Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeler, uzunca bir süredir gündemi işgal ediyor. Türk Devleti’nin üst perdeden, kimi zaman Yunanistan’a kimi zaman Güney Kıbrıs Cumhuriyeti’ne, kimi zaman da AB’ye yönelik efelenmeleriyle konu, gerilimi yüksek bir tonda tartışılmaya devam ediliyor.
Doğu Akdeniz’i iç kamuoyunda gündeme taşıyan başlıca gelişme, TC’nin Kasım 2019’da Ulusal Mutabakat Hükümeti (Serrac) ile imzaladığı ‘Deniz Yetki Alanlarını Sınırlandırma’ anlaşması ile Yunanistan’ın Girit, Karpathos ve Rodos Adalarının güneyinde kalan bölgeyi kıta sahanlığı kapsamında gördüğünü ilan etmesi oldu.
TC, Serrac ile deniz yetki sınır anlaşması yaparak bir bakıma Akdeniz’i kuzey ve güneyden ikiye ayırdı. Bu da Kıbrıs adasının deniz kıta sahanlığında yakın zamanda çıkartılacak olan doğalgazın Yunanistan üzerinden Avrupa’ya akışını engellemeye yönelik bir hamleydi.
TC, bununla Yunanistan-Mısır-Kıbrıs-İsrail dörtlüsü arasında yapılan doğalgaz anlaşmalarını etkisizleştirmek ya da en azından oyunun kurallarını bozmak istiyor. Diğer yandan dile getirmek gerekir ki, sıklıkla ifade edilen Münhasır Ekonomik Bölge “vatan” değildir, sadece ekonomik kaynaklardan yararlanmaya imkân veren bir bölgedir. Deniz yetki alanının bir devlete verdiği yegâne hak, toprak altı kaynaklardan yararlanma ve orada balık tutma hakkıdır.
TC-Serrac arasındaki anlaşmaya Yunanistan 1982 tarihli Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre adaların kıta sahanlığı hakları olduğunu, TC’nin ortaya koyduğu haritanın, Yunanistan’ın egemenlik haklarını çiğnediğini ilan etti. Rodos ve Girit’ten başlayan Yunanistan sınırının Kıbrıs’la arasındaki mesafe 245-338 deniz milidir. TC ile Libya arasındaki en yakın mesafe ise 390 deniz milidir. Bu alanda dört ülkenin sınırları bulunmaktadır. AKP iktidarı ABD’den aldığı zımni onay ile Serrac ile yaptığı anlaşmaya dayanarak diğer devletleri namluyu göstererek hizaya getirme politikası izlemektedir.
Bu noktada hegemonya çatışmasının bir işareti olarak görülen NAVTEX ilanına ilişkinde birkaç şey söylemek gerekir.
Bir ülke tarafından belirli bir bölgeye dair NAVTEX uyarısının yapılması, söz konusu bölgenin tehlikeli olduğu anlamına gelir ve seyir halindeki gemilerin belirlenen alana girmemesi istenir. Aynı şekilde ülkelere ait Deniz Kuvvetleri’nin gerçekleştireceği bir tatbikatın hangi alanda yapılacağını dair bilgiler önceden özellikle 200 mile kadar açıkta olan seyir halindeki gemilere NAVTEX kullanılarak bildirilir.
Akdeniz’de sınırları bulunan devletlerin sıklıkla NAVTEX ilan etmesinin ardında; özellikle Doğu Akdeniz bölgesinde güç olmak, enerji yataklarının kontrolünü ve geçiş yollarını denetim altında tutmak, kalıcı askeri üsler kurmak gibi çok yönlü planlar vardır.
Doğu Akdeniz’de Tecrit Olan TC
TC-Serrac arasındaki anlaşma ve AKP iktidarının Akdeniz’de güç gösterisini bir politika olarak yaşama geçirmesinin tersten etkisiyle İtalya ve Yunanistan 1977’den beri çözemedikleri sorunları aşarak deniz yetki anlaşmasını bu yıl 9 Haziran’da imzaladı.
Öte yandan, Yunanistan-Mısır deniz yetki alanları anlaşması da bunu izledi. Muhtemelen Kıbrıs Cumhuriyeti-Suriye, Yunanistan-Kıbrıs Cumhuriyeti anlaşmaları da sırada. Uluslararası hukuk bağlamında TC-Trablus anlaşmasının şimdiden hükümsüz hale geldiğini söyleyebiliriz. Anlaşmayla, Girit ve Rodos adalarının kıta sahanlıklarının kısmen kullanılması şartıyla Mısır’ın kıta sahanlığı ile dikey bir koridor oluşturularak TC-Serrac arasında imzalanan anlaşma fiilen geçersiz kılınması amaçlanıyor. Bahsini ettiğimiz söz konusu anlaşmaların hiçbiri, bugün BM tarafından onaylanmadığından uluslararası alanda geçerli değildir. Ancak zaten anlaşmalara imza atanlarda bu gerçeğin farkındadır.
Sorun bugünkü durumda, Akdeniz’in enerji yataklarının kullanımı ve taşınma koridorunun oluşturulması rekabetinde güç olma çatışmasıdır.
AB ve ABD’nin Tutumu
AB dönem başkanı Almanya, TC-Yunanistan ve Kıbrıs denkleminde Ankara ile doğrudan bir çatışmaya girmeden, onu kontrol altında tutarak ancak esasta Yunanistan ve Kıbrıs’ın yanında konumlanıyor. Merkel’in R.T.Erdoğan’a verdiği mesaj “AB’nin baskısına bir süre direnebilirim. Eğer geri adım atmazsanız daha ciddi yaptırımlar devreye girer” şeklindedir.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell “Türk yetkililere bu faaliyetlere derhal son vermeleri ve Avrupa Birliği ile kapsamlı bir diyaloğa tam ve iyi niyetle katılma çağrısında bulunuyorum” (17 Ağustos 2020)açıklaması yaparken, AB Konseyi Başkanı Charles Michel de, AB Dışişleri Bakanlarının Doğu Akdeniz’deki durum hakkında eksiksiz tam bir hazırlık içinde 24-25 Eylül 2020’de özel bir Avrupa Konseyi toplantısı yapacaklarını açıkladı.
Öte yandan Fransa, Yunanistan’ın yanında olduğunu ilan ederek Doğu Akdeniz’e savaş gemileri ve 5. nesil iki savaş uçağı göndererek ortak askeri tatbikat yaptı.
5600 personel ve 90 savaş uçağı taşıyan ABD uçak gemisinin Yunanistan’la birlikte ortak tatbikat yapmak üzere Girit’e gitmesi, ABD’nin Doğu Akdeniz’deki enerji savaşında TC ile değil Yunanistan ile birlikte olduğunu gösteriyor.
Güney Kıbrıs’ın ABD’nin uluslararası enerji tekeli Exxon Mobil’e doğalgaz arama ruhsatı vermiş olması, ABD-Yunanistan-Kıbrıs arasındaki ilişkilerin boyutu bakımından da bir fikir veriyor.
Geçen yılbaşlarında yedi Akdeniz ülkesi; Kıbrıs, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin ve Mısır bir araya gelip ABD ile AB’nin de desteklerini alarak Doğu Akdeniz Gaz Forumu kurdular. Yine geçen yıl İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs, TC üzerinden taşınacak Rus gazına rakip olarak, Doğu Akdeniz gazını Kıbrıs ve Girit üzerinden Avrupa’ya taşıyacak 1900 kilometrelik boru hattı anlaşması (EastMed) imzaladılar.
Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki, Akdeniz havzasının tamamı küresel çatışmanın merkezi haline gelmiş durumdadır. Mesele TC ile Yunanistan arasındaki güç gösterisinin ötesinde, Ortadoğu, Kuzey ve Orta Afrika ve Avrupa merkezli güçlerden kimin nerede konumlanacağıyla ilişkilidir. Yunanistan ile Mısır arasındaki anlaşmayı da bu bağlamda Akdeniz ve Ortadoğu’daki ittifak dengelerinin yeniden tanımlanması olarak değerlendirebiliriz.
Katar dışındaki bütün Körfez Arap devletlerinin, Mısır ile Yunanistan arasındaki deniz yetki alanları anlaşmasını desteklediklerini açıklamaları, Arap dünyasının politik tutumunu ortaya koyması bakımından da bize bir fikir veriyor.
AKP iktidarının, Cihat Yaycı gibi Kemalist askerlerin “Mavi Vatan” adıyla yaşama geçirmeye çalıştıkları işgalci ve yayılmacı hamle, dönüp kendisini vuran bir bumeranga dönüştü. 2008’den bu yana büyük bir kriz içinde debelenen uluslararası kapitalizm, pandemiyle birlikte daha da derinleşen bu çıkmazını, Doğu Akdeniz örneğinde olduğu gibi yeni enerji kaynaklarında üstünlük elde ederek aşma amacı taşımaktadır.
Başka bir deyişle Doğu Akdeniz’deki hegemonya dalaşını bu denli geren, emperyalizmin içinde bulunduğu krizdir. Açık ki TC’de bu krizden payını almaktadır. Ne var ki gerek emperyalist ülkelerde gerekse de coğrafyamız da, krizin cefasını çeken bir avuç asalak değil işçi ve emekçiler olmaktadır. Doğu Akdeniz’deki hegemonya savaşı, emperyalistler arasında, halka rağmen süregelen ve Türk hâkim sınıflarının da pay kapmak adına bir parçası olduğu bir çıkar çatışmasıdır!
Ezilen halklar, uluslararası proletarya ve ezilenler bu çatışmanın bir tarafı değildir!