Kuşkusuz bir şekilde 2011 yılından bu yana TC devleti iç politikada kaotik bir sürecin içerisinden geçmekte ve bunun esas ve ana etkeni dış politikaya bağlı olarak emperyalizm ile olan münasebeti ve onun getirdikleridir. 2002 yılından bu yana iktidardaki varlığını çeşitli komplo ve planlarla sürdüren ve hatta deyim yerindeyse bu yolla kurumsallaşan AKP, gelinen aşamada oldukça kritik bir sürecin içerisinden geçiyor. Dış politikaya bağlı olarak iç politikada ortaya koyduğu reaksiyonlar kendisini tüketen bir yerde durmaktadır. Şunu belirtmek gerekir ki AKP’yi bitirecek olan AKP’nin iç çelişkileridir. Ve ortaya çıkan tablo da bundan ibarettir.
Toplumsal muhalefeti, onun tarihsel hafızasını iktidara geldiği günden bugüne manipüle eden ve kendisinden önceki iktidarları hedef alarak demokrasi naraları atan Erdoğan ve kamarasının elinde artık oldun bir malzeme kalmadığı için yeni kendine dönmüş durumdadır. Özellikle dış politika neticesinde gerekli imtihanı veremeyen ve dopingli bir büyüme ile bugünlere gelen AKP devlet bürokrasisi içindeki revizyonu elinde malzeme kalmadığı için kendisine dönük operasyonlarla sağlamaktadır. 15 Temmuz olarak karşımıza çıkan bu pratik açık bir gerçek ki AKP’nin ömrünü birkaç dönem uzatmıştır. İlk hedef toplumsal muhalefeti bastırmak olan, dış politikadaki batak durumunun yanı sıra iç politikada da ekonomik kriz ile boğuşmaktadır. FETÖ operasyonları adı altında kendi içinde de bir tasfiye sürecine giren AKP heterojen yapısını homojen bir biçime dönüştürmektedir. Bu anlamıyla kamusal alanlarda başlayan operasyonlar gelinen aşamada devlet bürokrasisine doğru yaklaşmaktadır. Bunun en önemli emaresi ise belediyelere istifa dayatması olarak öne çıkıyor.
Belediyelerdeki istifa krizi ve arka planı
15 Temmuz sonrası belediyelere dönük yapılan istifa baskılarının ilk durağı İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş oldu. Zaten görevden alınması gündemde olan Topbaş’ın sadece akıbetinin sonucu bilinmiyordu. Topbaş ile başlayan istifa diğer belediyelere dönük planı da ortaya koydu. İstifa etmemekte direnen belediyeler ise genel arka planda çeşitli tehditlerle karşı karşıya kaldı. Halkın iradesi diyerek bir kitle propagandasına sarılan ancak kendi iradesi gereğince bu iradeleri görevden almak aslında AKP’nin ve onun kemik mürettebatının yapısını ifade etmektedir. Şu bir gerçek ki AKP’nin seçim ile gelen seçim ile gider propagandası elinde kalmıştır. Şurası bir gerçek ki bu pratik aslında Erdoğan’ın kendisini nasıl dayattığı ve korku dağları eşliğinde kendi iradesini nasıl tesis ettiğini gösteriyor. Öte yandan bu pratik bir korkunun tezahürünü de ortaya koyuyor.
Kendi içinde yaşadığı kriz açıktan bir yapısal çürümedir ve bu çürümenin faturası halk kitlelerine dönük geniş kapsamlı bir saldırı anlamına gelmektedir. OHAL KHK’larıyla T. Kürdistanı’nda onlarca belediyelere kayyum atanıp belediye başkanları tutuklanırken mezkur belediye başkanları hakkında hiçbir soruşturma açılmamıştır. Bu durum esas olarak soruşturma kapsamında AKP’nin incilerinin dökülmesine sebep vereceğinden bu pratiğe girilmemektedir. Gerçekte olan, mevzubahis başkanlarla kapalı kapılar arkasında “pazarlıklar”la “istifayla kurtulacakları” imâ edilip “kurtarılmalarıdır. Bir kez daha devlet bürokrasisi içinde yeni bir düzenlenme ve AKP’nin kendini ve esasta Erdoğan’ın ömrünü uzatmak gibisüreci yaşıyoruz. Burada ise Erdoğan’ın Kemalizm’e kadar uzanan özelliği açığa çıkmaktadır. Erdoğan “Demokratik, danışmacı çoğulcu kolektif siyaset yapmaya inanmaz; grup-parti-meclis gibi siyasal kurumların karar alma mekanizmaları değil, karizmatik liderin siyasi şefin iradesinin ve kararlarının sorgusuz sualsiz onaylayıcı ve uygulayıcı olmaları gerektiğini düşünür. Tüm kurallar, alt –şefve izleyiciler( hatta millet)karizmatik liderin yönetiminin araçları ve nesneleri oldukça vardırlar. Kendi geçerli otorite ve meşrutiyetleri yoktur… kurallar ve başka kişiler şef ile millet arasına giremezler… Şefe( şahsına ve partisine) muhalefet, milletin yüksek çıkarlarına ve devlete muhalefetle eş anlamlıdır; millete idraksizce fenalık etmekten kötü niyetle ihanet etmeğe kadar gider. Muhalefet… bölücülük (tefrikatcılık) demektir.” (Türkiye Siyasal Kültürünün Kaynakları, Atatürk’ün Nutku, Taha Parla, İletişim Yayınları Sayfa 168) kişilik özelliği ile Kemalizmin ruhunu anmaktadır.
