AKP’nin 22 yıllık iktidarının geldiği eşikte ülkenin giderek derinleşen ekonomik krizi ve krizin doğurduğu yoksulluk ve işsizlik her geçen gün daha da büyüyor. AKP, her şeyi olduğu gibi ülke tarımını da bitirmiştir.
Türkiye hem ekonomik hem de siyasi olarak AB ve ABD’ye bağımlı bir ülkedir. Kendi bağımsız ekonomisi yok. Komprador burjuvazi emperyalist tekellerin ülkemizdeki taşeronluğunu yapmaktadır. Dünyadaki ekonomik krizler hiçbir zaman Türkiye’yi “teğet geçmez”. Emperyalist ülkelerde meydana gelen ekonomik kriz misliyle ülkemizi de etkilemektedir. Dünyadaki 2008, 2009, 2018 ve 2022 krizleri ülkemizi de derinden etkiledi.
Krizle birlikte ekonomideki küçülme giderek büyüdü. Üretimin düşmesi beraberinde işsizliği ve yoksulluğu getirdi. AKP iktidarı işçi sınıfının toplu sözleşmelerde patronun düşük ücret artışına karşı gerçekleştirdiği grevleri yasakladı. Ek ücretlerin patronlara yük getirdiği gerekçesiyle ücretler sabit tutulmaya çalışıldı. Buna karşı çıkan işçilerin gerçekleştirdiği en az 20 grev yasaklandı.
Yoksulluğun, işsizliğin ve enflasyonun nedeni ülkede uygulanan ekonomik politikayla yakından ilgilidir. Türkiye ekonomik olarak emperyalizme bağımlı bir ülke. Planlı bir üretim yok. Var olan fabrikalar esas olarak emperyalist ülke tekellerinin taşeronluğunu yapmaktadır.
Montaj ağırlıklı sanayi ülkeyi geliştirmekte yetersiz olduğu gibi kendi ayakları üzerinde gelişmeyen bir ekonomi, devrevi kriz dönemlerinde fazlasıyla etkilenmektedir.
R.T.Erdoğan, ekonomik krizlerin nedeni olarak yüksek faizleri göstererek 2003 yılından bu yana yüksek faize karşı çıkarak piyasaların canlandırılması adına faizi sürekli düşürerek kendisince yeni bir ekonomik model geliştirdiğini ileri sürerek Merkez Bankası’na sürekli faizi düşük tutmasını dayattı.
“Faiz haram” diyerek kendi tabanını ekonomik olarak da konsolide etmeye çalışan Erdoğan, böylece İslam kurallarının esaslarına göre bir ekonomiyi geliştirmeye çalıştığı izlenimi vermiştir.
R.T.Erdoğan art arda değiştirdiği maliye bakanlarıyla ekonomiyi düzelteceğini sanmıştır. Değişen her maliye bakanı ekonomiyi düze çıkartacağı mesajı verilmişse de her gelen bir önceki maliye bakanını aratacak uygulamalar ile ülke daha da büyük ekonomik krizlerle karşı karşıya gelmiştir.
Bugünkü Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, daha önceki hükümet döneminde 2007’den 2018’e kadar Maliye Bakanlığı görevi yapmıştı. M.Şimşek 11 yıllık Maliye Bakanlığı döneminde ekonomiyi düze çıkartamadığı gibi, TL dolar karşısında sürekli erdi.
Başarısız olan M.Şimşek 2018 yılında yapılan seçim sonrası Hazine ve Maliye Bakanlığını Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’a teslim etti. Albayrak, Erdoğan’ın tüm ekonomik projelerini harfiyen yerine getirdi. R.T.Erdoğan faiz indiriminin kaçınılmaz olduğunu ilk olarak 2003 yılında dile yetirdi. Erdoğan’ın “Yeni Ekonomik Modelinde” faizler aşağıya çekilerek ekonomin canlanacağı savunuldu.
R.T.Erdoğan ekonomistlerin karşı çıkmasına rağmen faiz indirimini siyasi baskı ile aşağı çekmesini sağladı. Tüm maliye bakanları istinasız Erdoğan’ın dediklerini yapmak zorunda kaldılar.
Berat Albayrak da elbette ekonomiyi yönetmede başarılı olmadı. Kendisi bir ekonomist olmamasına rağmen aile şirketi yönetir gibi Maliye Bakanlığına getirilen Albayrak döneminde Türk lirası dolar karşısında % 89 değer kaybetti. Berat Albayrak’ın 2019-2021 olarak açıkladığı Yeni Ekonomik Program, hiçbir beklentiye cevap vermedi.
Albayrak, yeni ekonomik programla kurun “2018 için 4.90, 2019 için 5.63, 2020 için 6.00 ve 2021 için 6.6.21” olarak hedeflemiş ise de bunların hiçbiri tutmamış ve Türk lirası dolar karşısında sürekli ermiştir.
Albayrak döneminde enflasyon “11.84” olarak gerçekleşti. 2018 yılında dünya çapında başlayan ekonomik kriz çok geçmeden Türkiye’yi de etkisi altına aldı, ekonomi 2020 yılında ancak 1.8 büyüdü, kişi başı gelir 9 bin dolardan 8 bin dolara geriledi.
Türk ekonomisindeki durgunluk ve krizin sorumlusu Albayrak gösterilerek istifa etmesi sağlandı. Yerine Kasım 2020 tarihinde Erdoğan’ın kararıyla Lütfü Elvan atandı. Merkez Bankası ile uyumlu çalışması adına, burada görevli Murat Uysal görevden alınarak yerine eski Maliye Bakanı Naci Ağbal getirildi.
Göreve gelen Ağbal’ın yaptığı ilk icraatı faizi 10.25’ten % 19’a yükseltse de işe yaramadı ve kısa bir süre sonra Mart 2021 tarihinde görevine son verildi. Ağbal’ın yerine getirilen Şahap Kavcıoğlu’nun gelir gelmez ilk işi faizi % 19’dan % 8.5’e indirmek oldu.
R.T.Erdoğan’ın dayatmalarıyla ekonomin düzlüğe çıkamayacağı kamuoyuna yansıyınca, Erdoğan, Lütfü Elvan’ı istifaya zorladı. Lütfü Elvan, 1 Aralık 2021 tarihinde istifa ederek görevi Nurettin Nebati’ye devretti. Nebati büyük iddialarıyla geldiği Maliye Bakanlığında, ilk işi “Yeni Ekonomi Modeli” çizgisine bağlı kalarak düşük faiz, yüksek kur politikasını devam ettirdi.
Nebati’nin çıktığı her televizyon programında “ekonomi gözlerdeki ışıltıdır” sözleri ve rasyonel olmayan politikalarla kısa sürede ekonomi iyice dibe vurdu. Nebati iş başına geldikten birkaç ay içinde enflasyon % 85 seviyesine çıktı. Keza, 13.4 seviyesinde olan dolar 21 TL’yi aştı. Nebati döneminde işsizlik % 21’e çıktı.
Nebati döneminde Merkez bankasındaki döviz rezervi tarihinin en alt seviyesine düştü. Nebati, kuru sabit tutma adına ithalat ucuzlarken, ihracat daha pahalı hele gelerek dış ticaret açığını daha da büyüttü. 2021 yılında dış ticaret açığı 46 milyar dolarken, 2022 yılında 110 milyar dolara çıktı.
Böylece Türkiye ekonomisi uçurum başına kadar gelip dayandı.
Nebati’nin de başarısız olması ile apar topar Mehmet Şimşek yeniden Maliye Bakanlığına getirildi. Tıpkı bir dönem ABD’den getirilen Kemal Derviş gibi Mehmet Şimşek de yeni bir kurtarıcı gibi sunulsa da, o da öncekilerden farklı bir ekonomi politika uygulamadı.
Ne devraldıysa onunla devam eden Şimşek kapı kapı dolaşıp para bulmaya çalışsa da umduğunu bulamadan yeni çıkış yolları aramaya devam ediyor.
Emekçiler alanlarda
Emperyalist tekeller, Türkiye’yi geleceği olmayan bir pazar gördükleri için artık yatırım yapmayarak paralarını çekip daha güvenli pazarlara yöneliyorlar. Tekeller, Türkiye’de hukukun tamamen iktidarın denetiminde, ne söylenirse onu yaptıkları için de kendilerini güvende hissetmeyerek yatırım yapmaya yanaşmıyorlar.
AKP iktidarı tarımı da öldürmüş durumda. Aynı zamanda bir tarım ülkesi olan Türkiye, artık üretemez durumda. Tarım üreticilerine hiçbir destek verilmiyor. Mazot ve gübre masrafları yüksek olduğu için köylü ürettiğiyle sattığı arasında masraflarını karşılayamadığı için zarar etmektedir.
