6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.
Bu iki siyasi kampa ek olarak “Emek ve Özgürlük İttifakı” (EÖİ) bulunuyor. Bunun yanında kendini sol olarak tanımlayan aralarında sosyal şoven partilerinde olduğu farklı başka ittifaklar da mevcut. Kendini sol olarak tanımlayan ve bu ittifakların kuruluş gerekçeleri ve örneğin bu ittifakta yer alan TKP gibi sosyal şoven partilerin Millet İttifakı adayı faşist CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı açıklamaları vb. gibi gelişmeler ayrıca değerlendirilebilir. Ancak konumuz olmadığı için geçiyoruz.
Yine EÖİ içinde yer alan reformist TİP’in K.Kılıçdaroğlu’nu destekleme eğilimi biliniyor. TİP’in sol popülist söylemle estirdiği reformist rüzgar ve bu partinin seçimlere belli bölgelerde kendi listesiyle girme ısrarı da yoğun olarak tartışılıyor. TİP’in ön plana çık(artıl)ması, bu partinin yoğun mesaisiyle açıklanırken bu partinin alacağı oyların özellikle Millet İttifakı bileşeni partilerin tabanından olması, burjuvazinin kimi etkili yayınlarında kendine yer bulması vb. gibi gelişmeler ayrıca değerlendirmeye muhtaçtır.
Gelinen aşamada seçim kararıyla ortaya çıkan tablo şudur; Türk hakim sınıflarının temsilcisi siyasi partiler iki ana kampa ayrılmış, kendilerini Cumhur ve Millet ittifakları olarak örgütlemişlerdir. Cumhur İttifakı’nın adayı R.T.Erdoğan, Millet İttifakı’nın adayı ise K.Kılıçdaroğlu’dur. Hakim sınıfların bu ittifaklarının dışında halk saflarında olan HDP’nin ana gücünü oluşturduğu Emek ve Özgürlük İttifakı bulanmaktadır. Bu ittifakın ana gücü olan HDP, halk saflarında yer alan demokratik reformcu bir partidir. EÖİ içinde reformist, halk saflarında yer alan partilerin yanında devrimci kurumlar da bulunmaktadır. Bu kurum ve partiler halk saflarındadır ve seçim koşullarında izleyecekleri politika halkın çıkarlarını doğrudan etkilemektedir. Dolayısıyla EÖİ’nın seçim taktiği olarak belirleyeceği politika önemlidir. Bu nedenle geçmişte seçimler vesilesiyle yaşanan ittifak deneyimlerinden birine kısaca da olsa değinmek yararlı olacaktır.
Türk hakim sınıfları depremler öncesinde yoğun bir biçimde cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanıyorlardı. Bilineceği üzere içinde bulunduğumuz yıl, TC devletinin kuruluşunun yüzüncü yıldönümüne denk gelmektedir. İktidarı ve muhalefetiyle Türk hakim sınıflarını temsil eden her renkten burjuva parti çeşitli “vizyon” belgeleriyle cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanıyorlardı. Ne var ki aradan yüzyıllık zaman geçmiş olsa bile Türk hakim sınıflarının devletinin, Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan halkımızı getirip bıraktığı nokta, 6 Şubat depremleri ve ardından yaşananlar sonucunda yüzbinlerce insanın göz göre göre katledilmesi olmuştur. Cumhuriyet tarihlerinde sayısız katliama imza atan TC devleti, yüzyıllık tarihini büyük bir katliamla taçlandırmış durumdadır.
“Abdülhamit’ten Tayyip Gitsin”e, İttihatçılardan CHP’ye Uzanan Süreklilik
Depremler ve yaşanan toplu katliam, geniş halk kitleleri nezdinde TC devletinin gerçek yüzünü teşhir etmiş durumdadır. Halk “devlet nerede” diyerek, devlete yönelik öfke ve tepkisini göstermiştir. Bu durum, iktidarı ve muhalefetiyle hakim sınıf kliklerini seçim yoluyla halkın biriken öfke ve tepkisini seçim sandığına yöneltmelerine neden olmuştur.
Seçim sath-ı mahaline girildiği koşullarda, “Türk Usulü Başkanlık” rejimi adı altında kurulan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” 50+1 olarak tariflenen bir seçim sistemi yaratmış durumdadır. Bu ise EÖİ’nin ve esas olarak HDP’nin iki ana burjuva siyasi kamptan hangisinin “başkanlık” seçiminde kazanacağını tayin edecek, burjuva siyaset diliyle ifade edecek olursak “anahtar parti” yapmış durumdadır.
