Kıbrıs adasının işgal edilişinin 50. yılı askeri törenlerle, Türkiye’den gelen çakma sanatçıların konserleriyle kutlandı!
Törene Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve daha birçok kişi heyet olarak katıldı. Kıbrıs adasının işgalini kutladılar. İşgal edilen Kıbrıs ziyaretinden anlaşılacağı üzere siyasi tablo Türkiye’de kıyasıya yürütülen iktidar mücadelesi ve çatışmaların yerini, hepsinin bir konuda anlaştığı, “Yenikapı Ruhu”nun gündemde olduğuna şahit olduk.
TC tarafından işgal edilen Kıbrıs adasının kuzeyi, gelinen aşamada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) adıyla güya bir devlet görünümünde ve tam anlamıyla devletin bir vilayetine dönüştürülmüş durumdadır. Kıbrıs’ın işgalinin 50. yıldönümünde TBMM’de “Kıbrıs Tezkeresi” kabul edilerek oylandı ve Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’ın imzasıyla onaylandı. Kıbrıs’ta “federal çözüm” reddedilerek “iki devlet”li çözümün tek geçerli yol olduğu ilan edilerek çıta yükseltildi.
TC devletinin dışında hiçbir devletin kabul etmediği çakma KKTC, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), ABD ve Avrupa Birliği emperyalistleri tarafından da tanınmamaktadır. Öyle ki KKTC’yi “kardeş” Azerbaycan bile resmi olarak tanımamaktadır. Bütün uluslararası kurumlar, TC’nin Kıbrıs adasındaki varlığını işgal olarak tanımlamaktadır. KKTC’ye, Türkiye dışında hiçbir uçak dahi iniş yapmazken uluslararası müsabakalardan, Akdeniz’de petrol-gaz arama çalışmalarından dışlanarak teşhir ve tecrit durumuna düşmüştür. Adanın güneyinde kalan kısım ise Kıbrıs Cumhuriyeti olarak uluslararası alanda resmi olarak tanınmaktadır.
Kıbrıs adası, Akdeniz ortasında stratejik, Türkiye’ye-Ortadoğu’ya açılan kapı konumundadır. Hele hele bugün emperyalist devletlerin hegemonya savaşında üzerinde en çok durdukları kara parçasıdır. Çokça kullanılan bir deyimle bölgede sabit bir “uçak gemisi”dir. Kıbrıs adasının ilk yerlileri, Rumlar olmuşlardır.1571 yılında adaya sonradan Türk’ler gelmişlerdir. Tıpkı Anadolu’ya sonradan gelip yerleştikleri gibi. Sonradan gelip yerleştikleri topraklarda hakimiyet elde etmek için, savaş-kan ve göz yaşı işgal hareketleri ile yerlileri topraklardan katliamlarla yok etmişlerdir. Ada’da ise azınlık durumunda kalmışlardır. Ada’ya hakim emperyalist güç ise 1878’den 1960 yılına kadar İngilizler olmuştur. 1923 yılında ise imzalanan Lozan Anlaşması ile Ada, hukuken İngilizlerin egemenliği altına geçmiştir. 1950’lerden sonra ise Ada’ya giren ABD emperyalizminden sonra Ada’da dengeler değişmiş, çatışmalar başlamıştır.
Bir zamanlar Rum ve Türk halklarının dostça yaşadıkları, milliyetçiliğe dayalı çatışmaların olmadığı 1960 yıllarında, kabul edilen Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nda, Cumhurbaşkanlığı % 80 çoğunluk olan Rumları arasından, yardımcısı ise % 20 ile azınlık olan Türklerin arasından seçilmesi kararlaştırıldı. Buna göre Cumhurbaşkanı Makarios, yardımcısı ise Fazıl Küçük olacaktı. Bakanlar kurulu 7 Rum, 3 Türk, Yasama Görevini 5 yılda bir seçilen 35 Rum ile 15 Türk’ten oluşan Temsilciler Meclisi yerine getirecekti.
Yasalar tamamen ulusların konumuna göre belirlendi. 1960 Anayasa’sına göre en önemli ortak karar, Kıbrıs adasının bir başka devletle birleşmesi ya da bölünmesini yasakladı. Anayasa’ya göre yine iki resmi dil olacaktı. Türklerin adadaki nüfusu % 20 olmasına rağmen % 30 ile temsil etme hakkı ile “eşit” taraf sayılmaları sağlandı. Ada’da hem Rum hem de Türk halkı içinde adanın Yunanistan’a ve Türkiye’ye bağlanması gerektiğini savunan ırkçı ve faşist örgütlenmeler ortaya çıktı. Bu örgütlenmeler ilk önce adanın hiçbir devlete bağlanmasını istemeyen, bağımsız olmasını savunan Kıbrıslı Rum ve Türklere saldırdılar. Her iki halk arasında öne çıkan ilerici ve devrimci kişileri hedeflediler. Ada’da Rum ve Türk halkı içinde katliamlar örgütlediler. İki halkı birbirine düşman etmek için çeşitli provokasyonlar gerçekleştirdiler. Amaç adanın işgal edilmesini sağlamaktı.
