Geçmişten beri emperyalistlerin iştahını kabartan Ortadoğu topraklarında DAİŞ eliyle ve TC taşeronluğunda savaş politikaları tüm hızıyla devam ediyor. Yakın tarihini ABD-İngiliz emperyalistlerinin 2001’de Afganistan ve 2003’te Irak işgallerine dayandırabileceğimiz bu süreç, 2011’deki “Arap Baharı”nın ardından bölgeye yapılan emperyalist müdahalelere evrilerek devam etti. Emperyalistlerin savaş politikalarının DAİŞ çeteleri ve TC taşeronluğunda can bulan hali bugün Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmiş durumda. Kuşkusuz emperyalistlerin yıllardır bölgeye saldırmalarının ve işgal ile sömürgeleştirme politikalarının sebebi, bölge halkının emek gücünün ve bölgedeki zengin yer altı kaynaklarının kendilerine aktarılma istemidir.
Emperyalistlerin tahtlarından ellerini ovuşturarak izledikleri bu savaş, ezilenler cephesinde ise katliam ve yıkım ile eşanlamlı. Yaşam hakları dahi ellerinden alınan bölge halkı, Avrupa ülkelerinin yolunu tutarken bu kez de geçiş güzergahında bulunan TC’de ölüm-emek sömürüsü ve ırkçılık çemberiyle kuşatılıyorlar; Avrupa’ya geçiş için ısrar ettiklerinde ise karşılığı insan kaçakçılığı ile birlikte yine ölüm oluyor. Burjuva basın tarafından sıklıkla dile getirilen “daha iyi yaşam şartları için Avrupa’ya göçen” halkın gerçekliği tam olarak “Yaşamak için yine ölüme koşmaktır”! Yaşama hakları için TC’ye sığınan mülteciler burada, ilk olarak sokaklarda ölümle cebelleşmek zorunda kalırken iş buldukları takdirde ise güvenliksiz, normalin 2-3 kat altında ücretlerle çalışmak zorunda bırakılıyorlar; ev kiraları ise 2-3 kat fazla olarak karşılarına çıkıyor. Bu haliyle yaşamanın olanaksız olduğu topraklardan bir kez daha göç etmek zorunda kalan mülteciler, Avrupa’ya geçmek istediklerinde geçtiğimiz Eylül ayının başında yaşandığı gibi sınırların kapatılması, sınırda polis saldırısı tehdidi ile karşı karşıya kalıyorlar; deniz yolunda batan botlar onları bekliyor. Bu yüzdendir ki her mültecinin göç ederken üzerine aldığı ilk şeylerden biri can yelekleri oluyor.
“Mağdur” kılığına bürünen Avrupa…
TC’nin mülteci politikaları bu şekilde ilerlerken Avrupa devletleri ise mülteci politikalarını İslamofobi’yi besleyerek ırkçı bir zemin üzerinden oluşturuyor. En son Charlie Hebdo Katliamı ile yükseltilen bu ırkçı zemin Ortadoğu’daki savaş politikalarını bölgeden göç etmek zorunda bırakılan mülteciler üzerinden devam ediyor. Emperyalistler bu kapsamda 15 Ekim’de “mülteci krizi” gündemi ile toplanarak AB liderler zirvesinde TC ile ırkçılık politikalarını resmileştiren anlaşmalara vardı; ardından ise bir devamı olarak Almanya Başbakanı Angela Merkel, TC’nin Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’a ziyaret gerçekleştirerek mülteciler ile ilgili özel görüşmeler gerçekleştirdi.
Zirvede yapılan görüşmeleri, AB Konsey Başkanı Donald Tusk “Siz (Türkiye) bize (AB) yardım edin, biz de size” şeklinde özetlerken anlaşmaya göre Türkiye vatandaşlarına AB vizelerinin kaldırılması süreci hızlandırılacak, mültecilere mali yardımlar yapılacak ve AB’ye üyelik yolunda yeni süreç başlamış olacak. “Mültecilere mali yardım” ile bahsedilenin, mültecilerin Avrupa ülkelerine gitmesine engel olacak TC’nin kolluk kuvvetleri için olduğu ortadadır. Kendi topraklarını mülteci akımından “korumak” isteyen Avrupa ülkeleri TC ile rüşvet anlaşması yapmıştır. Aleni biçimde mültecileri ölüme mahkum eden ve bu anlamda çift taraflı siyasi rant alanı oluşturan emperyalist ülkeler ve TC’nin bu görüşmeleri ilk değil. Alınan bu kararlar, TC’nin Avrupa Birliği ile 2 yıl önce imzaladığı Geri Kabul Anlaşması’nın (GKA) yeni bir evresini oluşturuyor. GKA ile Türkiye vatandaşlarına kolay vize/vizesiz seyahat uygulanması karşılığı Türkiye’nin AB’den sınır dışı edilen mültecileri alması kararlaştırılmıştı.