“Cumhuriyetin en kritik seçimi” olarak propaganda edilen 14 Mayıs seçimleri öncesinde yüzyıllık cumhuriyetin üzerinde yükseldiği zemine ve tarihe bakmak, önümüzdeki süreci anlamak açısından yararlı olacaktır. Üstelik bu durum günümüzde AKP’nin her fırsatta öykündüğü “Abdülhamit diktatörlüğü” koşullarıyla, “Tayyip diktatörlüğü” koşulları ve ondan kurtulmak isteyen Jön Türkler ve ardından İttihat ve Terakki Fırkası ve günümüzde bu çizginin devamcısı olarak CHP düşünüldüğünde daha anlamlı olmaktadır.
“Abdülhamit diktatörlüğü”nden kurtulmak isteyen İttihatçılar; “Kahrolsun İstibdat” diyerek o süreçte en güçlü dinamiklerden biri olan Ermeni ulusuna ve temsilcilerine işbirliği teklif etmişlerdir. İlginçtir günümüzde de “Kahrolsun İstibdat” sloganları atılmakta ve “Tayyip diktatörlüğü”nden kurtulmak için başta Kürt ulusal hareketi olmak üzere, muhaliflere çağrı yapılmakta, devletin kurucu partisi ve İttihatçıların mirasını savunan ve layıkıyla temsil eden CHP’nin adayının desteklenmesi istenmektedir.
Cumhuriyet öncesi “Abdülhamit diktatörlüğü”ne karşı da Türk hakim sınıflarının iki ana siyasi kampı vardı: Jön Türklerden filizlenen İttihat ve Terakki Fırkası (İTF) ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası (HİF). Bunun dışında Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan çeşitli ulus ve milliyetlerin siyasal temsiliyetleri vardı. Bu partiler dönemin “Abdülhamit diktatörlüğü”ne karşı hakim sınıfın muhalif partileriyle ittifak kurmuşlardı. Bunlardan en bilineni Ermeni devrimcilerin İTF ile kurdukları ilişkidir.
Osmanlı Devleti’nin son yıllarında kendi anavatanlarında yaşayan Ermeni devrimcilerin çeşitli siyasi örgütlenmeleri bulunuyordu. Ermeni siyasi partileri arasında Ermeni Devrimci Federasyonu (EDF-Taşnaksutyun), Sosyal Demokrat Hınçak Partisi (SDH), bu partiden kopan Veregazmyal Hınçak Partisi ve Anayasal Ramgavar Partisi gibi partiler vardı. Bu partiler arasında Ermeni ulusu içinde etkin olan devrimci örgütler Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun), Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’di.
1908 devrimi öncesinde İTF ile EDF Abdülhamid istibdadına karşı mücadelede birlikte hareket ettiler. Dönemin iktidarına karşı yasadışı mücadele eden bu örgütler 1908 devriminin ardından yasallaştıktan sonra da ittifak ilişkisini sürdürdü. Bu iki partinin ittifakı 1908 seçimlerinde de sürdü.
1908 seçimleri Kasım ve Aralık aylarında yapıldı. Seçim ittifakı için EDF mecliste yirmi sandalye, Ermenilerin İttihat ve Terakki Hükümeti listesinden gösterilmemesi ve yerinden yönetim taleplerinde bulundu. Bu talepler İTF tarafından kabul edilmedi.
Seçimler sırasında Ermeni cemaat liderlerinden birinin Osmanlı toprağını öpmesi, buna karşın kimi Müslümanların da onun elini öptüğüne dair telgraflar göndermesi gibi politik mesajlar verildi. Seçim sonrasında Ermeniler 17 Aralık 1908’de çalışmalarına başlayan I. Dönem Meclis-i Mebusanı’nda, biri ara seçimde gelmek üzere, 11 mebus ile temsil edildiler. Ermeni mebusların çoğu EDF üyesiydi. Bu dönemde Krikor Zohrab’a adalet, Karakin Pastırmacıyan (Armen-Garo)’a da sanayi nazırlıkları önerildi ancak EDF’nin Sosyalist Enternasyonal üyesi olması ve enternasyonalin aldığı “devrimci olmayan bir kabineye girmeme kararı” nedeniyle bu iki mebus nazırlığı kabul etmediler.
