İslamiyet bir inançtan farklı olarak aynı zamanda kabile toplumundan bir devletleşme sürecine geçişte bir toplumun ideolojisi olarak öne çıkmıştır. Bu durum, ideolojinin kurucu ve önderi olarak Hz. Muhammed’in ölümünden sonra düşünce ekseninde oluşturulan devlet ve hilafet mekanizmasında yaşanan tartışma ve iç çatışmalarla kendisini göstermiştir. Dolayısıyla İslamiyet içinde ortaya çıkan ilk çatışmalar, ekonomik, sosyal ve siyasal bir çatışmanın sonucudur. Genel kanaatle bu çatışmalar, mezhepsel farklılaşma olarak yorumlansa da mevcut veriler bu çatışmanın devlet mekanizmasında kimin söz ve imtiyaz sahibi olacağı ile ilgilidir.
Devlet mekanizmasından ayrılan zümre kendisini devletin tekelinde işleyen inançtan ayırmak adına farklı yorumlara gitmiştir. Bu durum gerilim gösteren siyasal kamplaşma içerisinde kutupların düşüncelerini şekillendirecek fıkhı yorumları ortaya koymuştur. Dolayısıyla İslam’ın ilk dönemlerinde ortaya çıkan ayrışmalar devletin kendini ortaya koyması neticesinde, toplum içindeki, ekonomik ve siyasal çelişkileri ifade eder.
İslamiyet öncesi var olan kabile özellikleri, İslamiyet ile birlikte çözülmeye başlamış ve toprak mülkiyeti üzerindeki ilişkiler devlet ile bir düzene sokulmuştur. Öyle ki İslamiyet öncesi araziler askeri hizmet karşılığı ikta veya bir miktar mal karşılığı kabile şeflerine verilerek toprakta özel mülkiyetin gelişmesine yol açmıştı. İslamiyet, bu süreci hızlandıracak bir örgütlenme ile ortaya çıkmıştır.
Ömer döneminde bu devletleşmenin en net hali görülürken toprak üzerindeki özel mülkiyet, fetihler ile büyütülmüştü. Savaşı yöneten ve rol oynayan kumandanlar arasında bütün topluluğun malı olarak kalmak üzere ikta edilmiştir. Bu uygulama Osman döneminde farklılık kazanmış ve sadece Osman ve ailesi değil devlet içindeki görevli vali ve memurlar da sermaye sahibi olmuştur. Mesudi Sahabelerin Osman döneminde mülk sahibi olmaya başladığını belirtirken Maverdi Müslümanlar arasında toprak mülkiyetinin yaygınlaşmasının sebeplerinden birini Osman’ın ve sahipleri belirlenemeyen ve de devlet malı sayılan arazilerin kullanılmasından kaynaklandığını belirtir. (Aktaran Abdulaziz Du’ûri, İslamiyet’te İktisat Tarihine Giriş, Endülüs yayınları, s. 38)
Ali döneminde ise Osman döneminde elde edilen imtiyazların kısıtlanması ve bu kısıtlamalara mukabil bir mülksüzleştirilme politikası izlenmiştir. Bu duruma en çok ta müslüman olan ancak farklı milliyetlere mensup topluluklar destek vermiştir. Bu nedenle Ali, İslam devletinin merkezini Mekke’den Kufe’ye taşıyarak kitle desteğini arkasına almak istemiştir. Ancak Ali’nin politikası devletleşme pratiğinin önüne geçememiştir. Zira Ali, devletleşme pratiği içinde kabile dönemi özelliklerini hayata geçirmeye çalışmış ve bunda başarılı olamamıştır.
Ali sonrası İslam devleti içinde tekrar imtiyaz sahibi olmaya başlayan Arap İslam aristokrasisi, Emeviler döneminde en güçlü dönemini yaşamıştır. İslam’ın yayılması şeklinde gerçekleştirilen fetihler, daha fazla toprak ve bunlar üzerinden elde edilecek cizyeler için yapılmaya başlanmıştır. Devletin toprağa dayalı bu saldırıları devletin toplumun bağrından çıktığı ve ona yabancılaştığının en net halidir. İslam devletinin kurulması ile beraber başlayan sınıfsal farklılaşmalar fetihlerle genişlerken, kabileler yerli halkla kaynaştı ve kabile aristokrasisi yerli egemen sınıf unsurlarıyla birleşerek adım adım feodal aristokrasiye dönüştü.
Ebu Müslim Horasani ve Emevi muhalefeti
Emevilerin İslam devleti içindeki imtiyazları karşısında iktidarın kendi elinde olması gerektiğini savunan Haşimiler, bu iktidara karşı sayısız kıyamlar gerçekleştirdiler. Bu kıyamlar, Haşimoğulları soyunun temsilcileri olarak Şiileri, muhalefet merkezi haline getirirken aslında ortada olan şey devlet imtiyazlarından yararlanmaktı. Hüseyin’in Kerbela’da katledilmesinin ardından Şiilerin bir kısmı imamet etrafında toplanırken yine Şiiler içinde bir kol olan Abbasiler de devlet imtiyazını eline almak için köleler dahil olmak üzere ezilen sömürülen yoksul kesimleri, esnaf ve zanaatkarları, aşağılanan-horlanan Arap kabilelerini bir muhalefet cephesinde birleştirmeyi başardılar. Arap İslam aristokrasisinin farklı bir kliği olan Abbasiler, ezilenlerin çelişkisini kullanarak çürüyen, yozlaşan, sonu gelmiş Emevi devletini yıktılar.
Abbasilerin önderlik ettiği, hazırlıkları uzun yıllara dayanan ayaklanmada tayin edici ittifak kuvvetleri, istila edilen topraklarda yaşayan halklardı. İslam’ı kabul eden Arap olmayan Müslüman halklar, geleneksel dinlerini koruyan topluluklar, kılıç zoruyla Müslüman olup kadim dinlerinin özelliklerini taşıyan yığınlardan bahsetmek mümkündür.
İşte Ebu Müslim Horasani, bu tarihi-siyasi-toplumsal koşullar içinde Emevilerin yıkılmasında ve Abbasi devletinin kurulmasında rol oynayan önemli bir şahsiyettir. Gerçek adı, geçmişi, kökeni kesin olarak bilinmemesine karşın Ortadoğu coğrafyasında yaşayan bütün halklar onun direnişini ve kişiliğini sahiplenerek onu kendi milliyetine mensup kabul etmektedir. Ortadoğu halklarının bağrına yerleşen Horasani hakkında birbirine şerh düşen bütün tezlerin ortaklaştığı nokta gerçek adının İbrahim bin Osman olduğuna dairdir.
Ebu Müslim’in en bilinen tarihi Yemen’deki Benî İcl azatlı kölesi olması ile başlar. Bu kabile ile birlikte İslamiyet ile tanışan Horasani, bu inanış etrafından kültürel ve dini eğitim almıştır. Halife Ali ve Muaviye çatışması, Ali’nin bir suikastla öldürülmesi, Muaviye’nin halifeliğini ilan etmesi, Emevi devletinin kurulması, Ali ve Ehlibeyt yandaşları ile Muaviye yandaşları biçiminde başlayan çatışmalar, Kerbela katliamı, muhalif akımların örgütlenmesi Horasani’nin tavrını da belirlemiştir.
Sınıfsal çelişkilerin en çok yaşandığı ve muhalefetlerin örgütlendiği Kufe’de Emevi devletine karşı başlatılan örgütlenme çalışmalarının farkına varmakta ve Mezapotomya’dan taşınan sınıfsal çelişkilerin tümüne şahit oluyordu. Müslümanlığı kabul etmiş olmakla birlikte Zerdüştilik, Manicilik, Mazdakçilik gibi inanışların öğretisini de alan Horasani ilk olarak Keysaniye adlı bir muhalif akıma katılır. 737-738’de önderliğini, kendisinin de azatlı kölesi olduğu Benu İcl kabilesinden Said bin Muğire’nin yaptığı, Muğiriye isyanına katılmakta da tereddüt etmez. İsyan bastırılır, Said bin Muğire idam edilir, Ebu Müslim ise zindana atılır. Tutsaklık dönemi, düşüncelerinin olgunlaştığı, siyasi hedefini Emevi saltanatı ve zulmüne son vermeye odakladığı bir dönem olur.
Abbasi muhalefeti gelişirken Horasani
Emevilere karşı örgütlenen birçok örgütlenmenin yanında Abbasilerin örgütlediği muhalefet belki de en güçlü olanıdır. Başkent Şam’ın denetiminden uzakta, özellikle Horasan ve çevresi, Azerbaycan, İran, İsfahan, Merv bölgelerinde gerçekleşen bu örgütlenmeye Şiilerin bir kolu olan Abbasoğulları önderlik ediyordu. Emevi karşıtlığı üzerinden örgütlenen bu Arap İslam aristokrasisi iktidarın imtiyazlarından beslenmek için halk kitlelerine yaslanıyordu. Arap olmayan halklarla pragmatist birlikler kurarak örgütlenen Abbasiler kısa sürede genişlemiştir. Sıkı gizlilik kurallarına göre örgütlenen hareket, ayaklanma merkezi/üssü olarak Horasan’ı belirlemişti.
En yetenekli dailerini (örgütçülerini) oraya gönderiyor, sağlam bir çekirdek etrafında sabırla ayaklanma hazırlıklarını sürdürüyordu. Horasan’ı ayaklanma üssü olarak belirlemenin nesnel koşullarla bağı vardı.
Emevi başkenti Şam’a uzaktı, merkezi devletin otoritesi görece zayıftı. Yerel aktörler merkezden bağımsız hareket ederken bu devlet denetimin zayıf olduğu anlamına geliyordu ve bu da örgütlenme olanağı açısından zemin sunuyordu. Haraç ve cizye vergileri ile sömürülen halkın çelişkileri Abbasilerin örgütlenmesine zemin sunuyordu. Horasani’nin emevi zindanlarından çıkmasının ardından Abbasilere Kufeli tüccar Bukeyr bin Mahan aracılığı ile katılmıştır. Mahan Abbasilerin irtibat ve örgütlenme sorumlusu olarak öne çıkıyor ve Kufe ve Horasan arasındaki istihbarat Mahan üzerinden gerçekleşiyordu.
Her yıl düzenli yapılan Hac ziyaretinde Abbasoğulları ile Nakipler Meclisi ile Horasan Daileri bir araya gelen Horasani, mevcut hareketin örgütlenme durumunu ve Emevilerin baskılarını değerlendiriyorlardı. 744-745’te Abbasoğullarının önderi İmam Muhammed ile tanışan Horasani, Abbasi imamının yanında kalarak eğitim aldı. Burada aldığı eğitim ile Ehl-i Beyt ve Şiiliğin esaslarına dair ciddi birikime sahip oldu. Özellikle Hz. Ali’nin Mısır Valisi Malik Eşter’e halka yaklaşım üzerine yazılmış mektup Horasani’de oldukça etkili olmuştur. Horasani ayrıca Abbasoğlu Muhammed’in oğlu İbrahim’den siyasi ve ideolojik eğitimin yanı sıra savaş sanatı eğitimi de almıştır.
İsyan’ın önderi Horasani
Abbasoğlu Muhammed’in ölümü üzerine Abbasi Hareketinin başına imam olarak oğlu İbrahim geçerken bu tarihsel süreçte Emevi karşıtı propagandanın alanı giderek genişlemiştir. İmam İbrahim’in de katıldığı Nakipler Meclisi ve onun altındaki kimi yöneticilerin hazır bulunduğu toplantıda hareketin yeni bir düzeye yükseltilmesi ve son hamlenin hazırlıklarına başlanması gerektiği fikri benimsenerek, propagandadan ayaklanma hazırlığına geçilmesi kararı alındı. Bu kararla birlikte Abbasoğlu İbrahim Horasani’i de hareketin yönetiminde görevlendirdi. Horasani için yeni bir dönem başlıyordu. Ebu Müslim ve Bukeyr bin Mahan Irak, İran, Maveraünnehir, Horasan bölgelerini dolaşırken isyan sürecini örgütlemeye başlamıştır.
Emeviler karşıtı kabilelerin örgütlenmesi sürecine katılan Horasani yoldaşı ve kendisini örgütleyen Mahan’ın ölümünün ardından, Abbasoğlu İmam İbrahim, Horasani’yi onun yerine atadı. Böylece Horasani, Emevi karşıtı hareketin ana gövdesini oluşturan Horasan örgütlenmesinin sorumlusu oldu. Abbasiler’deki Arap aristokrat sınıf Horasani’nin Horasan’ın sorumlusu olmasına itiraz ederek sınıfsal emellerini ortaya koyarak onun Arap olmamasını ileri sürmüşler bu itirazlar İmam İbrahim tarafından bastırılmıştır. İmam İbrahim’e göre Arap olmayan birinin isyanda önder misyona sahip olması, Arap olmayanları Emevi muhalefetine katmayı kolaylaştırıyordu.
Bu süreçte kabileleri isyana çağıran propagandalar tüm hızıyla devam ederken Emevi yanlısı kabilelerin de tarafsızlaşması için çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Yaygın ve etkili propaganda ve ayaklanma çağrısı ile halkı seferber eden hareket, savaşçı olarak katılmak isteyenlerin düzenli kayıtları tutup kurulan askeri karargahlarda eğitimler veriyordu. Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Horasani, Emevilerin eyalet baş valisi Nasr bin Seyyah’ın üzerine yürümek üzere Merv’e doğru harekete geçti.
Ayaklanmanın işareti Horasan geleneklerinde de olduğu gibi dağlarda ve ovalarda büyük ateşler yakılarak verildi. Bölgede devam küçük çaplı isyanları da bünyesine katan bu yürüyüş 748’de Merv’in ele geçirilmesi ile sonuçlandı. Bu zafer Emevilerin diğer büyük kentlerine yapılan saldırılarla devam etti. Bu saldırılar Emevilerin kendi içinde yaşadığı iç çatışmaların evresinde gerçekleştirildi.
Bu klik dalaşı İbn’ul Eş’as isyanı doruk noktasına ulaşmış ve zaten yıpranmış olan Emeviler Horasani’nin komutasındaki ordunun darbeleri ile paramparça olmuştu. Emevi egemenliğinin sona ermesi Farslılar, Türkler, Kürtler başta olmak üzere tüm Horasan halklarını rahatlatmıştı. Ebu Müslim, Emevi işbirlikçisi toprak ağaları ve Dihganları, yerel yönetici ve soyluları da ortadan kaldırmış, böylece yoksul ve topraksız köylülerin, kölelerin, esnaf ve zanaatkarların büyük sempati ve desteğini kazanmıştı.
İsyan sırasında Emeviler isyanın önderi olan İmam İbrahim’in yakalanıp öldürülmesi ile isyanın durdurulacağını düşünmüşler ancak bu durum isyanı daha da büyütmüştür. Emevilerin yıkılmasının ardından iktidar Abbasilere geçmiş ve İmam İbrahim’in vasiyeti üzerine Abbasoğulları’nın başına diğer kardeşi Ebu Cafer Mansur geçmiştir.
Halktan çıkıp halka dönen lider Horasani
Abbasiler İslam devleti içindeki hakimiyetlerini ilan ederken Horasani’nin ordu içindeki gücü Abbasi halifesi Ebul Abbas’ı ve Arap İslam aristokrasisini tedirgin ediyordu. Zira Horasani’nin halkla kurduğu ilişki aristokrasisinin emellerini engelliyordu. Horasani, ünü ve elinde bulundurduğu kuvvet ile halkın kahramanı durumuna gelmiş, İmam ve Mehdi unvanlarıyla hizmetinde olduğu Abbasilerin önüne geçmişti. Kendi adına biat alan ve Abbasilerin en yakın rakibi olmaya aday tarihsel bir kişilikti artık.
Ayaklanmanın merkezi Horasan, halife Ebul Abbas’tan önce Ebu Müslim’e bağlıydı. Horasani Hz. Ali donuna girmiş, Ehlibeyt kılıcı kuşanmış kurtarıcıydı. Öyle ki devletin kurulmasından bu yana Horasani Halife Ebul Abbas’a biat etmemiştir. Devlet örgütlenmesi Abbasi soyuna bağlı ve yeni egemen sınıfın çıkarlarına uygun biçimde inşa edilirken Horasan üzerinde yeterli denetim sağlanamıyordu. Horasani Halife’sinin Emeviler’in politikalarından farklı olmadığını ve kendi soyundan olanlara imtiyazlar sağladığını görüyordu.
Hz. Ali’nin Malik Eşter’e gönderdiği mektubunu sürekli okuyan Horasani Abbasilerin politikalarını bu mektup ekseninde inceliyor ve giderek Abbasileri de reddediyordu. Halife’nin atadığı vali ve komutanları azleden Horasani, bunların yerine kendisi atama yapıyordu. Halife bu atamalar karşısında Horasani’nin yapabileceklerini gözleyerek yeni atamalar gerçekleştiriyor ve bu atamaları da Nakipler Meclisi ve Yetmişler Meclisi üyelerinden yapıyordu. Horasani’nin cüretini ölçen Halife, yine aynı tavırla karşılaşıyordu.
Horasani, atanan bu yöneticileri şehirlere sokmuyor, yoldan çeviriyordu. Öyle ki halkı hakkını gasp ettiği için Nakipler Meclisi’nin başkanı Süleyman bin Kesir’i, halifenin veliaht kardeşi Ebu Cafer Mansur’un gözleri önünde öldürtmüştür.
Bu durum devlet içinde iki ayrı güç merkezi, iki iktidar odağı oluşturmuştur. Halife Ebul Abbas ve veliahdı Ebu Cafer Mansur bu tehlikeden kurtulmanın planını yapmaya başladılar. Bu ayrışma halka da yansımaya başlamıştı. Yoksullar, ezilenler, mazlumlar, köleler Horasani’den yana tavır alıyordu. Haksızlığa uğramış aşiretler, esnaf ve zanaatkarlar ,Arap-İslam fetihçi yayılmacılığı karşısında mevali kesim -Arap olmayan Müslümanlar Abbasiler tarafından yapılan propagandaların yalan üzerine kurulu olduğunu uygulanan politikalardan görüyorlardı ve Horasani’nin yanında yer alıyordu. Horasani’ye vaat edilen birçok imtiyaz söz konusu olsa da Horasani bunları reddederek eşitlikçi toplum şiarını öne çıkarıyordu.
Abbasiler, Horasani ile bir dizi mektuplaşma yoluna giriştilerse de istediklerini elde edemediler. Horasani yazılan mektuplarda Abbasileri yargılayarak işledikleri suçları sıralamıştır. Horasani’nin askeri kabiliyeti ve kitle desteğini hesaba katan Abbasiler, devlet politikalarını yürütme hakkını Horasani’ye verme adına ona başvezirlik verdiler. Horasani’de devletin başına geçerek uygulanacak politikaları kendisinin organize edeceği inancı ile bunu kabul etti.
Zira başvezirlik halife veliahdlığı anlamına geliyordu. Bunun bir tuzak olduğuna dair kimi uyarıları dinlemeyen Horasani kendisine dönük bir saldırının mümkün olmayacağını saray güvenliğinden sorumlu askerlerin Horasan Birliklerinden olduğunu belirtmiştir. Saraya yapılan davete katılan Horasani, Ebu Cafer Mansur’un Horasan Birliklerini geri çektiğinden habersizdi. Görevli birliklerin yeri,ne yerleştirilen infaz birlikleri Horasani’nin Halifenin huzuruna çıktığı esnada onu öldürdüler. Horasani’nin öldürülmesinin ardından onun yolundan gidenler Abbasi devletine karşı ayaklandılar. İlk ayaklanma, sağ kolu ve sırdaşı Mecusi Sindbad önderliğinde gerçekleşti.
757’de en yetenekli komutanlarından ve omuzdaşı, Türkmen İshak tarafından gerçekleştirildi. Ebu Müslim’in torunu EbulGaza, Ebumüslimiye fırkasını kurarak bu isyanı yıllarca sürdürdü. Ancak Abbasiler yönetimindeki Arap-İslam aristokrasisi bu isyanları olukça büyük katliamlarla bastırdı.
(Bir ÖG okuru)