Bir çok kesim, ve elbette küçük burjuva oportünizmi, işçi sınıfının nitelik olarak başkalaştığını ve gelinen aşamada, Marx ve Lenin’in zamanındaki “devrimci işçi” olmaktan çıktığını ileri sürüyorlar. Bunun anlamı; kapitalist üretim ilişkileri sürerken, bu ilişkilerin bir başka temel ayağı olan işçi sınıfı nitelik değiştirmiş oluyor. Ama, kapitalist üretim ilişkileri ise, nasıl oluyorsa aynı kalıyor. Ve bu düşünce silsilesi, utangaçca, işçi sınıfı olmazsa, size, onun alternatifi olarak “prekarya” verelim diyor.
Ya da bazıları gibi; “işçi sınıfının kaybedecek mülkiyeti var” diyecek kadar, küçük esnaf sınıfına özgü sınıf tahlilinde bulunabiliyor.
Üretici güçlerdeki ve üretimdeki iş bölümündeki gelişmelere bağlı olarak işçilerinde gelişmesi, başkalaşması kadar doğal bir şey olamaz. Tarım ülkesindeki tarım proletaryasının, şehire gelip fabrikaya girdiğinde sanayi işçisi olması ne denli doğalsa, bilgi teknolojisi (information Technology –IT-) alanında çalışan bir işçi ile bir fabrikada temizlik işçisi arasında sınfsal olarak her hangi bir fark olamaz. ikisi de kapitalist üretim ilişkilerinin zorunlu koşulları altında, kapitaliste işgüçlerini kiralayarak ücretli işçi olarak çalışırlar, ikisi de artı-değer üretir, ve ikisi de iş bölümü gereği, kapitalist üretimin bir parçasıdır ve her şeyden önce, üretim araçlarından yoksun oluşları nedeniyle üretim ilişkileri içindeki konumları aynıdır.
Covid-19 pandemisi nedeniyle, kapitalist krizin derinleşmesi ve her krizde olduğu gibi, mülksüzleşmeyen küçük mülk sahiplerinin mülksüzleştirilmesinin hızlanması ve bu çerçevenin daha da genişlemesi, mülksüzleştirilenlerin de işçi sınıfı saflarına katılmasını fazlasıyla tanık olundu. Yani, işçi sınıfı safları daralmıyor, sermayenin büyümesine oranla daha da genişlemeye devam ediyor.[1]
Makineleri bilgisayarla yöneten işçi ile kol gücü kullanarak elinde aletleriyle makineleri tamir eden işçi arasında bir fark olamaz. İkisi de aynı sınıfın üyeleri ve aynı üretimin (bunlar farklı alanlarda da çalışıyor olabilirler) ayrı ayrı birer parçaları olarak toplumsal bir üretim bütünlüğünü oluştururlar.
Burjuvazi, bilinçli olarak işçi sınıfını bölmektedir. Bu özünde yüzeysel bir bölünmedir. Örneğin “hizmet” iş kolunda çalışanları işçi sınıfının dışında tutarlar. Büroda bilgisayar başında patronuna artı-değer üreten büro işçisiyle, aynı büroyu temizleyen temizlik işçisi sınıfsal olarak ayrı gösterilir. Hatta temizlik işçileri genelde “işçi” sınıfı içinde bile gösterilmekten imtina edilir. Bir çok istatistikler ise temizlik işçilerini “hizmet” iş kolunda gösterirler.
Bu bilinçli bir ayrımdır. Bu tür ayrımlar Marx’ın yaşadığı dönemde de vardı. Bu nedenle Marx bu konuya da değinmek durumunda kalmıştır.
Bugün bütün ülkelerde “beyaz yakalı” olarak tanımlanan ve işçi sınıfının “dışında” gösterilen işçilerin büyük bölümü asgari ücret ya da onun altında bir ücretle çalışmaktadır. Çin’de ya da herhangi bir ülkedeki (ülkemizde “motosikletli kuryeler” örneğinde olduğu gibi) paket dağıtıcısı işçiler buna örnektir.
1800’lü yıllarda İngiliz fabrika yasaları, fabrikada değişik iş kollarında çalışan işçilerinin bir bölümünün “işçi” kapsamı dışında bırakmıştı. Bu bilinçli bir istatistik oyunuydu.
“Doğa sisteminde kafa ile kolun bir birlik oluşturdukları gibi, iş süreci de kafa emeği ile kol emeğini birleştirir. Daha sonra her ikisi, birbirine düşman olacak bir karşıtlığa varacak kadar ayrışırlar. Ürün, bireyin dolaysız ürünü olmaktan çıkar ve, kollektif işçinin ürettiği toplumsal bir ürün, yani her biri, iş konusu üzerindeki işlemlerin az ya da çok bir parçasını yapan bir işçi topluluğunun ortak ürünü halini alır. İş sürecinin bu ortaklaşa niteliği, gitgide daha belirli hale geldikçe, bunun zorunlu sonucu olarak, bizdeki, üretken emek ve bunu sağlayan üretken işçi kavramı genişlik kazanmış olur. Üretken biçimde çalışmak için artık elle çalışmanız gerekmez, kollektif işçinin bir parçası olmanız, onun yerine getireceği alt işlevlerden bir tanesini yapmanız yeterlidir.”[2]
Marx, burada meseleyi çok açık bir biçimde belirtmiştir. Toplumsal üretim süreci içinde yer alan işçilerin birliğini, bu ister kafa emeği ile ister kol gücüyle çalışsın, üretim sürecinin birer parçaları olarak işçi sınıfının birer üyeleridir. Günümüzde ister bilgisayar başında makineleri yönlendirsin, ister temizlik yapsın, ister fabrikada eşya taşıyıcı olsun, bir üretim bütünlüğünü yerine getirmeleri nedeniyle, işçi sınıfının üyeleridir.
Yani, ücretli işçiler, toplumsal üretim kolektifliğinin birer üyeleri olarak yer alırlar.
Küçük burjuva oportünizmi, IT‘de çalışan işçiyi düz fabrika işçisi ile aynı sınıflandırmanın içine koymuyor. Oysa, her ikisi de üretimin birer parçaları olarak kapitaliste artı-değer üreten üretken işçidir. Yani, ikisi de sermayenin birikimine ve büyümesine hizmet etmektedir.
Biri kol gücüyle çalışırken, diğeri ise kafa gücü (emeği) ile çalışmaktadır. Üretim içinde patron ile ilişkileri emek-sermaye çelişkisi kapsamı içindedir. Sömüren ve sömürülen, işgücünü (ister kol ister kafa olsun) bir meta olarak satan konumdadırlar.
İşçiyi salt kol gücüyle çalışan olarak tanımlamak, tam da burjuva liberallerine uygun bir tanımlama ve amacı, işçi sınıfının sınıfsal olarak değersizleştirme çabalarının bir ürünüdür.
“Şirketler son yıllarda gittikçe daha çok, “esas iş” saymadıkları kısımları kendi bünyelerinden çıkardılar. Bu süreçten kantin, iş elbiselerinin yıkanması ve onarılması, büro binalarının temizlenmesi, bakımı ve tamir işleri, muhasebe, araştırma, meslek öğrenme ve ilerletme eğitimi, bilgi işlem bölümü gibi görevlerden; üretim, sevkiyat ve nakliyatın bazı kısımlarına kadar birçok bölüm etkilendi. Bunun neticesi ise, çalışanların bazı kesimlerinin gittikçe daha fazla dıştalanıp bölünmesiyle, ya daha düşük ücret ödeyen, daha kötü çalışma koşullarıyla çalıştırılan daha küçük işletmelere çevrilmesi ya da kiralık işçiler haline dönüştürülmesiydi.”[3]
Örneğin, büyük otomobil tekelerin üretim fabrikaları birer montaj yerine dönmüştür. Hemen hemen bütün paraçalar değişik üretim alanlarında ve hatta değişik ülkelerde üretilip montaj yerinde bütünleştirilir. En kaliteli otomobil parçaları esas üretim yerinde değil, başka firmalara daha ucuza yaptırılmaktadır. Ayrıca, bütün otomobil üretim fabrikalarında onlarca taşeron firma ve bu firmalara bağlı işçiler vardır. Fabrikanın asıl işçisi ile aynı işi, hatta daha ağır işleri yapmalarına karşın taşeron işçilerinin saat ücretleri fabrika işçisine göre düşüktür ve bu işçiler bir çok sosyal haklardan da mahrumdurlar ve bu yöntem işçiler arasında birliği zedelemektedir.[4]
Yine, büyük bilgisayar ve iletişim firmalarının bir ürünün içinde en az on ayrı ülkede (ya da farklı üretim yerlerinde) yapılmış parçalar vardır. Bunlar, en ucuz işgücü olan ülke ya da bölgelerde yaptırılıp, belli bir yerde (Apple’nin kendi ürünlerini Hindistan ve Çin’de Foxconn’a yaptırdığı gibi) montaj ettirilip son şekli verilerek pazara sürülecek hazır hale getirilir.
Liberal sol’un diline doladığı, “The Second Machine Age” (İkinci Makine Çağı)[5] teknoloji uzmanı yazarları, dijitalleşmenin geliştiğini anlatıyor, ama bu yazarların unuttuğu esas şey, makinelerin artı-değer üretemeyeceğidir. Bu çalışmanın içinde de vurgulandığı gibi, makineleşmenin gelişmesi, işçiyi üretim sürecinin denetleyicisi ve düzenleyicisi haline getirecektir. Ama bu, kapitalist toplumda gerçekleşemez. Kapitalistin sermaye birikimi için artı-değer üreten canlı işgücüne gereksinimi var.
Yol Dergisi yazarlarından Mehmet Yılmazer ise, şöyle yazıyor:
“Teknolojik işsizlik”in niteliği son sanayi devrimleriyle birlikte değişmiştir. 19. ve 20. yüzyıldaki gibi yeni teknikler bir yandan işsizlik yaratırken, bir müddet sonra yarattıkları yeni iş alanlarıyla bu işsizliği emmekteydiler. Kapitalizmin finansa kayması ve teknik değişimin boyutu ve hızının büyümesiyle istikrarlı bir şekilde canlı işgücü üretim ve çalışma alanlarından uzaklaşmaktadır.” (Yılmazer, M.-Yol)
Yani, eski teknolojiler işsizlik yaratmazken, yeniler işsizik yaratıyor ve yeni teknolojiler iş alanları üretmiyor, canlı işgücünün yerini teknolojiye bıraktığını ve kapitalizmin finansa kaydığını ileri sürüyor. Yılmazer, referans aldığı C. Fuchs ‘un „The Digital Labor and Karl Marx“ kitabındaki işçi sınıfını sınıf mücadelesinin dışında tutan revizyonist görüşlere bel bağlamış görünüyor. Oysa, Fuchs’tan önce daniell Bell, Hardt, Negri ve daha nice „sol“ liberal, işçi sınıfına „elveda“ demişlerdi. Ama işçi sınıfı var, ve sınıf mücadelesi ise kesintisiz devam ediyor.
19.ve 20. yüzyıl kapitalizmin iş alanlarını üretip 21. yüzyıl teknolojisinin iş alanları üretmediğini söylemek, istatistiklerle dalga geçmek demektir. En büyük işsizliğin 19. ve 20. yızyılda olduğu bilinmesine ve bütün istatistiklerin bunu doğrulamasına karşın tersini iddia etmek, zorlama bir yaklaşım ve bilimsellikten uzaktır. İşçi istatistikleri konusunda İngiltere ve özellikle ABD oldukça iyidir denebilir. ABD’de 1929 krizi ve hemen arakasından işsizlik oranı %25’leri geçiyor.
En iyi dönemi ise, yani işsizliğin en düşük olduğu dönem ise, savaş yılları, 1943-44-45 yılları arası oluyor.[6] Erkeklerin büyük bir bölümü savaşa gidiyor ve kadınlarda onların fabrikadaki yerlerini alıyorlar. ABD’nin işsizlik verilerinden söz etmeye devam edersek, 2000’lerden itibaren işsizliğin en yüksek seviyeye çıktığı tarih 2009-2011 arasıdır.
Yüzde 10’a yaklaşmış ve krizin hafiflemesiyle yüzde 7’lerin altına düşmüştür. Bu veriler de “yeni teknolojileri iş alanları yaratamıyor” idiasını boşa çıkardığı gibi, burjuvazi işgücü nüfusunu üretemez eğilimi içine girdiğini de bütün veriler göstermektedir. Ayrıca, UNCTAD’ın (Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı) “Technolgy and Innovatıon Report-2021”[7] raporunda tersini söylüyor ve hangi yeni teknolojinin ne kadar iş yarattığını ve istihdama gereksinimi olduğunu (sf.19) ayrıntılı olarak veriyor.
İngiltere’de ise, Nisan-Haziran 2022’de işsizlik oranı %3.8. Çalışanların çalışabilir nüfusa (mevsimlikten arındırılmış) oranı %75 gibi yükek bir rakam.[8]
“Kapitalizmin finansa kayması ve teknik değişimin boyutu ve hızının büyümesiyle istikrarlı bir şekilde canlı işgücü üretim ve çalışma alanlarından uzaklaşmaktadır.”
Yılmazer’in bu iddiası da gerçekçi değil ve kapitalizmin işleyişine ve sermaye birikimine terstir. Finanslaştığı doğrudur. Finanslaşma olgusu, kapitalizmin ortaya çıkışına kadar uzanır. Bu kapitalizmin bir eğilimidir. Kapitalizmin emperyalist aşamaya gelmesiyle finanslaşma daha da öne çıkmış ve uluslararası bir finans oligarşisi doğmuştur. Ancak, finans sermayesi sanayi sermayesi olmadan, yani meta üretimi olmadan gerçekleşemez.
Dijitalleşmenin yoğun olduğu sanayi (bilişim) kollarında çalışan devasa bir iş gücü vardır. Ayrıca, artı-değer üreten bütün emekçiler üretken emekçi ve artı-değerin üretildiği iş alanları da üretken işyerleridir.
Yılmazer, 2005 yılında da şunları söylüyordu:
“Günümüzde işçi sınıfının konumlanması çok değiştiği için neredeyse “kendisi için sınıf” olarak gözden kaybolmuştur. Ancak olaya biraz yakından bakınca “kendinde sınıf” olarak da işçi sınıfının oldukça görünmez hale geldiğini söylemek mümkündür.”[9]
Bu yazara göre de işçi sınıfı sınıf olmaktan çıkmış. O zaman, işçi sınıfının yanındaymış gibi görünmek niye ki? Marksist Leninist görüşlerden uzaklaşanların ilk saldırdıkları yer yine işçi sınıfı cephesi olmaktadır.
İşçi sınıfının kendiliğinden işçi sınıfı olması bir yana, kendisi için sınıf olmaktan çıkması için, sermaye ile emek arasındaki çelişmenin çözülmesi gerekir. Bir başka söylemle, işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki antagonist çelişmenin ortadan kalkmış olması ve üretim sürecinin ücretli işgücü üzerinden yürümemesi ve bunun sonucu olarak kapitalist üretim ilişkilerinin ortan kalkmış olması gerekir.
Sınıfın, sınıf mücadelesinin olmaması demek, grevlerin, direnişlerin ve ücret temelli de olsa ekonomik grev ve direnişlerin ve işçilerin en asgarisinden sendikal örgütlenmelerinin olmaması demektir.
Oysa bilinir ki, bütün dünya da işçilerin bu tür sınıf mücadelelerin yanında komünist partileri de söz konusudur. Özellikle, Uluslararası alandaki son 20 yıllık kitle mücadeleleri bile, sınıf mücadelesinin kapitalist sistemi nasıl alt-üst ettiğini ve etmeye kadir olduğunu göstermiştir.
Marx’ın dahiyane formülü; “Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır.”
Kapitalist sistem içindeki sınıf çatışmaları gözüne alındığında, “kendinde sınıf olarak da işçi sınıfının oldukça görünmez hale geldiğini söylemek mümkündür” gibi, kapitalist üretim ilişkilerinin iç çelişmelerinden kopuk burjuva liberal görüşlerin ve ileri sürülen argümanların sosyal gerçeklikle bir ilgisi yoktur.
Küçük burjuvazinin işçi sınıfına olan güvensizliği ve burjuva dünya görüşü karşısında diz çökmesi olarak öne çıkmaktadır.