İTP ve EDF arasındaki “ittifak” ilişkisi, 1909 Nisan’ında İstanbul ve Adana’da eşzamanlı yaşanan gelişmeler nedeniyle taraflar açısından farklı değerlendirildi.
13 Nisan 1909’da İstanbul’da başlayan kalkışmada ayaklanmacılar, İttihat ve Terakki önderlerinin peşine düştüğünde “izlenen birçok İttihatçı” EDF’nin Sakızağacı’ndaki bürosuna sığınarak kurtuldu. EDF İstanbul Merkezi’nde toplanan komite üyeleri de milletvekilleri Krikor Zohrab, Vartkes Serengülyan (Hovhannes) ve Pastırmacıyan’dan İttihatçı Mehmet Talat ve Meclis Başkanı Halil’e (Menteşe) yardım etmelerini istemişti. Ermeniler kendilerine sığınan ve yardım isteyen bu İttihatçıları geri çevirmediler.
İstanbul’da EDF, İttihatçılara yardım ederken, Adana’da tam tersi gelişmeler yaşandı. Adana’da Ermenilere yönelik toplu bir katliam yaşanması, İttihatçıların bu katliamdaki rolü gibi nedenler EDF ile İttihatçılar arasındaki “ittifak” ilişkisini sarstı. Adana katliamı Ermeni mebuslarının Türk hakim sınıflarının muhalefet kanadını, yani Hürriyet ve İtilaf Fırkası (HİF)’nı desteklemelerinde etkili oldu. HİF, 1911’de yapılan ara seçimde İttihat ve Terakki’ye karşı büyük zafer kazandı, İttihat ve Terakki Hükümeti bu zafere karşı Kanun-ı Esasi’nin 35. maddesinde değişiklik yapma kartını oynadı. Başarılı olamayınca da aynı maddeye dayanarak Meclis-i Mebusan’ı feshetti ve seçim kararı aldı.
Seçimler nedeniyle İttihat ve Terakki Hükümeti ile EDF arasında yeni bir “ittifak” kuruldu. İttihat ve Terakki Hükümeti, EDF’nun 1911 yılı Aralık ayında kendisine sunduğu talepler listesini kabul etti. Ayrıca 15 Ermeni mebus çıkarma sözünü vererek EDF’nin desteğini bir kez daha almayı başardı. Sosyal Demokrat Hınçak (SDH) ise ittifak yaptığı HİF’i destekledi.
1912 seçimleri olağanüstü koşullarda yapıldı. Trablusgarp savaşı ve Balkanlarda yaşanan çatışmalara rağmen seçim yapıldı. Hakim sınıfların muhalefet kliği HİF, İttihat ve Terakki Hükümeti’ne karşı bir fırsat olarak değerlendirdi. Muhalefetin bu değerlendirmesi karşısında İttihat ve Terakki de hükümet olmanın avantajlarını kullandı ve tarihe “dayaklı ve sopalı” sıfatı ile geçen seçimler yapıldı. Seçimler de İttihat ve Terakki Hükümeti, bir kez daha ittifak yaptığı EDF’ye verdiği sözü tutmadı. Ermeniler II. Dönem Meclis-i Mebusan’ında 10 mebus ile temsil edilir.
18 Nisan 1912’de çalışmalarına başlayan II. Dönem Meclis-i Mebusan’ı 5 Ağustos 1912’de fesh edildi. Anayasa’ya göre en geç altı ay içinde seçimlerin yapılması ve meclisin açılması gerekiyordu. Bu nedenle Hükümet seçim kararı almış, kimi yerlerde ikinci seçmenler, hatta bazı livalarda mebuslar da seçilmişti. Ancak Balkan Savaşı’nın çıkışı ile seçimler ikinci bir karara kadar ertelendi. Balkan Savaşı Osmanlı Devleti’nin büyük bozgunu ile sonuçlandı. Babıâli Baskını ile tek parti rejimini kuran İttihat ve Terakki Hükümeti’ne verilen toplumsal destek büyük yara aldı. Bu ortamda hükümet 17 Ekim 1913’te seçimlerin yapılması kararını aldı.
1914 seçimlerine Ermeniler daha örgütlü katıldı. EDF bu örgütlenmenin başını çekiyordu. Ermenilerin ulusal haklarını da içeren talepleri bir muhtıra olarak açıklandı. Ancak muhtıra iktidardaki İTF’nin tepkisini çekti ve muhtırada ifade edilen talepler reddedildi. Bunun üzerine Ermeniler yeni bir muhtıra yayınladılar ve seçimleri “boykot” kararı aldılar. İttihatçılar bunun üzerine bir yandan görüşmeler yaparken diğer yandan “Ermeni meselesini halletmek” için planlarını devreye soktular. Ermenilerin mebus sayısı konusundaki talepleri kısmen kabul edildi. EDF, İttihatçılarla yeniden ittifak kurdu.
