Dünyanın herhangi bir yerinde bir ülke. Adının ne olduğu pek önemli değil ama yine de söyleyelim; Uganda! Derisi siyah ve çikolata renklerinin tonları olan insanların memleketi… Ülkemizde daha çok “yamyamların” ülkesi olarak bilinir orası. Her ne kadar film sanatçısı Sadri Alışık’ın Yeşilçam filmlerinde yarattığı unutulmaz karakter “Turist Ömer”in de ziyaret ettiği “Uganda Muganda”daki “yamyam kabile” görüntülerinin ülkemizde bu algının oluşmasında payı olsa da esasın bu olmadığını herkes bilir.
Başta ABD ve AB emperyalistlerinin oluşturduğu “üstün ırk beyaz”ların ırkçılığının dünya halklarının algısını kirletme ve “beyaz ırk” dışındaki ırkların “aşağı” ve “beyaza hizmet etmekle yükümlü ırk” olduğu algısını kazandırma amaçlı güdülen politikaların ülkemizdeki yansımalarıdır Uganda halkının “yamyam” olduğu inancı(!)
Tabii bu algının yalnızca bilinçsiz halk kitlelerinde olduğunu iddia etmek doğru değil. Örneğin “beyaz” ülkelerdeki kadın hareketlerinin “siyah” ve “sarı” ülkelerdeki kadın hareketlerine bakış açısında da bu algının etken olduğu bilinen bir gerçektir. Bu ülkelerdeki kadınlar, “beyaz” kadınların “önderliğine” ve yine onların “önderliğine” ihtiyaç duyarlar! Ya da “beyaz ırkın üstünlüğü” algısı, kadın hareketlerine de sinmiş ve buradan doğru diğer ırkların “kurtarıcısı” misyonunu kendinde görmüştür.
Laf lafı açıyor işte… Uganda’dan başlayıp nerelere geldik. Asıl amacımız “yamyam siyahların” ülkesi Uganda’nın başka bir yüzünü seyre çıkmak: Uganda’da LGBT hareket!
Aileden biridir Kuchu…
11. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali kapsamında “Cins-iyet-ler” kategorisi altında gösterilen “Bana Kuchu De/Call Me Kuchu” belgeselini seyrettikten sonra bunu paylaşmanın kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Öncelikle kuchu’nun ne olduğuna değinelim.
Dünya halklarının kaybolmakta olan, tehlike alarmı veren dillerinden (Uganda’da bulunan yerli halklara ait) Swaihili’ye ait olan bu terim, LGBT bireyleri ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Bize de yabancı gelmesine rağmen en iyi çevirisinin “queer” şeklinde yapılabileceği belirtiliyor. (**) Lezbiyen, gay, trans… Tüm bireyleri kapsayan bu terimin diğer bir özelliği de bu kimlikleri “aileden” sayacak kadar sıcak ve kapsayıcı bir kelime olmasıdır. Ugandalı LGBT’ler tarafından kendileri için bu terimi kullanmalarındaki esas neden budur anladığımız kadarıyla.
“Bana Kuchu De” belgeseli de LGBT bireylere yönelik baskılarıyla bilinen homofobik bir devlet olan Uganda’daki LGBT bireylerin David Kato üzerinde somutlaşan mücadelelerini anlatıyor. Ülkenin ilk açık eşcinseli olan David Kato Kampala’da yaşayan ve eşcinsel olduğunu bilmeyen (ya da bilmezlikten gelen) çevresi tarafından oldukça sevilen biridir. Kato ve arkadaşları sık sık biraraya gelir ve eşcinsellere yönelik baskılara karşı mücadele ederler.
LGBT hakları insan hakkıdır!
Ülkedeki gençlere hitap etmek için oldukça renkli basılan, “çarpıcı” haberleri kapaktan veren ve ülkenin en çok satılan gazetelerinden Rolling Stones gazetesinin (ki bu gazetenin özellikleri bana ülkemizdeki “Posta” gazetesini anımsattı nedense!) yazı işleri müdürü, gazetenin tirajını artırmak ve gençlere “faydalı olmak” için bir yöntem bulur. LGBT birey gibi davranan müdür, kısa sürede LGBT bireylerin toplandığı mekanları keşfeder, LGBT bireylerle dostluk kurar. Ancak onun bu dostluğu, bireyleri tek tek afişe etmek üzerinedir.
Bir süre sonra Rolling Stones gazetesinin kapağından LGBT bireylerin resimleri afişe edilmeye, LGBT’ler hakkında “gençleri ve çocukları istismar eden homo dehşeti” şeklinde bahsedilmeye başlanır. Ne tesadüftür ki, aynı dönemde bir milletvekili de “Eşcinselliğe Karşı Yasa Taslağı” üzerinde çalışmaktadır. Halihazırda eşcinselliği tespit edilen kişilerin aldığı 14 yıllık hapis cezasının artırılmasını yani idam cezası verilmesini, eşcinsel olduğu bilinen birisini şikâyet etmeyenlerin ise hapisle cezalandırılmasını öngören bu yasa taslağı görüşülürken bir tesadüf daha yaşanır: ABD’li “beyaz” tarikatlar, dini liderler Uganda’ya gelir ve “siyah din kardeşleriyle”, “homo dehşetine” karşı toplu dua ayinleri düzenlemeye başlarlar.
Bu süre zarfında Ugandalı eşcinseller de bir taraftan kendilerini korumaya, saklanmaya çalışırken bir taraftan da gazeteyi mahkemeye verip, gidebilecekleri her yerde ve BM’de mücadelelerine devam ederler. Amaç, “LBGT haklarının insan hakları olduğunu” anlatmaktır. Medya, hükümet ve dini liderler önderliğinde oluşturulan “şeytan üçgeninin” zihniyetini en iyi Rolling Stones’un yazı işleri müdürü özetler: “İnsanlar LGBT haklarının insan hakkı olmadığını bilmeliler. Özellikle Uganda’da!”
Gökkuşağı bayrağına sarılı…
Bütün bu anti-propagandalara karşın David Kato ve arkadaşları bir yıla yakın süreçte verdikleri hukuk mücadelesi sonucunda kendilerini afişe eden gazeteyi mahkum ettirmeyi başarırlar. Bu başarıdan 3 hafta sonra David kaldığı evde vahşice öldürülür.
Başta Ugandalı LGBT’ler olmak üzere dünyanın birçok yerinde bu cinayet protestolarla karşılanır ve Uganda’nın tek gündemi haline gelir. Önceleri daha edilgen olan birçok LGBT birey, David’in ölümünün ardından ciddi bir aktivist haline gelir.
Belgeselin belki de en can alıcı sahnesi David’in cenazesidir. David’in arkadaşlarının da katıldığı cenaze, töreni yönetenler tarafından LBGT karşıtı bir törene dönüştürülmek istenir ancak David’in arkadaşları cenazeyi alarak, bu homofobik alandan uzaklaşır ve David’i o çok sevdiği bahçesine gökkuşağı bayraklarıyla gömerler.
Kitlelerin gücü adına bir deneyim
Katherine Fairfax Wright ve Malika Zouhali-Worrall tarafından yönetilen belgesel, emperyalizmin sömürgelerinde yaşanan mücadeleleri anlatması açısından oldukça başarılı bir yapım olmasına karşın belli eleştirileri de hak eden bir yerde duruyor. Eleştirimizin kaynağını; belgeselin BM’de bulunan özellikle AB’li devletlerin Uganda temsilcisini, ülkedeki LBGT’lere baskıları konusunda “uyarıları” ve yine “Müslüman” devletlerin de “destekleyen” açıklamaları ile sonlandırılması oluşturuyor.
Çünkü asıl kazanım BM temsilcilerinin bu “uyarıları” yapmasına neden olan LGBT hareketlerin mücadelesidir. Belgeselin bu “uyarılarla” sonlandırılması, izleyicide “geri kalmış ülkelerin” homofobik, heteroseksist yapılarına müdahalenin ancak, “demokrasisi gelişmiş, ilerlemiş” ülkeler tarafından yapılabileceği algısı yaratıyor açıkçası. Oysa ki bu “ilerlemiş, ultra-beyaz” ülkelerde LGBT’lere yönelik homofobik, heteroseksist yaklaşımları da bilmiyor değiliz. Onları bu uyarıları yapmaya zorlayan hakları için sokağa dökülen kitlelerin gücü olduğu gerçeği perde arkasında kalmamalı ve yine BM’ye bu kadar “önemli” bir pay biçilmemeliydi diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz.
Her şeye rağmen Uganda’nın “yamyam” olmadığını ve sokaklarında başta LGBT hareketleri olmak üzere kitlelerin mücadele ettiğini göstermesi açısından oldukça zengin bir deneyimi bizimle paylaşması ve yine homofobik yanlarımızla hesaplaşmamız açısından oldukça değerli ve kült haline gelmesi gereken bir film bu. Umarız ayrıntıları anlatarak izleme şevkinizi kaçırmamışızdır. İyi seyirler! (yenidemokratkadin.net)
(Bir YDK’lı)
* Mücadele devam ediyor!
(**)http://gayuganda.blogspot.com/2007/10/kuchu-identities.html