Kayısı, fındık, çay ve yaş sebzelere devlet en alt düzeyde taban fiyatı verdiği için üreticinin ürünleri tarlada çürümeye bırakılmakta, bundan yaralanan tüccar taban fiyatının altında bir fiyatla üreticinin ürünlerini almaya çalışmaktadır. Son dönemlerde üreticiler ülkenin her yanında sokağa çıkarak devletin verdiği taban fiyatlarını protesto ederek hakkını arasa da sonuç alamıyor.
Ülkedeki işsizlik ve yoksulluk giderek kitlesel bir hal almış durumda. İktidar bütçe açığını kapatmak için her ay temel ihtiyaç maddelerine zam yapıyor. Asgari ücretin 17.000 bin, emeklilerin aylık gelirlerinin 12.500 lira olduğu ülkemizde bu para kiraları dahi karşılamazken, bu bile çok görülmektedir.
Erdal Sağlam, Gazete Duvar’da yaptığı bir haberde daha çarpıcı şekilde şunları dile getirmektedir. “Kamu zamları yağmur gibi gelmeye devam ederken, hükümetin yılbaşında çalışan ve emeklilere en çok yüzde 20 zam planladığı açığa çıktı. Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’ın yabancı yatırımcılardan gelen sorular üzerine, yılbaşında yüzde 15-20 zamma göre kendi hesaplarını yaptıklarını söylediğini” aktararak yeni zamların kapıda olduğunu bizzat Merkez Bankası Başkanın ağzından aktarmış bulunuyor.
Türkiye’de sendikalar da iktidarın dümen suyunda gidiyor. İşçi sınıfının üretimden gelen gücünü genel grev yaparak iktidarı köşeye sıkıştıracağına uzlaşmacı bir yol izleyerek işçi sınıfını pasifleştirmiş bulunuyor.
İş yerlerinde yer yer yaşanan direnişler başarılı sonuçlar almakla birlikte lokal ve yetersiz kalmaktadır. Özgür Gelecek’in 302. sayısında Ağustos ayı içinde özetlediğimiz işçi direnişlerinde şunları aktarmıştık;
“İstanbul Çatalca’da bulunan 354 kişinin çalıştığı Polonez isimli fabrikada işçiler sendikalı oldukları için işten çıkartıldı. Fabrikada çalışan işçiler ‘güveni kötüye kullanmak’, ‘hırsızlık yapmak’ gibi sebeplere dayanan Kod-46 bahanesiyle işten çıkartıldı.”
Patron sahte bir şekilde 175 işçinin işe alındığını sitesinde yayınlayarak sendikanın yetkisini elinden alamaya çalışıyor.
“İskenderun Organize Sanayi Bölgesinde faaliyet gösteren İspanyol sermeyeli Befesa Silvermet İskenderun Çelik Tozu Geri Dönüşüm A.Ş işçileri hakları için grev kararı aldı.”
“Bursa Kestel’de otomobil yan sanayisi alanında faaliyet gösteren İbraş Kauçuk fabrikasında 6 işçi DİSK’e bağlı Lastik İş’e üye oldukları gerekçesiyle işten atıldı. Tariş Zeytinyağı fabrikasında, İzmir Büyük Şehir Belediyesinde çalışan işçiler toplu sözleşme direnişine devem ediyorlar. As Plastik işçileri toplu sözleşme için eylemde, DİSK’e bağlı Dev-Sağlık-İş Sendikası, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yetki haklarının gasp edildiğini söyleyerek basın açıklamaları yaptı.”
Bu, grev ve direnişlere devrimciler ve komünistler önderlik etmediği için direnişler kendiliğinden sürmektedir. Sendikalar ise düzenin çizdiği sınırların dışına çıkmadığı için, direnişler sonuç almada yetersiz kalmaktadır.
Muhalefetteki burjuva partilerin laf üretmekten başka yaptıkları bir şey yok. CHP, son yerel seçimleri kazandıktan sonra, topluma “bundan böyle sokakta olacağız” mesajı vermesine rağmen, bunu yapmadığı gibi, yaptığı ilk iş “yumuşama-normalleşme” adı altında Saraya koşmak oldu.
Bu düzende hiç kimsenin gelecek güvencesi yoktur. Ülkemizin kendi ayakları üzerinde yürüyerek ekonominin düzene çıkması, demokrasinin tam olarak uygulanması, ezilen azınlıkların ve Kürtlerin özgürce yaşamı, kadınların tam hak eşitliği bir devrimle ancak gerçekleşebilir.