

K.Boratav bu “sorun giderme” işlevini şöyle özetlemektedir:

“Genel olarak kalkınmacı, yerli ve yabancı sermayeyi ve piyasaya dönük çiftçiyi özendirici, ekonomik hayatın denetiminin ‘milli’ unsurlara geçmesini kolaylaştırıcı ve ılımlı bir konum açıklığı öngören tezlerin ön plana çıktığı ve Kongre’ye İstanbul tüccarlarının sürüklediği ticaret burjuvazisi ile toprak unsurlarının egemen olduğu söylenebilir. Yeni rejimin izlemesi istenen iktisadi yol konusunda, egemen ekonomik güçler birbirleriyle çatışmaya düşmeden ortak mesajlarını siyasi kadrolara etkili bir biçimde ilettiler. Kongre’de oluşan genel felsefenin, gümrük politikasındaki zorunlu sınırlamalar türünden istisnalar dışında yedi yıl boyunca genç Türkiye Cumhuriyeti’nin iktisat politikalarına da egemen olacağı gözlenecektir.”12

İzmir İktisat Kongresi’ni değerlendirirken bu kongrenin aslında Kurtuluş Savaşı adı verilen 1919-1923 yılları arasında yerli ve yabancı sermaye güçlerinin kurmuş olduğu ittifakla sınırlamak bir miktar yanıltıcı olabilir. Esasen bu ittifakı, 1908 İkinci Meşrutiyet yıllarına kadar götürmek gerekir.

Burada Türk komprador burjuvazisi ve toprak ağalarının emperyalist güçlerle -o dönem baskın olan Almanya’dır- girdikleri ittifak neticesinde 1915 Ermeni Soykırımı’na imza atmaları ve Ermeni taşınır ve taşınmaz sermayesine zorla el koymaları bu ittifakın ilk icraatıdır. Bunu 1919-1923 Pontos Rum Soykırımı, 1932 Trakya Pogromu ve 1955 Rum Pogromu takip edecek böylelikle sermayenin “millileştirilmesi” yönünde Kemalistlerin başlattıkları hareket ilerleyecektir. Kemalizmin milliliği işte ancak bu anlamla sınırlıdır; katliam ve soykırım ile Anadolu’da yaşayan diğer milletlere ait sermayeye zorla el konulması. Diğer taraftan Kemalistler emperyalist güçlerle 1908’den gelen ittifakı geliştirmiş ve bugüne kadar gelen ilişkileri ortaya çıkarmışlardır.

İzmir İktisat Kongresi ekonomik programları tartışmak üzere toplanmış olsa da doğaldır ki siyasete etkisi ya da siyasi sonuçları çok daha belirgindir. Komprador burjuvazi ve toprak ağalarının emperyalist güçlere verdikleri teminatlara karşın işi sınıfı üzerinde 1925 Takrir-ı Sükun uygulamaları ile baskının artması, İzmir İktisat kongresinde sözde kabul edilen işçilerin sendikalar kurma haklarının gasp edilmesi ve hemen ertesinden de işçilere yönelik sayısız tutuklama saldırıları düzenlenmesi TC devletinin bu öne çıkan siyasetinin içeriği hakkında net veriler sunmaktadır.

 

Kaynaklar ve dipnotlar

  1. Karabekir K., İktisat Esaslarımız-Hatıra ve Zabıtlarıyla 1923 İzmir İktisat Kongresi- Emre Yayınları, 1 . Baskı, s. 156
  2. Ersoy T., Lozan bir anti-emperyalizm masalı nasıl yazıldı? Sorun Yayınları, 2. Baskı, s. 68-69
  3. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/370993 , s. 9

4..  İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, s. 139

  1. Ökçün Gç, Türkiye İktisat Kongresi, Kongre Açılış Konuşmaları Mustafa Kemal, Ankara 1997, s. 210
  2. Ersoy T., Lozan Bir Anti-Emperyalizm Masalı Nasıl Yazıldı?, s. 82
  3. Ökçün G., Türkiye İktisat Kongresi 1923 İzmir ‘İzmir İktisat Kongresinde İşçi ve Köylü (Şefik Hüsnü), s. 38-39
  4. Ökçün, age, s. 138-146
  5. Ersoy T, age, s. 87
  6. Başkaya F, Paradigmanın İflası, Doz yayınları, s. 124
  7. Başkaya, age, s. 130
  8. Ersoy T, age, s. 87
  9. Kazım Karabekir, İktisat Esaslarımız -Hatıra ve Zabıtlarıyla 1923 İzmir İktisat Kongresi- Emre Yayınları, 1. Baskı, s. 222
  10. Ersoy T, s. 90-91

ANALİZ | İzmir İktisat Kongresi: Emperyalizme Bağımlılığın İlanı-1

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu