Makaleler

“Açılım” sürecine CHP’nin uyumu ve uyumsuzluğu!

CHP’nin Kürt meselesinde nerede durduğu ya da durması gerektiği her daim ilgi konusu olmuştur. CHP’nin devlet içinde kapladığı yer ve özgün ağırlığı özelde bu konuda hep önemli olagelmiştir. Özellikle “çözüm süreci” denilen ve yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışılan 6-7 yıllık dönemde, bu partinin konu üzerindeki tesiri birçok defa açığa çıkmıştır. Süreci kolaylaştırıcı ya da zorlayıcı bir etki oluşturabilmektedir.

Meselenin tarihsel, sosyal ve siyasal özellikleri ile CHP’nin ideolojik ve siyasal kökleri arasındaki çakışma alacağı tutumu bazen belirleyici hale dahi getirebilmektedir. CHP’nin ana muhalefet partisi olmaktan kaynaklı gücünden ileri gelen bir tesirden çok özellikle devletin Kürt meselesinde geleneksel ret, inkar, asimilasyon, katliam politikalarının tarihsel olarak yaratıcısı, icracısı, taşıyıcısı gibi bir sembol olması yanı söz konusudur.

Kürt meselesinde egemen güçler arasındaki çatlağa paralel ya da emperyalizmin meseleye dair kararlılığına uygun olarak CHP konumlanışını okumak ve yorumlamak gerekir. Zira bunun ötesinde bir CHP çizgisi oluşamaz. Devletinin çıkarının ve emperyalizmin kararlı yaklaşımının karşısında duracak özgün bir siyaset ya da egemenlik tesisi hesabı yapamaz.

CHP’nin Kürt ulusal sorununda aldığı tutum devletin soruna dair bütünlüklü politikasını ne derece oluşturabildiğinin de bir göstergesidir. Örneğin 2009’da “Habur krizi” olarak yaşanan süreçte CHP aldığı pozisyonla, yaptığı propagandayla devlet içindeki dağınıklığı ve farklı eğilimlerin boyutunu ortaya koymuştur.

Her konuda muktedir görüntüsü veren ve halkın deyimiyle “burnundan kıl aldırmayan” Tayyip Erdoğan bile Kürt meselesinde CHP’nin tutumunun ve vereceği desteğin önem ve değerine vurgu yapmaktan geri durmamaktadır. Bu yaklaşım sorunun ağırlığına ve önemine işaret ettiği kadar devlet içindeki bütünlüğe ve ortak tutuma da yapılan bir göndermedir.

 

Üst düzey ortaklık…

Devletin uzun süredir ortak bir konsensüs ve bütünlük arayışı içinde olduğu ve bunun mücadelesinin sürdüğünü söyleyebiliriz. Bu mücadele hem egemen klikler arasında hem de her kliğin kendi içinde sürmüştür. Gelinen noktada özellikle bölgesel gelişmeler ve Türk egemen sınıflarının buraya bağladığı çıkarları uzun süredir yakalanmayan düzeyde bir ortaklığa işaret etmektedir. Bu süreç özellikle son 3-4 yıllık dönemde ağır aksak da olsa örgütlenmiştir. CHP’de bu sürece uyumlu olacak bir genel çizgi oluşturmuştur, oluşturmak zorunda kalmıştır. Kuşkusuz devlet içinde de onun çeşitli aktörleri arasında da farklı eğilimler söz konusudur. CHP içinde ise hem muhalefet olmasının yarattığı doğal reaksiyondan hem de klasik Kemalist çizginin temsiliyet rolünden dolayı farklı eğilim ve yaklaşımlar daha baskın ve yer yer de güçlü bir çizgi oluşturabilmektedir.

Devletin son İmralı görüşmelerine dair eleştirel tutumu ve ses tonu yüksek retorikteki karşı çıkışları genel eğilim içinde nereye oturtmak gerekir? Öncelikle CHP’nin bir süredir Kürt meselesinde uzlaşmaya dayalı bir çözüm anlayışını sahiplendiğini, hatta bu konuda AKP’ye “kredi” açtığını biliyoruz. Sorunun çözülmesi için Ulusal Hareketle yürütülecek görüşmelere en azından engelleyici bir yaklaşım içinde olmayacaklarının ifadesiydi bu “kredi”. Bu yaklaşımın CHP’nin esas eğilimi olduğu, sürecin genel özellikleri ve uyguladıkları politika göz önüne alınırsa söylenebilir. Bu bağlamda diğer eleştirel yaklaşımlar ve yer yer sertleşen tutumlar bu genel eğilimi gözetmeksizin yorumlanamaz. Aksi takdirde gerçekler ve gelişmeler yerli yerine oturmaz. Bu oluşan çelişmeye karşı alınacak politik tutumu da zaafa uğratır.

 

Kılıçdaroğlu rüştünü ispatlıyor!

CHP’nin devlet ve İmralı görüşmeleri ile oluşan “uzlaşmacı” ve “barış kokan” havayı “kirletme” ya da süreci sabote etme gibi bir politikası, niyeti ve hesabı var mı? Bizce esas soru budur. Son süreçte K. Kılıçdaroğlu’nun İmralı görüşmelerine, ortaya çıkan tutanaklara ve de Başbakanın milliyetçiliğini masaya yatırmaya çalışarak başlattığı tartışmaya karşı tavrı bu eksende yorumlanmalıdır.

Birinci olarak; Tayyip Erdoğan’ın “her türlü milliyetçilik ayağımızın altındadır” söylemine karşı “ne münasebet” tadındaki çıkışı ve bu söylemi Rize gibi, Yozgat gibi yerlerde ifade etmeye çağıran tutumu sabun köpüğü niteliğinde bir muhalefettir.

Günübirlik siyasi çekişmelerin içinde şovenizmi yeniden üretme gayretidir. Bu neviden yaklaşımlar Türk egemen sınıflarının tüm siyasi temsilcilerinin sürekli kullandığı söylemlerdir. Kaldı ki ezilmesi gereken milliyetçiliğin “Kürt yurtseverliği” olduğu ortaklığına da varılmıştır. Ancak bu tartışmada K. Kılıçdaroğlu ne kadar faşist olduğu noktasında rüştünü de ispatlama çabası göstermiştir. Hem Türk şovenizmi yarışında hasmından oy devşirmeye hem de kendi gerici tabanının alkışlarını almaya çalışmıştır. Her fırsatta üretilmeye çalışılan gerici Türk şovenizmi, bu vesileyle de yeniden ve yine kitlelerin bilincine ve ruhuna zerk edilmiştir.

İkinci nokta; geleceğe yatırım olarak yorumlanacak kısmıdır. Özellikle sürecin olası açmazlara, tıkanmalara ve başarısızlıklara mahkum olması durumunda kendi cephesindeki sorumluluğu bertaraf etme uğraşıdır. Israrla Başbakanın tutanaklar üzerine söz söylemesini istemesi, bütün sorumluluğu bugünden onun ve siyasi çizgisinin üzerine yıkma uğraşıdır. Bu yaklaşım gelecekteki olası senaryolardan birisine karşı siyasi hazırlıktır. Süreçteki tüm gelişmelerin siyasi birer malzeme haline getirilmesinin zeminini yaratma uğraşıdır. Hem sürecin sorumluluğundan azami derecede uzak durma hem de hükümete bu sorumluluğu daha fazla yükleme hesabıdır. Yapılan muhalefet zaten düşük dozludur. Süreci sabote etmekten uzak ancak olası olumsuz sonuçlar karşısında payına düşeni en asgari düzeyde tutma yaklaşımıdır.

Üçüncü bir nokta; toplumun çeşitli kesimlerinin endişeyle, şüpheyle ve yer yer tepkiyle yaklaştığı bir meseleyi kendine kısa vadede toplumsal bir desteğe çevirebildiği oranda çevirme mücadelesidir. İhtiyatlı, dikkatli ancak bir o kadar da çapsız söylemlerle bu yapılmaya çalışılmaktadır.

Dördüncü nokta ise; Kürt Ulusal Hareketi üzerindeki psikolojik savaş yönüdür. Ulusal Hareketin talep ve isteklerinin sınırlarının Türk milliyetçiliği hassasiyetiyle alt düzeye çekilme kaygısıdır. Çokça dile getirilen “Türk hassasiyeti” yumuşak ve örtülü biçimde öncesinden olduğu gibi yine CHP aracılığıyla dile gelmektedir. “Talep ve isteklerinizde makul olun aksi takdirde süreci tıkamak için hazır bekleyen tehlikeler var” mesajının bir de bu biçimde verilmesi söz konusudur.

 

Sürece uygun muhalefet…

CHP’nin Kürt meselesindeki genel eğilimini, ortaya koyduğu bu neviden tepkilerle görmek mümkündür. AKP eliyle pratikleşen uzlaşma, barış ekseninde Kürt ulusu üzerindeki egemenliğine yeni bir biçim verme sürecine esaslı bir karşı çıkışı söz konusu değildir.

Olası başarısızlık karşısında adeta antreman ya da ısınma niteliğindeki bir politik yaklaşım söz konusudur. Bu tutum AKP’nin bugün yaşama geçirdiği Kürt politikasıyla kökten bir karşıtlığı içermemektedir. Zira devletin bir bütün çıkarları şu aşamada buna uygun değildir. Böyle kökten bir karşıtlık, sert mücadeleleri içereceği gibi bu denli kolay ve hızlı ilerleyecek bir sürece de el vermeyecektir.

Türk egemen sınıflarının yıllardır yarattığı “terör”, “bebek katili”, “terörist başı” gibi umacalarla bugün görüşmeler yapması, açıktan masaya oturması ve barışın sağlanması için muhattap kabul edilmesi durumu muhalefette olan faşist partiler için kuşkusuz siyasal malzeme olmaktan kaçamaz. Ancak bu konuda yürütülen muhalefetin içeriği ve tarzı süreci baltalama gayesini taşımamaktadır. Ki bu niyet ve isteklerle belirlenemeyecek kadar, bütün egemen sınıfların çıkarlarını ilgilendiren, geleceklerini belirleyecek bir meseledir.

Bu noktada muhalefet biçimi de buna uygun profilde oluşmaktadır. Süreci baltalamaktan uzak ancak gericiliği alabildiğince diri tutup toplumsal tabanı bu gerici ideolojiden koparmamayı hedeflemektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu