Özgür Gelecek’in İşçi-köylü’nün kaldığı yerden yoluna devam etmesiyle birlikte yeni safya düzenlemesinde kadın sorununa ayrılan sayfaların da hem yeri değişmiş hem de hacmi artmış oldu. Özellikle sayfa artışının özel bir tercih olduğu açıktır ve gazetemizin bu tutumu Yeni Demokrat Kadın örgütlenmesi açısından çok değerlidir.
İşçi-köylü yoluna Özgür Gelecek olarak devam etse de, bizim son iki sayıdır üzerinde durduğumuz konu henüz tükenmedi. Bu konuda elbette daha çokça yazacak ve tartışacağız. Bu nedenle (üç sayıdır sürse de) bunu sadece konuya bir giriş olarak değerlendiriyoruz. Nitekim geçen sayımızda yazımızı emekçi kadınların örgütü olan sendikalarda yaşananlara değinip bu konunun daha çok tartışma kaldıracağını belirterek noktalamıştık.
Kadın işçi ve emekçilerin öz örgütlülükleri olan sendikalarda örgütlenmesinin önündeki onlarca nedeni kadına biçilen toplumsal cinsiyet rolü ile açıklayabiliriz. Bu yanlış bir açıklama değildir, ancak yeterli de değildir.
“Doğrudur, kadın üye/yönetici sayımız az ama kadınlar da kendini sorgulamalı” gibi sığ ve dar bakış açılarının sendikalardaki hakimiyeti, bu yetmezliğin ne kadar da vahim sonuçlara yol açacağını göstermektedir. Zira kadınlar söz konusu olduğunda rahatlık ve pervasızlıktır hep yaşanan. Ya da hemen egemenliğinin bilincinde olan erkek bakış açısıyla gerici bir cephe oluşturup vahim durumunu savunma durumudur. Ve ne yazık ki acı olduğu kadar da komiktir!
Bu cepheleşmenin en çarpıcı örneklerinden biridir KESK’te yaşanan taciz olayı. (Dikkat edin, taciz tırnak içinde değildir ve “iddiası” gibi muğlak bir kavram da eklenmemiştir sonuna!) Bunun ilk örnek olmadığını Sine-Sen örneği ile biliyoruz ama çok daha ötelerinin yaşandığına da eminiz bugüne kadar. Yani mesele sadece sendikal çürümüşlükle açıklanamayacak kadar derinde ve uzun bir tarihe sahiptir gerçekte.
Taciz ortaya çıktığından itibaren yurttan sesler korosunu andıracak sesler yükseldi çeşitli kesimlerden. Tek ses ve tek yürek olmuşlardı! KESK’e yönelik komplo iddialarından, tacize uğrayan kadının kişiliğinin tartışılmasına kadar bir dizi ses tırmaladı kulaklarımızı. Çoğu kesimin katıldığı bu koroda ne güfteler vardı akla hayale sığmaz diyeceğiz ama dedik ya mesele kadınsa herkes bilirkişi ve alabildiğine pervasızdır…
Oysa hepsinin anlamamakta ısrar ettiği bir gerçeklik vardı ortada. Bu konfederasyona bağlı sendikalara üye olanlar hayatlarında hiç tüzüğü okumamışlar mıydı? Üye olmak aynı zamanda tüzüğün de kabulü anlamına gelmiyor muydu? Peki tüzükteki “taciz ve benzeri olaylarda kadının beyanı esas alınır” maddesi ne diye konmuştu acaba oraya? Maddenin başında bazı kadınlar ve bazı erkekler için mi yazıyordu onlar okuduklarında ve üye olduklarında? Yok artık! O zaman “kadınların da gönlü” olsun diye düşünülmüştü herhalde. Ama kadınların “gönlü olmadı”, çünkü gün geldi uygulanması gerekti ve direnişle karşılaşıldı. “Yasaklar ihlal edilmek için vardır” esprisinde olduğu gibi bu madde de paçavraya dönüştürülmek istendi. Niye mi?
Çünkü söz konusu şahıs, koskoca konfederasyonun genel sekreteriydi. Saygındı! Niye böyle bir şey yapsındı? Çünkü sendikal rekabet mücadele çizgisinde değil ayak oyunları üzerinden yürüyordu ve bu olayla birlikte taraflardan biri 1-0 öne geçmişti. Bu bir tesadüf müydü? Niye bu olay 8-9 ay sonra duyuluyordu?
Tüm soruların özünde kadını ispata “davet eden” yaklaşım vardı. Çünkü “adam” taciz etmediğini nasıl kanıtlayabilirdi ki?! Doğru kanıtlaması zor! Peki iyi hoş da, kadın nasıl kanıtlayacaktı tacize uğradığını? İki taraf da ispatlayamadığına göre olay kapanıp gitsin miydi? Kapanıp gittiğinde bu kimin lehine olacaktı? “Adam”ın olası mağduriyetine bu kadar hassas olanlar acaba kadının mutlak mağduriyeti karşısında neden kör-sağır-dilsiz?
İşte tüm bu sorulara verilen (ya da verilemeyen) yanıtlar, en adil ve haklı çözümün kadının beyanını esas kabul etmek olduğunu gösteriyor. Tabi eğer adalet ve hakkaniyet kaygınız varsa?
Peki kadının beyanını esas aldığınızda yanılma payınız yok mudur? Bunun anlamı kadın her zaman doğruyu söyler midir? Elbette değildir. Ancak kadınların yaşadıkları taciz artı bunu söyleyebilme artı ispatlayabilme oranı düşünülüp, tacizci erkeğin bir kadını taciz ettiğini itiraf etme oranı ile karşılaştırıldığında çıkan sonuç çığ-lık çığlığa bir şey söylüyor. Duyma yetisini kaybetmeyenlere…
Sonuç olarak bu konuyu şimdilik burada noktalıyoruz. Ama başta da söylediğimiz gibi daha çok konuşup tartışacağız. Emek örgütü olan sendikalarda cinsiyetçi, ayrımcı tutum ve tavırlara son vermek, kadın işçi ve emekçileri buralarda örgütlemek gibi bir niyetimiz varsa buna ihtiyacımız da var.