Küçük burjuvazi, kapitalist toplumsal sistemin üretiminde en temel nesne olan işçi sınıfının, aynı zamanda bu sisteme karşı toplumsal bir özne haline geldiğini göremeyecek denli, kapitalist sistemin iç çelişmelerinden uzaklaşmıştır. Küçük burjuvazi işçi sınıfını dıştalayarak sadece burjuvaziyi toplumsal sınıfın öznesi haline getirdiklerinde, çelişmenin bir yanını yok sayarak kapitalist toplumsal diyalektiği de yarıda kesmiş oluyorlar.
Burjuvaziden ödünç alarak ileri sürülen “bilgi çağı”, “teknoloji çağı”, “dijital çağı”, “yapay zeka çağı” vb. gibi ileri sürülen çağ adlandırmaları, teknolojik gelişmeleri belirtmekten öte, kapitalist sistemi işçi sınıfına unutturarak, sınıf mücadelesinin hedefini şaşırtmak amaçlıdır.
Bilimsel ve bilişimsel üretim teknolojilerini, kapitalist toplumsal yapının egemen olduğu bir toplumda kapitalist üretim ilişkileri dışında tutmak, bilinçli bir işçi sınıfı düşmanlığı ve burjuva kapitalist sistemi karşıt çelişmesini yok sayarak olumlamadır.
Ne yazık ki, toplumsal sistemler “iyi niyet taşları” ile varolmuyor. İçinde taşıdığı çelişmelerden kaynaklı mücadelelerle ilerliyor ve eskisi, kendi içinden çıkan yeni toplumsal sisteme yerini kaçınılmaz olarak bırakıyor.
**
[1] ILO’nun 29 Nisan 2020 tarihli verilerine göre; koronavirüs salgınıyla beraber, dünyadaki işyeri toplamının %68’ini oluşturan 436 milyon orta ve küçük işletmelerin kapanma riski olduğunu ve bu işletmelerde 2,7 milyar insan çalıştığını ve bununda toplam çalışanların %81’ini oluşturuyor. Bu işletmelerin 232 milyonu toptan ve perakende, 111 milyonu imalat, 51 milyonu konaklama ve gıda, 42 milyonu ise gayri menkul ve diğer ticari faaliyetlerde bulunuyor. Bkz. www.ilo.org.global/about. 2020.04.29
[2] Karl Marx, C.1, sf. 538
[3] Stefan Engel, Küreselleşme” Tanrıların Günbatımı, Uluslararası Üretimin Yeniden Örgütlenmesi, sf. 15 Umut Yayımcılık- 2005
[4] Büyük tekellerin kendi taşeron firmaları vardır. Örneğin VW’nin hemen hemen bütün fabrikalarında kendi işçilerinin yanında -üretim süreci aynı olmasına rağmen- kendi taşeron firmalarının işçilerini de çalıştırır. Ama, ikincilere her an kapı dışarı edilecek şekilde bir sözleşme imzalatılır. Ve bunların ücretleri ve diğer sosyal hakları birincilerden daha geridir. Taşeron firmada çalışan işçiler kapitalistin ağır koku salan soluğunu hep enselerinde hissederler. Üretim içindeki bu ilişki salt VW’ye değil tüm tekellere özgüdür. Burada üretim süreci parçalanmıyor, kapitalist tarafından bilinçli olarak, aynı üretim süreci içinde olan işçiler parçalanıyor. Kapitalistin bunu başarmasının esas nedeni işçilerin örgütsüzlüğü ve sendikaların eliyle mücadelenin zayıflatılmasıdır.
[5] Erik Brynjolfsson, Andrew Mcafee: The Second Machine Age, Plassen Verlag, almanca-2014
[6] https://www.bls.gov/cps/cpsaat01.pdf /Employment status of the civilian noninstitutional population, 1951 to date /ABD Çalışma İstatistikleri Bürosu
[7] https://unctad.org/system/files/official-document/tir2020_en.pdf
[8] https://www.ons.gov.uk/ (Birleşik Krallık Ulusal istatistik Ofisi- Eylül 2022)
[9] Mehmet Yılmazer, “Sınıf Mücadelesinin Sorunları: Tarih ve günümüz” Yol Siyasi Dergi, Sy. 6, Şubat 2005) https://www.yolsiyasidergi.org/sinif-mucadelesinin-sorunlari-tarih-ve-gunumuz-mehmet-yilmazer
ANALİZ | İşçi Sınıfının Değişimi ve Küçük Burjuva Eleştiriler-1