Yalnızca, devrim için Ortadoğu’da dağıtılan bir atlas,
Kim demiş Dersim dağlarında okunamaz?
Hem okudu, hem de yazdı.
Dört nala gelip Karadeniz mısralarından,
Dersim’e bir kardeşlik kısrağı gibi uzanan.
İnsan ömrünü neye vermeli diye sorarak adımladı dağları,
Bir cebinde Das Kapital, elinde ise namluya sürülmüş halk mermisi,
Tabakasının yanına iliştirmiş, saç kokulu tarağı.
Giderek dağılıyordu isyana durmuş dağların sisi.
Ne ölümden korktu ne işkenceden,
Aklında bir tulum sesi inceden,
Horonuyla aşındırarak patikaları,
Anlama soyundurdu ömrümüzü işgal etmiş, kısacık sandığımız dakikaları.
Hala yükselerek içimizde dağılan,
Zalime başkaldırmak ile çiziliverdi yazgısı,
Hala yükselerek içimizi dağlayan,
Coşkunun doruklarına sürdüğü sesinin yankısı..
Yürüyerek zalimlerin üstüne
Mezraları zaptedişi yine,
Dalga dalga aydınlıktır bu gözlerimizi kamaştıran,
Matemi utandırıp, umuda yaklaştıran.
El ayak buza kesmiş direnlerden oldu,
Mevsimlerdir dağlarda,
Mevsimlerce direnip,
Gündönümünü kutlayacaktık halaylarla.
Sen ölmedin yok! Diye haykırıyoruz öfkemizi,
Ateş fitiller gibi, dimdik ayakta barut ortasında koydun hepimizi.
Türkülerde adın yazılacak,
Evvel vurulup düşenler gibi toprak bedenini saracak.
Umuda tohum olacaksın,
Sonra bir arı gelip boy verdiğin filize konacak.
Biliyoruz lakin ağrımıza gidiyor ciğerim.
Varılacak yerlere kanla varılacaktır.
Ve zafer artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar;
Tırnakla sökülüp kazanılacaktır.
Horonun başında Özgüç’ü çağırsak.
Kulaklarda tulum sesi yanı başımızda nefesi.
İşte o gün ölmek yasak.
Yankılanan bu tını şüphesiz, zaferimizin sesi…
(Ankara’dan ÖG okuru)