Türkiye siyasal-politik yapısı içinde Anayasa tartışmalarının yakın tarih içinde fikri ve fiili takibini yapmak mümkün.
1921, 24, 60, 80 ve bu Anayasanın defalarca değiştirilmesi süreçlerini bir çırpıda sayabiliriz. Fakat siyasal-politik, toplumsal, yönetimsel içeriklerine baktığımızda tahakküm yapılarını, dayanaklarını kavramak zorlaşmakta, çetrefilli biçimler almaktadır. Marks, “Fransa’da Sınıf Mücadeleleri”nde ve “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i”nde 1800’lerin Fransa’sında siyasal-toplumsal gelişmeleri incelerken Anayasa tartışmaları sürecine yine bu eksende yaklaşıyor; iktidarın sınıf yapısından dayanaklarına kadar.
Anayasa’nın yenilenmesine ilişkin uzun bir süredir iktidar bloğu söylemlerde bulunuyor. Özellikle mevcut Anayasanın darbe Anayasası olması nedeniyle “Sivil Anayasa” vurgusu üzerinden konuya meşruiyet kazandırma, ihtiyaç zemini oluşturma ve bu noktadan toplumsal rıza üretme tutumu olduğu görülüyor.
Son yirmi yılda bu eksende tartışmalar yapıldı. Meşhur 12 Eylül seçimleriyle (2012) getirilen Anayasa değişiklikleri “Yetmez Ama Evet!” kampanyaları ve sonuçları bilinmektedir. İktidar yapısı içinde bir kliğin nasıl devlete, devletin kurumlarına (hukuk, bürokrasi, Ordu, Emniyet vs.) yerleştirildiğine ve halkın buna muhalefet edildiğine tanıklık toplumsal düzeydedir ve kanlı da olmuştur.
Fethullahçı egemen sınıf kliğinin bu anayasa değişiklikleri için nasıl canla başla çalıştıklarını, AKP’nin ve Erdoğan’ın bunun için nasıl “Sessiz Devrim!” dediğini biliyoruz. Çünkü bu yolla resmen iktidar ve toplumsal destekle devlet içine yerleştirilmiş ve mevcut pozisyonlarını perçinlemiş olmuşlardı. Hemen ardından da 15 Temmuz Darbe Girişimi gelmişti…
Türkiye örneğinde yaşanan siyasal mücadeleler, egemen sınıf klikleri içinde açıktan yaşanmış, devlet cihazı bu kadrolaşmaya, devleti buna göre şekillendirmeye yönelmiş önemli ölçüde başarılı da olmuşlardır. Kolay olmamıştır fakat yaşananlar temel olarak bu orijinde şekillenmiştir.
Engels, Marks’ın “Fransa’da Sınıf Mücadeleleri” adlı kitabına yazdığı Önsöz’ünde 1848 devrimleri sürecindeki iktidar değişimlerini açıklamaya çalışırken “azınlık devrimleri” tanımı yapar. “…Bugüne kadarki tüm egemen sınıflar, hükmedilen halk yığını karşısında yalnızca küçük birer azınlıktı. Hükmeden bir egemen azınlık bu şekilde devriliyor, bir başka azınlık onun yerine devlet iktidarını ele geçiriyor ve devlet kurumlarını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden biçimlendiriyordu. Bu sonuncu azınlık, her seferinde, iktisadi gelişme düzeyinin iktidara gelme yeteneğini kazandırdığı ve iktidara çağırdığı azınlık grubu oluyordu; tam da bu nedenle ve yalnızca bu nedenle, hükmedilen çoğunluk ya bu kesimin çıkarları doğrultusunda dönüşüme katılıyor ya da dönüşümü sessizce kabulleniyordu…” (Karl Marks, Fransız Üçlemesi, Yordam Kitap, 2018, Sf. 21) der.
1980 Askeri Faşist Cuntası (AFC) cuntası sonrası oluşan ekonomik-siyasal istikrarsızlık, kurulan koalisyon hükümetleri ve son 23-24 yıllık AKP iktidarları düşünülürse oradaki benzerlikler görülecektir. Tüm bu süreçlerde temel meselelerin merkezinde iktidar, iktidar yapısı ve onun iktidar güçlerinin yapısına uygun dizayn edilmesi bulunmaktadır.
Emperyalist güçlerin buradaki temel faktörü mevcut politikaları en iyi uygulayacak kesimlerin iktidara gelmesi ya da iktidarda kalması boyutlarıyladır ki; kritik tarihsel dönemeçlere bakıldığında genel planda sermayenin bütünsel politikalarının paradigmalarının değişim duraklarına denk geldiği görülecektir.
AKP İktidarının Anayasa Tartışmaları
1.Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası çok partili döneme geçiş, Demokrat Parti iktidarı, Türkiye’nin Alman egemenliğinden çıkıp, Amerikan egemenliğine dümeni kırması, 60 darbesi ve ardından gelen Anayasa ve sonrasında ’71 darbesi ardından gelen Anayasa değişimleri ve emperyalist mali sermayenin, finans kapitalin Refah Devleti uygulamalarını terk edip getirdikleri neo-liberal ekonomik-siyasal politikalar ve buna göre ülke siyasal-politik, ekonomik yapılarının dizaynı süreçleri…
Türkiye’yle birlikte bu süreç birçok ülkede Askeri Faşist Darbelerle sağlandı, meşhur “24 Ocak Kararları” emperyalist mali sermayeye ve Türkiye pazarındaki sermaye hareketlerinde olabildiğince serbestleşme getirmişti. Bugün her ne kadar büyük ölçüde çöküntüler yaşansa da bu politikalar uygulanıyor ve mevcut anayasa da o dönemin anayasası (birçoğu değişmiş olsa da) olarak yürürlükte bulunmaktadır.
Siyasal-ekonomik süreçlerin, dönüşüm dönemlerinin hep bir tıkanmaya denk gelmesi tesadüf değil; gelişim-değişim dinamiğiyle birlikte sınıf mücadelesinin bir sonucudur. Aynı dinamik bugünkü değişim-dönüşüm vaktinin geldiğini duyurmaktadır. Siyasal-politik güç dengeleri egemen sermaye kliğini bu temelde zorluyor. Yönetim yapısı ve birçok faktör burada etken olarak bulunmaktadır.
Referandumla kurulan “Türk Tipi Başkanlık Sistemi” denilen “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırmış, katı merkeziyetçi yapıda “Kuvvetler Birliği”ne dayalı bir yönetim, rejim biçimi getirerek kurumsal yapılar da buna göre dizayn edilmişti.
Seçim sisteminde barajın 50+1’e çekilmesi, kanun hükmünde kararname yetkisinin geliştirilmesi, sistemin temel yürütme gücü haline gelmesi (yasama organı bay-pas edilerek) Cumhurbaşkanının atama yetkisinin en büyük bürokratik mekanizmalara kadar çekilmesi, Merkez Bankası’nın bağımsızlığının ortadan kalkmasına kadar kurumların “devlet kurumu” olmaktan çok “Polit Büro”ya dönüşmesini getirmiş olması sermaye kesimlerini rahatsız ediyor. Fakat esas olarak yerel seçimlerde alınan sonuç ve toplumun AKP’ye olan desteğinin gerilemesi iktidar bloğunun bugüne kadar elde ettiklerinin bir seçim sonucuyla bir anda değişmesi ihtimalini de hesapladıkları görülmektedir.
Bu açıdan Anayasa değişimini tüm bu süreçleri aşmada ve iktidar mücadelesi aracına dönüştürme de etkili bir faktör haline getirme yaklaşımı bulunmaktadır. Erdoğan’ın tekrar aday olmasının yolunun açılması dışında aksi ihtimallere de hazırlık olarak değerlendirilebilir. Yalnız mevcut egemen kliğin kuvvetler ayrılığına dönüp aşırı yürütme gücünden (Cumhurbaşkanı) vazgeçme ihtimali oldukça zayıftır. Yargı erkinin kendi mecrasına bırakılması ise bu yapı içinde mümkün değildir. (Özellikle klikler arası mücadele ve halka karşı tutumlarda)
Toplumdaki dipte biriken öfke patlamasıyla bu durum arasındaki ilişki açıktır. Üst düzey yargı bürokrasisi içinden “siyasal yönelime göre hareket etmek durumundayız” açıklamalarının yapılması anlamsız değildir. İktidar bloğu, yargı yapısını da değiştirme niyetindedir.
Bu açılardan değişim için sermaye içinde konsensüs zorunlu hale gelmiştir. Sermaye arasında kurulacak konsensüsün halk kesimlerinin çıkarlarıyla demokrasi, hukuk, insan hakları, çevre, barınma hakları, özgürlüklerin geliştirilmesi ile ilgisi olmayacağı açıktır.
Üstyapı örgütlenmeleri olarak hukuk ve onun temel metinlerinden olan Anayasalar sınıf mücadelesinin net yansıdığı noktalardır. Anayasalar genel olarak toplumsal kuramlar içinde “toplumsal sözleşme” olarak kabul edilir. Kuramsal olarak böyledir fakat üretici güçler ve üretim ilişkilerine baktığımızda toplumsal sözleşmelerin “toplum” kısmının güdük kaldığı, kalacağı görülecektir. Buradaki hassasiyet burjuvazinin egemenliğidir.
Burjuvazi esas olarak anayasal düzenleri bu açıdan önemli bulur. İktidara gelen egemen sınıf klikleri devlet kurumlarını, kurumsal yapıları kendi çıkarlarına göre biçimlendirmiştir. Taraf olarak işçi-emekçiler, tüm ezilen-sömürülen kesimler somut talepler ekseninde mücadele hattı oluşturmalıdır.
Tam bağımsızlıktan, sınıfsız-sömürüsüz toplum talebine, ulusların tam hak eşitliğinden, kadın-erkek eşitliğine, sermayeye ayrıcalık tanınmayan hukuk ve yargı yapısından kolektif-toplumsal yönetim şekline, inanç özgürlüğünden ulaşılabilir, sürdürülebilir, yeterli-dengeli gıda üretim-dağılım yapılarının oluşturulmasına, ücretsiz tam eşitlikçi eğitimden, erişilebilir sağlık ve ulaşım-iletişim hizmetlerine, kültürel-sanatsal faaliyetlere kadar toplumsal talepler geliştirilmelidir.