Sonuçları bakımından oldukça önemli bir yerde duran ve uluslararası politikaları nasıl etkileyeceği merak konusu olan ABD seçimlerini geride bıraktık. Sonuçlar birçok gözlemcide sürpriz etkisi yarattı. Clinton’un yaşadığı bozgun, her şeyden önce sahaya onun saflarında inen ve bizzat kendi başkanlığında sınıfta kalan Obama’nın bozgunuydu.
Obama’nın 2008 seçim kampanyası sırasında verdiği, orta sınıfın destekleneceği vaatleri, seçimlerden sonra hayale dönüşmüştü. O günden beri orta sınıflar durumlarının daha da kötüye gittiğine tanık oldu, zenginler daha da zenginleşirken yoksulluk oranı arttı. Şimdi de “dışlanmış” milyarder Donald Trump, kendini orta sınıfın şövalyesi olarak sunarak başkanlığı fethetti.
ABD ekonomisini etkileyen önemli etkenlerden birisi de Ortadoğu politikası oldu. Trump, bu noktada kapalı ekonomi modelini izleyeceğini ve ülke ekonomisine katkı sunmak adına Ortadoğu’dan çekileceğini propaganda ederek toplumun sinir uçlarına dokundu.
Her şeyden önce seçimlerin ardından Beyaz Saray’daki nöbet değişimiyle ABD’nin dış politikasında neler değişeceği merak konusu. Trump ile birlikte ABD’nin Ortadoğu’dan çekileceğini düşünmek ciddi derecede yanlış ve yanılgılı bir yaklaşımı açığa çıkarır. ABD’nin emperyalist politikaları ulusal güvenlik sistemi üzerine oturmuş olmakla beraber küresel düzeyde egemen güç olmaya ilişkin varlığını sürdürme temel stratejik hedefi değişmemiştir. Böylesi bir değişim, ABD emperyalizminin yıkılması ve dünya sisteminde ciddi değişimleri getirir ve halk kitlelerinin zaferine bağlıdır.
Dolayısıyla ABD seçimlerinden medet umar hale gelmek reformizmin uluslararası algısına işarettir. Her şeyden önce bahsini ettiğimiz değişim Beyaz Saray’daki nöbet değişimidir. ABD emperyalizminin tek hakim güç olma hayali ve pazar hakimiyetini artırma hevesi hala devam etmektedir. Ancak bu konumu gün geçtikçe daha da sallantılı bir hal almaktadır.
ABD, ekonomik ve hatta siyasi alanda Çin, Rusya ve diğer emperyalist güçler karşısında mevzi kaybetmektedir. Bunun için kılıcını da teraziye koymaktadır. Uluslararası adalet dengesi diye tutturduğu argüman, savaşın her an kapıda olduğuna işarettir. Bu kaygılar ABD seçimlerine yansımış ve elektronik postalar aracılığı ile ortaya çıkan gerçekler ABD’nin uluslararası savaş suçunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Elektronik postalarından anlaşılacağı gibi, Dışişleri Bakanı kostümüyle Başkan Obama’yı Libya’yı savaş yoluyla yıkmak ve aynı harekatı Suriye’ye karşı başlatmak için ikna eden Venezüella ve Brezilya’nın içeriden istikrarsızlaştırılmasını ve Çin karşıtı işleviyle ABD’nin “Pivot to Asia”sını teşvik eden ve Clinton Vakfı’nın da aracılığıyla, Rusya’ya karşı ABD/NATO saldırganlığının başlatılmasına imkan verenin Clinton olması seçimleri etkilemiştir. Bu verili durum karşısında Trump’un propagandaları kendine zemin bulmuştur.
Ancak Trump’un ABD komutası altındaki NATO’yu merkeze alan ittifaklar sistemini terk etme niyetinde olduğu varsayımı gerçekçi değildir. Bu arada, özellikle askeri harcamalar anlamında müttefiklerinden daha büyük bir katkı elde etmek için elbette masaya yumruğunu vuracaktır. Trump, Asya-Pasifik bölgesinde ABD’nin askeri varlığının önümüzdeki günlerde artırılmasıyla birlikte, ekonomik yaptırımlar uygulayacağını duyurduğu Çin ile yollarını ayırmak niyetiyle Rusya ile bir mutabakat arayışı içerisine girebilir.
Elbette başka savaşları tetikleyecek olan bu tür kararlar, Donald Trump’ın kavgacı mizacına değil ama Beyaz Saray’ın da bağlı olduğu kumanda kadrolarının yer aldığı iktidar odaklarına bağlıdır.
Ki bunlar, ekonomiye egemen olan devasa finansal gruplardır. Bunlar, ekonomik boyutları topyekun devletlerinkini aşan, yurtiçinde fabrikaların kapatılması ve işsizliğe yol açarak üretimlerini düşük maliyetli işgücü imkanları sunan ülkelere kaydıran tekellerdir. Bunlar her şeyden önce savaşlar sayesinde ayakta kalan savaş sanayinin devleridir.