AKP’ni metal yorgunluğu
AKP’nin kendi içinde bir değişime gittiği ve bu durumun kendi içinde bir metal yorgunluğu olduğu belirtilmektedir. Birçok bölgede parti teşkilatının kökten değişeceği belirtilirken değişimi tek tartışılmaz kişinin Erdoğan olduğu belirtilmektedir. Bu durum bir gerçeği ifade eder ki AKP’nin oyun kurucusu ve denge unsuru olarak Erdoğan’ın öne çıktığıdır. Erdoğan’ın “Metal yorgunluğu var” diyerek gerçekleştirdiği bu operasyon esas olarak kendisini yeni bir sürece hazırlamasından ibarettir. Zira bu yeni süreç ekonominin çöktüğü, emperyalizmin toptan bir ablukasına girildiği, iç politikada çıkmazın büyümesidir. Erdoğan’ın diliyle dile getirdiği metal yorgunluğu yukarıdaki nedenlerle aslında bir itiraftır. Çünkü metal yorgunluğu bir tasfiyeyi ve tükenişi zayıflamayı ifade eder. Örnek vermek gerekirse; bir teli sürekli olarak yukarı ve aşağı bükersek tel büküldüğü noktadan ısınır ve bir süre sonra kopar. Kopma olayı, metal yorgunluğunun son noktasıdır. Bir başka örnekle anlatmak gerekirse; bir köprü zamanla içten içe yıpranır. Görünüşte onun yıprandığını fark etmek çok zordur. Uzun zaman zorlu şartlara dayanır ama bir bakmışız, köprü durduk yere yıkılıvermiş. Yıkılma olayı da metal yorgunluğunun son noktasıdır.
Yorgunluğunu ölümcül kıralım
AKP’nin bu yorgunluğu yeni bir sürecin ürünü değildir. Aksine uzun süredir var olan ve içten içe büyüyen bir içeriğe sahiptir. “27 Eylül’de AKP hükümetince açıklanan üç yıllık Orta Vadeli Program, dört yıl üst üste yüzde 5,5’lik büyüme hedefleri ile yabancı yatırımcıya göz alıcı bir vitrin düzmeyi hedeflerken bütçe, daha genel anlamda kamu maliyesi ile ilgili iddialı hedefler koymaktan da geri durmuyordu. Buna göre 2016’da yüzde 1 olan bütçe açığının milli gelire oranı, 2017’yi yüzde 2 ile tamamlayacak. Bu, yüzde 1,7 olan avro alanı ortalamasının üstünde bir oran olmakla beraber yüzde 3’lük Maastricht kriterinin hala altında. Yine de cari açık belası olan Türkiye için ikinci açık riski demek. Bunu yeniden milli gelirin yüzde 1’i dolayına indirmek isteyen AKP rejimi, açığı bir yandan yeni vergiler salarak bir yandan da borçlanma limitini artırarak hamle yapıyor” (Mustafa Sönmez /4 Ekim 2017/Al Monitör) bu durum esas olarak ekonomiyi uçuruma sürüklemektedir.
Temel hak ve özgürlükleri gasp eden işçi ve emekçiler üzerindeki sömürüyü palazlandıran, kadınlara dönük saldırıları örgütleyen, Kürt ulusuna ve çeşitli inanç ve milliyetlerden Türkiye halkına dönük imha ve inkar saldırılarını perçinleyen AKP gelinen aşamada, metal yorgunluğu yukarıdaki sıraladığımız saldırılardır. Tüm bu saldırılara karşı örgütleyeceğimiz öfke AKP’nin yorgunluğunu ölümcül kılacaktır. Bu çıkış kuşkusuz toptan bir mülkiyet ilişkilerinin değişimini değil ancak demokratik hak ve bilincin kazanılmasında bir sıçrama tahtası olacaktır.