“Barış Harekatı” adı altında işgal ve ilhak!
1950 yılından itibaren Adaya yerleşmek isteyen ABD emperyalizmi ile varlığını sürdüren İngiliz emperyalizmi arasında pazar kavgası kızıştı. ABD, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra dünya çapında en güçlü emperyalist güç konumuna erişti. 1950 yılında Yunanistan’ın NATO’ya üye olması ile Kıbrıs’ı Yunanistan’a ile bağlamak istedi. Zaten I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan bu yana her zaman Yunanistan’ın ENOSİS yani adayı Yunanistan’ın bir parçası yapma, adayı Yunanistan’a bağlamak hedefi olmuştur. 1950’lerden itibaren Kıbrıslı Rumlar arasında Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü, (EOKA) inşa edildi. Kıbrıslı Rumları, Türklere karşılık “Kıbrıs Rumlarındır Yunanistan’a bağlanmalıdır” sloganı ile adada milliyetçiliğin kışkırttı ve çatışmanın zeminini hazırladı.
Dünyada değişen dengelere göre hakimiyetini kaybeden İngilizlerin yerine Ada’yı, ABD’nin üssü haline getirmek isteniyordu. Mısır’da Nasır yönetimi Suveyş Kanalı’nın millileştirildiğinin açıklamasından sonra, Mısır’a yerleşmiş olan İngiliz askeri üsleri kapatıldı. Mısır’da askeri üslerini kaybeden İngilizler için Kıbrıs’ın önemi daha da çok artar hale geldi. Emperyalist güçler arasındaki çelişkilerin artmasıyla Kıbrıs’ı kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalan İngilizlerin “böl, parçala ve yönet” politikası çözüm için en uygun düşen yol olarak görüldü.
Bu gelişmelere paralel Kıbrıs’ta 1960’lardan sonra hızla gelişen Rus Sosyal Emperyalizmi (RSE) yanlısı AKEL Partisi, adadaki oy oranını her geçen gün artırırken, RSE yanlısı olarak bilinen Bağlantısızlar Hareketi’nde Kıbrıs Cumhuriyeti kurucu üye olarak rol aldı. Bütün bu gelişmeler ışığında yapılacak herhangi bir seçimde AKEL’in kazanması durumunda, Kıbrıs Batı emperyalizmi elinden çıkma tehlikesi ile karşı karşıya olacağı bir durum ortaya çıktı.
Ada’da hiçbir zaman boş durmayan TC devleti, Ada’nın Türkiye’ye bağlanması için gizli ve faşist örgütlenmeler kurdu. Yunan EOKA faşist örgütlenmesi karşısında, Türk İstihbaratı MİT tarafından örgütlenen ve başına Rauf Denktaş’ın getirildiği Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) örgütü kuruldu. Bir Özel Harp elemanı olan Rauf Denktaş’ın rolü, Ada’nın TC devleti tarafından işgal edilmesini sağlamaktı. Böylelikle TC devletinin yayılmacı ve işgalci çizgisine hizmet etmekti. Rauf Denktaş bu görevini Rumlardan sonra Ermeni düşmanlığıyla sürdürmüştür.
Gerek Kıbrıs Rum halkı içinde örgütlenen EOKA ve gerekse Kıbrıs Türk halkı içinde örgütlenen TMT gibi örgütlenmelerin faaliyetleri, Ada’da iki halkı birbirine düşürmek, öncelikle kendi halkları arasında öne çıkan ilerici ve devrimcileri katletmek olmak üzere iki halkın birbirleriyle çatışması için katliamlar yapmak olarak şekillendi. Her iki örgüt de gerici-faşist, halkları birbirine düşman eden, haksız savaşlardan beslenen, halkların bir arada yaşama iradesine karşı çıkan, halkları birbirlerine düşman eden karşı devrimci teşkilatlanmalardır.
Kıbrıs adasında yaşayan Türk ve Rum işçi-köylüler arasında sınıf kardeşliğinin inşası için mücadele eden ve bu uğurda sayısız kişiler maalesef Türk ve Yunan faşistleri tarafından pusuya düşürülerek katledilmişlerdir. Gazeteci ve yazarlar, birlikte yaşam iradesini savunan sol-sosyalist-devrimci anlayışlara, Türk ve Yunan burjuvazisi şiddetle karşı çıkmış, iki tarafın uzlaştıkları tek mesele komünizme karşı ittifakları olmuştur. Nitekim 1959 yılında Kıbrıs’ta, Komünist Partisi’nin yasaklanması için ortak deklarasyon dahi imzalanmıştır.
