Kültür&Sanat

Bir Performans Bin Cinsiyetçiliği Nasıl Ortaya Çıkarır?

Oryantal dansın anlamı ve feminenliği ile kadına/kadınsıya ait olması erkek egemen şekillenmiş algımızda haliyle rahatsızlık uyandırsa da gerçek anlamda devrimci bir bakış açısı ile baktığımızda bu rahatsızlık ortadan kalkmalıdır.

Elimize e-posta ile geçen aşağıdaki yazı, bir haftadır sosyal medyada gündemden düşmeyen konuya dair kaleme alınmıştır, biz de güncel bir konuya dair olmasından kaynaklı yayımlıyoruz.

Cinsiyetliğin her türlü tezahürü kötüdür. Zira cinsiyetçilik her an hortlayabilen kahrolasıca bir şeydir aynı zamanda. Özel mülkiyetli yaşamın ortaya çıkmasıyla birlikte doğan cinsiyetçilik, bu yaşam sona ermediği sürece inceltilmiş ya da kaba, her türlü tezahürü ile sürekli olarak hortlayacaktır. Tabi ki bu cinsiyetçiliğe karşı mücadelemiz de bu bilinçle her zaman diri bir biçimde varolmaya devam ediyor.

Sistemin içinde de cinsiyetçilik meselesinin tam anlamı ile çözülebileceğini söyleyenler, dünyada neo-liberal politikaların çökmeye başlaması ile bunun mümkün olmadığını; sağın ve faşizmin yükselmesi ile sistemin ilk olarak ezilen cinslerin kazanılmış haklarına ve varoluşlarına saldırdığını gördü.

Bununla birlikte, cinsiyetçiliğin yok oluşunu ve buna karşı mücadeleyi tali gören, yarına erteleyen, devrimden sonraya bırakan ve esasta cinsiyetçilikle mücadelenin de devrim mücadelesinin bir parçası olduğunu, devrimin cinsiyetçiliğe karşı mücadele verilmeden gerçek anlamı ile asla gerçekleşemeyeceğini anlamayanlar da kadınların ve LGBTİ+’ların büyüyen, kararlı mücadelesi ile karşılaşınca dumura uğradılar ve uğramaya da devam etmekteler. Çünkü yaptığımız her eylemde, ortaya koyduğumuz her performansta aynı zamanda kendi cinsiyetçilikleri de teşhir oluyor ve en zoru, yani sistemle mücadele ederken kendi içine işlemiş olan sistemle de yüzleşip mücadele etmek zorunda oldukları açığa çıkıyor.

Şüphesiz, eşcinsel, biseksüel, heteroseksüel, trans, na-trans her cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinden kadınlar; interseksler ve cinsiyetsizler, eşcinsel/biseksüel erkekler de kendi içlerine işlemiş olan erkek egemen algı, iktidar aşkı ve özel mülkiyetçi bakış açısı ile mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Heteroseksüel ve/veya natrans olmayan varoluşlarımız, “otomatik olarak” cinsiyetçilikten arınmış bir hale getirmemekte bizleri. Bu yönlerimizle yüzleşme ve mücadele etme bilinci ancak devrimci bilinci almaya başlayınca gerçek anlamı ile gelişiyor.

Bunun yolu ve yöntemini kendi içimizdeki mekanizmalarda tartışıp, çözüm yolları bulup uygulamak gibi bir kaygımız da var haliyle. Erkekliğin her türlü nimetinden faydalananların ise bize bu konuda “ayar vermesine” çok şükür ki ihtiyacımız yok! Aslında cinsiyetçilikle mücadelede bu sorunu yaratanların aklına ihtiyacımız yok. Zira kendileri her daim sorunlarla mücadelemizde kendilerince bir eksiklik ya da sorun tespit etmekte ardından da “siz bile böyleyken bizde de cinsiyetçilik normal” diyerek bu normalizasyonun arkasına sığınmaktalar. Bu sistemin “normal” sonuçları o “norm”ları yıkmayacağımız anlamına gelmez. “Halkımızın kültürü” olması mücadelemizin önünde bir engel olamaz/olmamalı. Zira bizler de bu halkın bir parçası, göğün yarısından çok fazlasıyız ve halkımızı kölesi haline getiren bu normlara karşı da mücadele etmek herkesten önce bizlerin görevi. Erkek yoldaşların bu konuda anlaması gereken tek şey, cinsiyetçilikle mücadelenin kadınların ve LGBTİ+’ların değil kendilerinin de sorunu olduğudur. Çünkü sistemin kendilerine dayattığı bu çirkin egemenlik, onları kölesi haline getirmiş ve erkeğin erkeğe şiddetini de perçinleyerek büyütmüştür…

Zincirlerinin farkına varanlar, erkeklikle hesaplaşıp bu mücadeleye girerler. Ancak erkeklikle hesaplaşmak yerine, zincirlerinden memnun olan bu kendi iktidarının köleleri, sürekli bahaneler üreterek mücadelenin önüne de engeller çekerler.

 

Bir Dansla Açığa Çıkan İnceltilmiş Şovenizm

Bir dans meselesinde örneğin sözde devrimci özde erkek egemenliğinin kölesi olan inceltilmiş şovenizm hemen hortlayıverir. Tıpkı 23 Kasım’da Frankfurt’ta Yeni Demokratik Gençlik isimli devrimci göçmen/göçmen kökenli gençlik örgütü tarafından 29.’su düzenlenen Gençlik Kültür Sanat Festivali’nde olduğu gibi. Cinsiyetçiliğe karşı olmayı, “dövmüyoruz, öldürmüyoruz” demek olduğunu zanneden bu “kafalar”, inceltilmiş şovenizmi görmemekte direterek ancak ve ancak ezenlerin ekmeğine yağ sürmekte olduklarını fark edememişlerdir.

Oryantal dansın “şehitlerimizin fotoğrafları önünde sergilenmesinden” rahatsız olan arkadaşların esasta rahatsız oldukları şey çıplak/yarı çıplak kadın bedeninin “kutsalı” bozduğu iddiasıdır. Başı açık kadının abdestimizi bozmasına ne kadar da benzemektedir bu muhafazakarlık? Hamile kadının sokağa çıkınca düşündürttüklerini oryantal sanatçı festivalde sahne alınca da düşünmüşlerdir. Bir de düşünmekle kalmamış kendi kirli siyasi çıkarları uğruna devrimcilerin düşmanlarının da çok rahat biçimde anti-devrimci propaganda için kullandıkları sosyal medyada paylaşarak bir bütün kitleleri de aynı zehirle zehirlemeye çalışmaktan geri durmamışlardır.

Neyse ki bu konuya duyarlı olan kadın ve LGBTİ+ örgütleri verilmesi gereken cevabı yaptıkları açıklamalar ile vermişlerdir. İcra edilen sanatın alt üst ediciliği yerine, birileri tarafından (ne hikmetse bu gündemi ilk ortaya atanların yine en eril dille erkekler olması) gündem edilmesi ve ardından da erkek egemenliğinin yoğun etkisi altında her cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinden eril zihniyetli kişilerin kendi yaşamlarındaki “norm dışı”lığa rağmen bu saldırıya ayna tutması söz konusu olmuştur.

Oryantal dans çıkışı itibari ile kadın bedeninin aşağılanması üzere doğmamış olması bir yana her figürün regl kanaması, ölüm, yaşam, doğum, kadının doğayla mücadelesi gibi anlamlarının olması da ayrı bir noktada durmaktadır. Aynı zamanda kadınsılığı ön plana çıkaran bu dansın metalaştırılmasına karşı ya da yüklenen anlamın alt üst edilmesi için de bir fırsat olması başka bir noktada durmaktadır. Normları muhafaza ederek normali değiştiremez, ancak onun kölesi olabiliriz.

Kaldı ki çıplak bir kadının bedeninin adil ve özgür bir dünya uğruna ölümsüzleşenlerimizin fotoğrafları önünde görüntülenmesi ölümsüzleşenlerimize bir hakaret oluyorsa, kadın bedenine bakıştaki sorunu iyi tespit etmek gerekiyor. Oryantal dansın anlamı ve feminenliği ile kadına/kadınsıya ait olması erkek egemen şekillenmiş algımızda haliyle rahatsızlık uyandırsa da gerçek anlamda devrimci bir bakış açısı ile baktığımızda bu rahatsızlık ortadan kalkmalıdır. Çünkü dans hepimizin değilse bile hemen hemen hepimizin, yalnız kaldığında yaptığı bir eylemdir. Özellikle Ortadoğu’nun bir parçası olan halkımızın düğün gibi etkinlikler dışında evde yalnız kaldığında ya da kadın kadına kaldığında stres atmak, hayatın dayattıklarından bir an için olsun uzaklaşmak adına icra ettiği oryantal dans iddia edildiği gibi tek başına pavyon kültürünün bir parçası filan da değildir. Özel alanımızda biz bizeyken ya da yalnız başımızayken ettiğimiz dansı devrimci bir kültür sanat festivalinde sergilememizin “saygısızlıkla” ne ilgisi vardır?

Bu soruya muhtemelen süper akıllarıyla “o zaman sahnede sevişin” diyerek cevap verecekler olabilir. Ama yukarıda da bahsettiğimiz gibi zaten erkek egemen düşünce her fırsatta söylediğimiz ve yaptığımız her eylemi bu şekilde değerlendirerek altını boşaltmaya çalışmaktadır. Kaldı ki sosyal medya üzerinden yoldaşımız Yetiş Yalnız’ın da paha biçilemez katkılarının olduğu bir devrimci kültür sanat festivalini karalamak, anti-propagandasını yapmak ve düşmana “teşhir” etmek de işin cabasıdır. Oysa ölümsüzleşenlerimizin sınırsız, sınıfsız dünya hayali bu gericiliğe karşı mücadele etmeden gerçekleştirilemeyecektir. Aksi her davranış da sadece festivali örgütleyenleri değil bir bütün devrim mücadelesini etkileyecektir.

O nedenle bencilce siyasi çıkarların peşinde koşmaktansa kolektif şekilde emeklerini sergileyen ve sanatlarını bir araya getiren gençlerin ne anlatmak istediklerini anlamaya çalışmak gerekmektedir. Sanat devrimcilerin silahıdır ve yapılan oryantal dans gösterisi, erkek egemen algının kadın bedenini metalaştırmasına karşı bir protestodur. Trans bir sanatçı tarafından icra edilmiş olması da bu gösteriye apayrı bir anlam katarak bedenlerimizden ve varoluşumuzdan utanmayacağımızı, egemenlerin istediğinin aksine kendimizi ister göbek atarak ister şarkı söyleyerek istersek de yazıp çizerek ifade edeceğimizi göstermiştir.

Bedenlerimizi doğrudan aşağılayamayanlar, anlatılanı görmek yerine “şehitlere saygısızlık” ibaresi ile sistemin halkın örgütlenmesi ve mücadelesinin önüne geçmek için her zaman yaptığı gibi özel mülkiyetçi sistemde şekillenmiş hassasiyetleri kullanmışlardır. Ne tesadüftür ki farklı devrimci örgütlerden birçok yoldaşımızla askeri alanda yaptığımız tartışmalarda yoldaşların hemen hepsi birbirinden habersiz olarak, bu sözleri Gezi İsyanı sırasında halkı kışkırtmak ve yanıltmak isteyen RTE’nin “camiye ayakkabı ile girdiler” sözlerine benzetmişlerdir.

Diğer yandan da “hassasiyetler” kullanılarak kadının kadına (trans ya da na-trans diye belirtmiyoruz, ki artık kadın deyince aklımıza sadece hetero/na-trans kadın gelmemeli) düşman olmasını ve saldırmasını da tetiklemeye çalışmaktadırlar. Bu çizgiye düşen insanlar olsa da bizler birbirimizin kurdu değil, erkek egemenliği ve özel mülkiyetçilik karşısında yoldaşı olacak ve sayımız bir avuç kalsa dahi erkek egemen düşüncelerin devrimin ve sınıfın düşmanı olduğu bilincini her zaman diri tutacağız. Zaten iyi ve güzel şeyler önce bir avuç insanın savunmasıyla daha sonra bir gerçekliğe dönüşebilmektedir. Bunu da hiçbir zaman unutmuyor ve nasıl ki sınıf mücadelesini baltalamaya çalışanlara karşı her daim uyanık oluyorsak buna karşı da uyanık olmaya devam ediyoruz. (Rojava’dan bir TKP-ML TİKKO gerillası)

Fotoğraf: Isadora Duncan, devrim için ama en çok da kadın özgürlük mücadelesi için dansını sergileyen, 1920 yılında Sovyetler Birliği’nin davetiyle Moskova’ya giderek dans okulu açan devrimci sanatçı.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu