Trump, yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni (UGS) açıkladı. General McMaster’ın deyimiyle, “Soğuk Savaş’ın bitmesiyle, başlayan tatil artık sona erdi, jeopolitik tüm hızıyla geri geldi”. 68 sayfalık UGS’yi okurken, adeta beni 11 Eylül sonrası Bush’un ilk dönemine götüren bir “déja vu” yaşadım. Bir farkla, bu kez, UGS, “tatil bitti” derken, büyük güçler arası barış, işbirliği döneminin bittiğini haber veriyor. UGS’de “küreselleşme” kavramına hiç rastlanmıyor.
Böyle bir dönemde, Türkiye’de, dış politikada “U” dönüşlerden, fiyaskolardan şaşkına dönmüş, ülkesinin halkını düşman kamplara bölmüş bir siyasi akımın iktidarda olması çok kaygı verici.
Generallerin partisi…
Trump seçildiğinden bu yana, Rusya ile ilgili söylentiler yoğunlaştıkça, tutarsız, istikrarsız, ne yaptığını bilmez bir başkan izlenimi yarattıkça, güvenlik bürokrasisi etrafını kuşatmaya daha bir önem vermek zorunda kaldı. Böylece, Trump yönetimi, Ulusal Güvenlik Danışmanı Gen. H. R. McMaster, Savunma Bakanı Gen. James Mattis (“Kuduz Köpek”) , Beyaz Saraybürokrasisini yöneten Gen. James Kelly gibi isimlerin elinde adeta generallerin partisine dönüştü.
Bu generallerin elinde hazırlanan, UGS dünyayı, bir tarafta ABD, diğer tarafta, ABD’nin küresel düzenini ulusal çıkarlarını tehdit eden, dünyayı ABD’nin değerlerine, çıkarlarına karşı bir yönde şekillendirmek isteyen, Rusya ve Çin, bunlarla işbirliği içinde hareket eden İran, Kuzey Kore gibi haydut devletlerden oluşan bir karşıtlık içinde tanımlıyor. UGS’ye damgasını vurduğu söylenen MacMaster, geçenlerde Londra’da yaptığı bir konuşmada Türkiye’yi de terörizmi destekleyen ülkeler arasına katmıştı.
Öncekiler hain – Şimdi ulusal diriliş
UGS’ye göre, Soğuk Savaş bittiğinden bu yana yönetimler, ülkenin çıkarını koruyamamışlar. UGS, “11 Eylül”den bu yana savaşlarda harcanan (askeri sınai komplekse transfer edilen) 6 trilyon dolara karşın, önceki yönetimlerin savunma harcamalarını kısarak ABD ordusunu zayıflattığını iddia ediyor. Dahası, geçmiş yönetimleri, “rakiplerimizle diyalog kurarsak, onları uluslararası kuruluşların, dünya ticaretinin içine çekersek, güvenilir ortaklara dönüşebilirler” gibi yanlış bir varsayımla hareket etmekle suçluyor.
Kısacası, Tump yönetimi hem dünyayı büyük güçler arası bir çatışmanın alanı, hem de kendisinden önceki tüm yönetimleri, bu alanda görevlerini yapmadıkları için adeta vatan haini olarak görüyor. Bu bakışla, Trump’ın “Kendimizi bugüne kadar olmadığı kadar şiddetle savunacağız”… “İrademiz yenilendi. Geleceğimiz yeniden kazanıldı, Rüyalarımız yeniden güçlendi… Bu büyük ulusal atılımda her Amerikalının oynayacağı bir rol olacaktır”, sözlerini birleştirince de aklım, ister istemez, Hitler dönemine kadar gidiyor.
Trump yönetiminin, kendisine kaynak transferini hızlandırmayı hedefleyen, bu amaçla ülke içinde güvensizlik duygusunu, tehdit algısını, milliyetçiliği, yabancı düşmanlığını, uluslararası alanda da, savaşları körüklemeye hazırlanan askeri sınai kompleksin eline tamamen geçmiş olabileceğini düşündürüyor.
Böyle bir dünyada, dış politika tasarlarken ülke içinde barışı ve refahı koruyacak koşullara öncelik vermek, ülkenin kaynaklarına ve çıkarlarına gerçekçi bir bakışla ve uygun bir teorik-tarihsel alet çantasıyla yaklaşmak son derecede önemlidir.
Ne yazık ki Türkiye’de 15 yıldır, içeride istikrarı, dışarıda ülke güvenliğini, her adımda daha çok zayıflatan bir yönetim var. Ülke halkı dini temellerde kutuplaştı; Kürt sorunu tamamen kangren oldu. Kadın hakları, pratikte, neredeyse yüzyıl geri gitti. Can, mal, adalet, seçim güvenliği kalmadı. Bu yönetimin, yakınlaşmaya çalıştığı Rusya ve İran, Türki Cumhuriyetlerden, Suriye ve Irak’a bu yönetimin önünü kesiyor, karşılığında hiçbir şey vermeden yönlendiriyorlar.
Bu sırada basında, 7 dev uçak şirketinin Türkiye’yi terk ettiğini, Irak yönetiminin Kerkük petrolünü dünya pazarına İran üzerinden çıkarmaya hazırlandığını, sıra Suriye’nin yeniden inşasına gelirken Çin’in merkezi bir rol almaya kararlı olduğunu okuyoruz.
*21 Aralık 2017. Cumhuriyet