26 Mart günü, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler arasında geçen konuşmaların ses kaydının sızdırılması, yerel seçim atmosferi içinde birçok açıdan önemli gerçekleri bir kez daha açığa çıkardı.
Devletin üst düzey yetkililerinin, Suriye ve burada bulunan “tek Türk toprağı” Süleyman Şah türbesi etrafında, kahve muhabbetini andıran konuşmaları, devletin temel kodları hakkında da fikir vermektedir. Açığa çıkan konuşmalar, hâkim sınıf klikleri arasında, ses kayıtları üzerinden sosyal medyada devam eden dalaşta yeni bir viraja girildiğini de göstermektedir. Bu açıdan, söz konusu kayıtların, bugüne kadar yayınlananlardan farklı olduğu ve yorgan kavgasının şirazeden çıktığı söylenebilir. Hâkim sınıflar cephesinde, klikler arasındaki tape savaşında, ibrenin kaçtığı anlaşılıyor. Kayıtların yayınlanmasından sonra devletin en yetkili ağızlarının, düzen partilerinin verdiği benzer tepkiler ve dikkat çektikleri temel noktaların yakınlığı da bunu gösteriyor.
Söz konusu kayıtlar, AKP hükümetinin Suriye’ye yönelik politikalarını ve bu ülkeyle savaş girmek istediğini yansıtıyor, kapsıyor olsa da, AKP’yi de aşan bir durum olduğu ortada. Kayıtlar, AKP ile birlikte esas olarak devletin karşı karşıya kaldığı sorunlara nasıl çözüm ürettiği, düşünüş tarzı ve politikalarını yaşama geçirmek adına neleri yapabileceği konusunda aydınlatıcı bilgiler veriyor. Ses kayıtları, bu topraklarda muktedirlerin ağzından düşürmediği devlet geleneğinin, Davudoğlu’nun söylemiyle “devlet terbiyesi”nin ne olduğunu da anlatıyor. Bundandır ki, Abdullah Gül’den Erdoğan’a, Kılıçdaroğlu’ndan Devlet Bahçeli’ye bilumum devlet zevatı, konuşmaların tüyler ürpertici içeriğinden öte nasıl ele geçirildiğine, buradaki zaafa, devletin küçük düşürülmesine dikkatleri çekti. Zira, kayıtlarla, devletin, Feridun Sinirlioğlu’nun deyimi ile “pespaye hali” tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilmiştir.
Klikler arasındaki dalaş, ele geçirmek istedikleri devletin temel direklerini sarsma, imajını zedeleme, gerçekliğini ortaya serme düzeyine ulaştı. Bunun her iki klik açısından da kabul edilemeyeceği ve devletin bekasını korumanın esas tutulacağı açıktır. Zira, ele geçirilebilecek bir devlet aygıtı, kullanışlı bir mekanizma olmadığında verilen kavgada anlamsız olacaktır. Nitekim en “hızlı” tepkiyi Tayyip vermiş, kayıtların yayınlandığı “you tube” kapatılmıştır. Devletin mahkemeleri harekete geçmiş, Ankara -Gölbaşı Sulh Ceza Mahkemesi geniş kapsamlı bir yayın yasağı getirmiştir. Kuşkusuz bundan sonra esasta devletin gücü ve prestiji korunarak açığa çıkan “casusluk faaliyeti”, “Türk devletine yönelik bu savaş ilanı”, egemen sınıf klikleri arasındaki mücadelenin bir argümanı olarak işlev görecek ve “olay”AKP tarafından Cemaate yönelik bir operasyonun gerekçesi haline getirilecek gibi görünmektedir.
“2000’e yakın TIR malzeme gönderdik oraya”
Ses kayıtları, Türk devletinin Suriye konusunda bugüne kadar izlediği dış politikanın iflas ettiğinin ilanıdır. Hem de bu politikayı yürütenler ve yönetenler tarafından. Konuşmalarda Suriye konusunda devletin çok ciddi bir sıkışmışlık hali yaşadığı, çıkmazda olduğu itiraf edilmektedir. Hakan Fidan’ın ve doğrudan AKP’nin Suriye’de savaşın başladığı günden bu yana Esad rejimi ile savaşa girmek istediği bunun için epeyce efor sarf ettiği ancak ABD’yi ikna edemediği konuşmalarından anlaşılıyor.
Buna paralel, T.C’nin Mart 2011’den itibaren Suriye’de ki tüm gelişmeleri adeta iç sorunu gibi gördüğü ve en yüksek düzeyde, sürekli olarak masada tuttuğu yine ilk ağızdan kabul edilmiş oluyor. Esad rejiminin düşürülmesi adına dünyanın dört bir yanından Suriye’ye getirilen cihatçı çetelerin T.C ile kurduğu ilişki de bu konuşmalarda tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. AKP hükümeti, bugüne kadar Esad’a karşı Suriye muhalefetini açıktan örgütlemiş, her türlü olanağı sunmuş bu yeterli gelmeyince kapıları El-Kaide vb. cihatçı çetelere açmıştır. Suriye’de taş üstünde taş bırakmayan, adı vahşet ve katliamla anılan El- Nusra ve İŞİD gibi El-Kaide menşeli örgütler, T.C, Katar, Suudi Arabistan gibi devletler tarafından beslenip büyütülmüş ancak bir süre sonra kontrolden çıkmıştır.
Yaşar Güler’in “İvedi olarak Hakan Beyin desteklenip silah ve mühimmatı muhaliflere ulaştırmasını sağlamamız lazım.” sözleri de bu durumun özetidir.
“Şimdi farklı bir oyuna doğru gidiyoruz. Bunları da görmemiz lazım. Bu IŞID’ler MIŞID’ler gibi ne idiğü belirsiz yapılar manipülasyona kullanılmaya son derece açık yapılar. Bunlardan oluşan bir alana komşu olmak bizim için fevkalade hayati bir güvenlik riski yaratır….Ulusal güvenlik politize edildi…Artık tamamen ülke topraklarını sınır güvenliğimizi oradaki egemen toprağımızı falan savunmakla ilgili tamamen ulusal güvenliğimizle ilgili yaptığımız konuşmalar son derece pespaye bir ucuz politika malzemesi haline geldi.”sözleriyle Feridun Sinirlioğlu’nun anlattığı da Suriye politikasının iflasıdır.
Konuşmalardan anlaşılıyor ki, T.C’nin Suriye’de “bir koyup üç alma” politikası çökmüş ve Esad’a doğru fırlattığı ölümcül oklar bumerang misali kendisine dönmüştür. Hakan Fidan’ın “2000’e yakın TIR malzeme gönderdik oraya” sözleri de, T.C’nin Suriye’de ki muhalefetle samimiyetini de gözler önüne sermektedir. Bu durumda Adana’da yakalanan TIR’lar konusunda AKP’nin yalan söylediği de ilk elden deşifre edilmiş olmaktadır. Durum elbette bundan da ağırdır.
“Dört tane adam gönderirim, sekiz tane füze attırırım!”
Ses kayıtları, devletin Suriye’yle savaşa girmek için nasıl yanıp tutuştuğunu, uygun fırsatı yaratmak için nasıl çırpındığını gösterdiği kadar aynı zamanda, işçi ve emekçilere yönelik düşmanlığını da yansıtmaktadır. Davudoğlu’nun, Erdoğan’ın Süleyman Şah türbesinin bir olanak olarak kullanılabileceği yönündeki telkinlerini hatırlatması da, Suriye politikasının referanslarının AKP hükümetinin iç politikadaki ihtiyaçları olduğunu/olabileceğini gösteriyor. Tabi, AKP nezdinde devletin, acı, gözyaşı ve ölümle karşıya karşıya kalacak olan çeşitli milliyetlerden Türkiye halkını umursamadığını da. Tartışmalar, Süleyman Şah Türbesinin, Suriye’ye savaş açmak için nasıl kullanılabileceği, iç ve dış kamuoyuna nasıl sunulabileceği üzerinde yoğunlaşıyor. AKP, Suriye’ye savaş açmak için açıkça bahane arıyor. Süleyman Şah Türbesini de bunun için önemli bir fırsat olarak görüyor. Bu görüşmelerin yapıldığı 13 Mart sonrasında, milliyetçi, dini duyguları kaşıyan, kamuoyunu savaşa hazırlamak adına yürütülen propaganda ve devamında Suriye uçağının düşürülmesini, bu muhabbetin bir sonucu olarak görmek yanlış olmaz. Süleyman Şah türbesi etrafında yürütülen polemikler, Hakan Fidan’ın “dört tane adam gönderirim, sekiz tane füze attırırım” sözleri, devletin “vatandaşına” yaklaşımını da özetler niteliktedir.
Bu sözlerle, Antep’te patlayan bombaların, sınır kapılarına yönelik saldırıların, düşen füzelerin failleri ile ilgili söylenen her şeyin büyük bir yalan ve aldatmaca olduğu açığa çıkmaktadır. Red Hack’in yayınladığı belgelerle, devletin haberinin olduğu ortaya çıkan Yayladağ’da ki bombalamaların arkasındaki gerçek gücün, faillerin kim olduğu da gün yüzüne çıkmıştır. Konuşmaların özeti, karşımızda, kendi menfaatleri için emekçi yığınları, gözünü kırpmadan katleden bir devlet gerçekliğinin olduğudur!