Barış-kardeşlik ile birlikte yaşam iradesini savunan, sol-sosyalist-ilerici olan, bu uğurda hayatlarını kaybedenler olmuştur. Örneğin Adada tanınmış iki sendikacı ve mücadele yoldaşı, Derviş Ali Kavazoğlu ile Kostas Mişaulis, Larnaka’da düzenlenecek bir toplantıya giderken TMT tarafından pusuya düşürülerek öldürülmüşlerdir. Benzer şekilde Ada’da barışı ve bir arada yaşamı savunan gazeteci Fazıl Önder de TMT tarafından katledilmiştir.
1974 yılında geliyorum diyen savaşın ayak izleri İngiliz uşağı Cumhurbaşkanı Makarios’un, ABD güdümlü Nicol Sampson tarafından darbe ile alaşağı edilip, “Helen Cumhuriyeti” ilan edilmesiyle başladı. ABD yanlısı bu faşist darbe Ada’da tansiyonun yükselmesine sebep oldu. TC devleti bu durumu bir fırsat olarak görüp “garantör devlet” sıfatıyla Ada’yı işgal etme hazırlıklarına başladı. Dönemin CHP-MSP Koalisyon Hükümeti Başbakanı Bülent Ecevit, 20 Temmuz 1974’te, Kıbrıs’ın işgal emrini verdi. Ecevit “Biz aslında savaş için değil, barış için ve yalnız Türklerin değil Rumlara da barış getirmek için adaya giriyoruz” açıklaması yaparak Kıbrıs’ın işgal edilmesi harekatı “Barış Harekatı” olarak propaganda edildi.
Kayıplar infaz edildi!
BMGK bu harekatı işgal olarak gördü ve Kıbrıs’ta derhal ateşkes ilan edilmesi çağrısında bulundu. Cenevre’de toplanan Türk ve Yunan temsilciler, Türk ve Rumlardan oluşan iki otonom bölgenin varlığını kabul ettiler.
İkinci toplantı Ağustos ayı için kararlaştırıldı. Türk-Yunan askerlerini adadan çekilmeleri için anlaşma sağlandı. Fakat Türk tarafı, Cenevre’de sürdürülen toplantılardan “bir sonuç çıkmıyor” gerekçesiyle henüz toplantılar sonuçlanmadan, Türk Dışişleri Bakanı olan Turan Güneş “Ayşe tatile çıksın” parolası ile II. İşgal Harekatı emrini verdi. 14 Ağustos’ta başlayan işgal hareketi, Ada’nın % 38’nin işgal edilmesi ile sonuçlandı. Kıbrıs Cumhuriyeti ilk defa ikiye bölündü. 1960 yılında kabul edilen Kuruluş Anlaşmaları ayaklar altına alındı.
Türk hakim sınıflarının görünüşte “sol” özünde faşist olan temsilcisi B.Ecevit Kıbrıs işgalini “barış hareketi” olarak savundu. Tıpkı bugün Artsakh-Rojava-Irak Kürdistanı’nın işgal edilmesine “barış hareketi” denildiği gibi.
Sol-ilerici kesimin desteğini de alarak iktidara gelen Ecevit, kısa zamanda teşhir-tecrit olmuş yüzünü gizleyebilmek için “barış-kardeşlik-özgürlük” kavramlarını çok sık kullanarak işgalci yüzünü gizleyebilmiştir. Hatta bazı “sol” çevrelerin desteğini de alabilmiştir. “Barış Hareketi” yalanı ile Pentadaktylos (Beşparmak) dağları olarak adlandırılan bölge kan gölüne çevrildi. Türk ordusu tarihinin en kanlı, en vahşi saldırılarını burada gerçekleştirdi. Yüzlerce ölü, esir, infazlar, toplu mezarlar ile sonuçları ağır olan işgalin, kayıpları halen bugüne kadar ortaya çıkarılamamıştır.
Kıbrıs işgal hareketinin hafızalarda yer eden ve unutulmayan, savaşın sembolü olan fotoğrafları aradan geçen 50 yıla rağmen unutulmamıştır. Ada’ya giren işgal ordusunun beş Rum askerini yere çömelmiş, elleri başının üstünde, esir alınmış diğeri ise Rum rehine askere ikram edilen sigaralı fotoğraflar, dünya kamuoyunda çok konuşulmuştu.
Oluşturulan “şefkatli Türk askeri” algısının aksine ne uluslararası sözleşmeler ne de savaş kurallarına uyulduğunu göstermektedir. Birleşmiş Milletler Kayıplar Komitesi’nin araştırması sonucu kayıp ve esir alınan bu kişiler ile sigara ikram edilen Rum askerin cesetleri bir kuyudan çıkarıldı. Ailelerinden alınan DNA örnekleri ile eşleştikleri ortaya çıktı. Aynı şekilde kayıp 14 çocuğun cesetleri de kuyudan çıkarıldı.
İsrail siyonizminin BMGK ile AB’nin İsrail’in Gazze’de soykırımın durdurulması kararlarını dinlemediği gibi, TC faşizmi de Ada’da BMGK ile AB kararlarını dinlememiştir. Bunlar yetmiyormuş gibi 15 Kasım 1983 tarihinde KKTC ilan edilmiştir. Cumhurbaşkanı ise Rauf Denktaş olarak görevlendirilmiştir. Türkiye dışında hiçbir ülkenin tanımadığı, KKTC 50 yıl boyunca Türkiye’nin arka bahçesi olarak görüldü. Ada’da azınlık durumundan, “en iyi çözüm yolu çözümsüzlüktür” denilerek 2004 yılında R.T.Erdoğan’ın kendisinin savunduğu “iki taraflı federal” çözümü de inkar ederek bugün “iki devletli çözüm” dışında başka bir yol tanımıyoruz çizgisine gelinmiş durumdadır.
Kıbrıs işgali ilhaka evrilmiştir!
Türkiye’de bulunan 81 ilden sonra Kıbrıs nerede ise 82. il gibi arka bahçe olarak görülmektedir. Türkiye’de süregelen siyasal İslam rejiminin benzeri, Kıbrıs’ta da inşa edilmek isteniyor. Türkiye’de devam eden iktidar kavgalarının bir benzeri aynı şekilde Kıbrıs’ta da yaşanmaktadır. Toplumsal Demokrasi Partisi’nden (TDP) Mehmet Akıncı CHP, Ulusal Birlik Partisi’nden (UBP) Ersin Tatar ise AKP tarafından desteklenmektedir.
Halk ve TDP, KKTC’de “federal bir sistem”den yana iken R.T.Erdoğan’ın kuklası da aynı şekilde “iki devlet”li çözümden yana olmuştur. Bu yüzden 2020’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Akıncı, Türkiye tarafından “aileni yok ederiz” tehditlerine maruz bırakılmıştır. R.T.Erdoğan’ın seçimlere müdahalesi ve hile karıştırılması sonucu Ersin Tatar’ın kazanması sağlandı. Halkın karşı çıkmasına rağmen Ada’da bir Külliye’nin inşasına karar verildi. Ve en önemlisi Maraş’ın açılması oldu. BM tarafından yasak ve askeri bölge ilan edilen turistik zenginlikleri ile ünlü Maraş Bölgesi, R.T.Erdoğan’ın talimatı ile yandaşlara rant alanı olarak açıldı.
Seçimleri hile ile kazanan Ersin Tatar’ın Ada’da ilk müjdesi “külliye ile yeni parlamento” inşası oldu. Aynı Türkiye’de olduğu gibi camii-mescit inşaatlarına başlandı, Ada’ya siyasal İslam ihracatına ağırlık verildi. Ada hiç olmadığı kadar Ersin Tatar yönetiminde uluslararası uyuşturucu trafiğin limanı oldu. Bu yüzden mafya hesaplaşmaları yaşanmaya başladı. İşgal edilen bölge kara para aklamadan, gazinolarda oynatılan kumar, fuhuş ve uyuşturucu kullanımı gibi bütün kirli işlerin yürütüldüğü yere çevrildi.
Türkiye bugün işgal ve yağma hareketlerini devlet politikası olarak uygulamaktadır. Tezkere oylamaları bu geçeğin kanıtıdır. İstisnasız bütün partiler tek konuda birlik oluşturmaktadır. Kıbrıs-Artsakh-Kürdistan-Suriye-Irak toprakları bugün TC’nin işgali altındadır. “Yavru Vatan”-“Mavi Vatan” yalanları altında Ada’ya “barış-özgürlük” getirdik denilerek kuzeyi işgal ve ilhak edilmiştir. Bugün Ada’da Rum ve Türk halkları, Türk ve Yunan burjuvazisi tarafından düşman haline getirilmişlerdir. Emperyalist sistem içerisinde çözüm burjuvazide değildir. Çözüm iki halkın birliğinde ve Kıbrıs Demokratik Halk Cumhuriyeti’ndedir.