Mülteci göçünden sık sık yakınan ve bu anlamda sınırlarını kapatarak, “mağdur” rolüne bürünen Avrupa ülkeleri, TC ile yaptığı anlaşmalarla mülteciler konusundaki tüm sorumluluğu taşeronuna devretmiş oldu. “AB’ye üyelik sürecinin hızlandırılması”, “Avrupa ülkelerine vizelerin kaldırılması” gibi anlaşma maddeleri ise TC için mülteci katliamına ortaklaşmakta yeterli olmuştur.
Mülteciler “külfet”miş!
15 Ekim Zirvesi’nin bir devamı 18 Ekim günü Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın görüşmesi ile gerçekleşti. Muhteşem ikili (!) yaptıkları açıklamalarda, emperyalizmin savaş politikaları nedeniyle ülkelerinden göç etmek zorunda bırakılan mültecileri bir külfet olarak nitelendirerek bir kez daha bizleri şaşırtmadı. Erdoğan yapılan görüşme sonrasında “Önemli konu başlıklarımızdan bir tanesi mültecilerin şu andaki gerek Türkiye’deki durumu gerekse Batı’ya olan yönelişidir. Bu konuda külfet paylaşımı üzerinde değerlendirmemiz oldu” şeklinde basına görüşmeye dair açıklamalarda bulunurken Merkel ise “Bir mülteci hareketinin olduğunu ve çoğalabileceğini ve bu hareketin Türkiye üzerinden Avrupa’ya akacağını da görüyoruz. Bu konuda Türkiye’ye destek verilmesi gerektiğini savunuyoruz” diyerek mültecilerin geçişinin engellenmesi karşısında Türkiye’ye verilecek rüşveti netleştirmiş oldu.
Aynı Merkel’in 15 Ekim’de AB Zirvesi öncesinde Federal Meclis’te yeni mülteci yasası görüşmelerinde konuşurken “Şüphesiz Türkiye bu meselede kilit bir rol oynuyor. Savaştan kaçan göçmenlerin çoğu Avrupa’ya Türkiye üzerinden geliyor. Türkiye ile birlikte çalışmadan mültecilerin gelişini yavaşlatıp bir düzene koyamayız” sözlerini hatırlamakta fayda var. TC’nin AB üyeliğine karşı olduğunu her fırsatta tekrar eden, AKP’nin politikalarını sıklıkla “eleştiren” Merkel’deki bu “dönüşüm”ün kaynağı tamamen çıkar ilişkisi ile alakalıdır. Tıpkı emperyalist ülkelerin kıyıya vuran bedeniyle Alân bebeğin ardından timsah gözyaşları dökmesi ve sınırlarını mültecilere açacaklarından dem vurması, R.T. Erdoğan’ın B-20 zirvesinde “Akdeniz’i mezara dönüştüren ülkeler bu vebale ortaktır, 3 yaşındaki yavrunun hesabını tüm insanlık vermeyecek mi?” şeklinde bu ülkelere seslenmesi; kendini temize çekmeye çalışması gibi… TC’nin ve Avrupa ülkelerinin bu ikiyüzlülükleri, her kriz döneminde iyiden iyiye açığa çıkıyor. Alân bebeğin katledilişinin üzerinden henüz bir ayı aşkın süre geçmişken ve hemen her gün ölüm haberleri devam ederken, emperyalistlerin ve TC’nin rüşvet oyunları ve mülteciler için “külfet” açıklamaları gerçeği bir kez daha gösterdi.
Açıktır ki, yüzlerce Alân bebeğin ölümüne kapı aralayan, Ortadoğu’daki katliamlarını bu şekilde sürdüren emperyalist-kapitalist sistem ve onun ikiyüzlü politikaları her geçen gün kendini daha çok ortaya koymaktadır. Şimdi “Onların bu kriz halinin Ortadoğu halkının lehine çevrilmesi ise kimin elindedir?” diye sorma ve cevabı pratiğe geçirme vaktidir.