Bu sırada EDF’nin 28 Temmuz-14 Ağustos 1914 tarihleri arasında Erzurum’da ikinci kongresi gerçekleştirilir. Kongrenin amacı Ermenilerin olası savaş çıkması durumunda takınacakları tavrın kararlaştırılmasıdır. İttihatçılar kongreye “özel bir heyet” gönderir. İttihat ve Terakki, EDF’den bazı taleplerde bulunur. EDF’nin savaş çıkması durumunda Osmanlı’ya sadık kalacaklarına dair söz vermeleri ve Rusya’ya karşı savaşmaları istenir. Son olarak da, Rusya’daki Ermenilerin cephe gerisinde Osmanlılara yardım etmeleri talep edilir. EDF’nin yanıtı, Osmanlı Ermenilerinin Osmanlı Devleti’ne sadık oldukları ama İttihat ve Terakki hükümetiyle aynı görüşlerde olmayıp bağımsız hareket edecekleri yönündedir. Kafkaslar’daki ayaklanma teklifine karışmayacaklarını ifade ederler. Bu yanıt İttihatçıların “Ermeni meselesinin halledilmesi” yönündeki stratejilerini yani soykırım projelerini başlatmalarına neden olur. Diğer bir ifadeyle İttihatçılar, EDF’nin bağımsız ve kendi isteklerini kabul etmeme tavrı nedeniyle “ittifak” ilişkisini toptan “çözüme” kavuşturma planlarını hayata geçirirler.
Bu sırada 1914 Meclis-i Mebusan’ı için seçimler devam eder. 3. Dönem Meclis-i Mebusanı’nda 15 Ermeni mebus yer alır. Meclis-i Mebusan’ı yirmi bir aylık bir aranın ardından 14 Mayıs 1914’te açılır. 24 Nisan 1915’te uygulanmaya başlanan tehcir kanunuyla “ittifak” ilişkisinin gerçek mahiyeti açığa kavuşur. Sonuç olarak Ermeni soykırımı ile Batı Ermeni halkı bir yok oluşa sürüklenir.
“Çöktürme Planı” Devredeyken İttifak!
Kısaca aktardığımız bu tarihsel arka plandan yüzyıl sonra Türk hakim sınıfları yeni bir seçim sürecine daha girmiş bulunmaktadır. Türk hakim sınıfları Osmanlı Devleti’nin yıkıntıları üzerinden kendi ulus devletlerini örgütlemişlerdir. Bu arada da kendi iktidarları açısından tehdit olarak tanımladıkları Ermeni, Rum ve Süryanileri soykırımdan geçirmişlerdir. Türk hakim sınıfları ulus devletlerini örgütlerken sadece soykırıma başvurmamışlardır. Kendileri açısından stratejik gördükleri bu politikalarını uygulamak için bir yandan tehcir adı altında göç ettirme, tedip ve tenkil politikalarının yanında, diplomasi, uzlaşma ve ittifak politikalarını da pratikleştirmiştir.
Yukarıda Ermeni Soykırımı süreci öncesinde İttihatçıların Ermeni Devrimci Federasyonu’yla yürüttükleri “ittifak” görüşmeleri bunun bir örneğini oluşturur. Ermeniler içinde önemli bir örgütsel gücü olan EDF için, Adana’da İttihatçıların önderliğinde gerçekleştirilen ve on binlerce Ermeni’nin katledildiği katliam bile uyarıcı olmamıştır. Kuşkusuz bunda EDF’nin Ermeni ulusal burjuvazisinin çıkarlarını savunmasının yanında, iç ve dış politik gelişmelerin rolü vardır. EDF sosyalizmden etkilenmiş bir örgüt olmakla birlikte, süreci ve gelişmeleri doğru okuyamamış, özellikle de İttihatçıların Alman emperyalistleriyle girmiş olduğu kompradorluk ilişkisini doğru tahlil edememiştir. Bu anlamıyla geçmişte Osmanlı ve günümüzde Türk hakim sınıflarının emperyalistlerle ilişkisi son derece önemlidir ve içte izledikleri siyasette etkili olmaktadır.
Bir NATO üyesi olan TC devletinin seçimler ve üstelikte ittifak meseleleri mevzubahis olduğunda geçmiş tarihsel deneyimler üzerinde dikkatle durulmalıdır. Gelinen aşmada TC devletinin en önemli stratejik tehditlerinden biri olarak Kürt Ulusal Sorununu değerlendirdiği bilinmektedir. Nitekim bu stratejik “beka tehdidi” nedeniyle TC devletinin 2014 yılında Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’nca hazırlandığı belirtilen ve Kürt ulusunu hedef alan “Çöktürme Planı”nın, 30 Ekim 2014 yılındaki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında karar altına alındığı ve 2015’in başından itibaren uygulandığı gözden kaçırılmamalıdır.
Seçimler ve özellikle de TC devletinin her renkten temsilcisi partilerle “ittifak” görüşmelerinde adına “Çöktürme Planı” denilen ve halen yürürlükte olan bu stratejik hedef dikkate alınmalıdır. Nitekim bu plan devrede olduğu içindir ki 7 Haziran 2015 seçimlerinin sonuçlarından sonra planın silahlı çatışma kısmı 24 Temmuz 2015’te devreye sokulmuştur. Plan çerçevesinde, Şırnak, Mardin, Diyarbakır ve Hakkari’de birçok yerleşim yeri yakılıp yıkılmış, yüzlerce insan öldürülmüş, binleri aşan kitlesel tutuklamalar gerçekleştirilmiştir. Bu plan doğrultusunda sadece Sur, Cizre, Nusaybin ve Şırnak gibi Kürt şehirleri yerle bir edilmedi ayrıca HDP’li milletvekilleri, belediye eşbaşkanlarının da aralarında bulunduğu Kürt siyasetçiler bir bir hedefe konulup, hapishanelere konuldu.
2016 yılında yapılan 4 Kasım darbesi ile aralarında eş genel başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da bulunduğu HDP’li 9 milletvekili tutuklanıp, hapishaneye konuldu. HDP’nin Hukuk Komisyonu’nca derlenen verilere göre; sadece 24 Haziran 2015-1 Şubat 2017 arasında gözaltına alınan 15 bin 370 partiliden 3 bin 647’si tutuklandı. Sürdürülen gözaltı ve tutuklama politikasının yanı sıra 2021 yılının başında Yüksekdağ ve Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu 108 isim hakkında Kobanê protestoları nedeniyle yargılama başlatılıp, parti hakkında Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davası açıldı. Seçimlere doğru gidilirken halen HDP üzerinde kapatma tehdidi bulunmaktadır.
“Çöktürme Planı” doğrultusunda atılan bu adımların yanı sıra 2016 yılında Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) yönetimindeki 95 belediyenin eşbaşkanları görevden alınıp, yerlerine kayyımlar atandı. 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri sonrasında da sürdürülen bu politika sonucunda HDP’nin kazandığı 3’ü büyükşehir 51 belediyeye kayyımlar atandı.
Kısaca 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılması planlanan seçimlere giderken, TC devletinin Çöktürme Planı’nın devrede olduğu unutulmamalıdır. Başka bir ifade ile bu planın iptal edildiğine dair hiçbir somut bilgi yoktur. Dahası HDP’yi kapatma davası başta olmak üzere, devrimci ve yurtsever güçlere yönelik tutuklama saldırılarının sürdürdüğü koşullarda planın halen devrede olduğu açıktır.
TC devletinin “Çöktürme Planı”nın devrede olduğu koşullarda seçimlere gidilirken, AKP-MHP faşizmine karşı, devletin kurucu partisi ve rejimin “sigortası” olan CHP ve onun temsil ettiği hakim sınıf partileriyle “ittifak” görüşmelerinde bu somut olgu gözden kaçırılmamalı ve dikkate alınmalıdır. Yüzyıl önce Ermeni devrimcilerinin İttihatçılarla “ittifak” politikalarının sonucunda yaşanan soykırım gerçeği gibi bir tarihsel deneyim ve tecrübe orta yerde dururken, “Yürü be Kemal” denilerek ittifak çağrısında bulunurken, kimlerle yüründüğü gözden kaçırılmamalıdır.
Evet “O Ermeni’yi dövdürtmeyecektik” ancak dövenin de gerçek sınıfsal karakteri, amaç ve hedefi bir an olsun gözden kaçırılmamalı, “ittifak güzellemeleri” bir de bu açıdan değerlendirilmelidir.