Amed’in Sur ilçesinde 2 Aralık 2015’te başlatılan kapsamlı yeniden işgal saldırısı, bir avuç direnişçiye çarpınca mahalleleri tüm yapılarıyla yok etmeye dönüştü.
103 gün süren direnişin ardından da sömürgeciliğin yeniden tahkimi için tahribat sınır tanımadan sürdü. Sur’da çatışmaların durduğu ve devletin, Mart 2016 ‘resmen’ operasyonunun bittiğini ilan etmesine rağmen halen bölgeye giriş-çıkışlar yasak ve iş makineleri yıkıma devam ediyor. Alandaki tahribatın incelenmesi ve tescilli yapıların mevcut durumlarının tespit edilmesi amacıyla çalışma yapmak üzere iletilen izin talepleri reddediliyor. Sur’da yaşanan tahribatın asıl kaynağı, çatışmanın bitmesinden sonra yürütülen ‘kentsel ihya projesi’ kapsamındaki acele kamulaştırmalar ve yıkım çalışmaları.
Nüfusun çoğunluğu yaşam çevrelerini terk ederek göç etmek zorunda bırakıldı. Ardından yerleşim yerlerine erişim kapatılarak yıkıma başlandı, İmar Planı Değişikliği ile mevcut tarihi doku ve tescilli yapılar yok sayıldı, kentsel donatı alanları kaldırıldı, birçok yapının yıkımı öngörüldü, güvenlik ve savunma odaklı kararlar alındı. Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi, UNESCO Dünya Miras Komitesi, ilgili taraflar, ulusal ve uluslararası kamuoyunu sorumluluk almaya çağırıyor.
Devlet terör estiriyordu
T.C devletinin hukuk dışı ve ahlaksızca gerçekleştirdiği ev baskını, gözaltı, işkence uygulamaları 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinden sonra hızlandı. 2015’in ilk 9 ayında 74 toplumsal gösteriye saldırıldı; 88 kişi çeşitli şekillerde yaralandı.
Sabahın köründe çoğunluğu kapıları kırılmak suretiyle bin 975 ev basıldı. Baskına maruz kalan evlerde yaşayan yurttaşların kafalarına silah dayandı, darp edildi, işkence ve kötü muamelede bulunuldu.
Çoğunluğu bu ev baskınlarında ve toplumsal gösterilerde olmak üzere 293’ü çocuk 3 bin 564 kişi gözaltına alındı. 41’i çocuk 788 kişi ise tutuklandı. Gözaltında ve gözaltı yerleri dışında cinsel saldırıya varan insanlık dışı muameleler gerçekleştirilmiş, bırakın yurttaşlık haklarını insanlık onuru hiçe sayıldı. Gözaltında 86 yurttaş işkenceye maruz kalırken, 87 kişi de ev baskınları ve sokak ortasında devlet güçlerinin şiddeti ile karşı karşıya kaldı. Aralarında üniversite öğrencileri ve politikacıların bulunduğu 766 kişiye politik nedenlerle soruşturmalar açıldı, yine açılan soruşturma ve davalarda 357 kişiye çeşitli ve haksız cezalar verildi.
Öz yönetim ile savunma
Ev baskınları ile onu takip eden işkence ve kötü muamelenin önünü kesebilmek için mahalle gençleri tarafından hendekler kazıldı, barikatlar kuruldu. Surların çevrelediği mahalleler içinde de savunma hatları kurulup, evini, sokağını, mahallesini, kentini yönetme isteği, öz yönetim ilanları ile duyuruldu. Sur Halk Meclisi, Ağustos 2015’te Hasırlı Mahallesi Özgür Yurttaş Derneği önünde, aralarında Sur Belediyesi Eşbaşkanları da bulunan birçok yurttaşla ‘Kentimizi de kendimizi de biz yönetmek istiyoruz’ şiarıyla öz yönetim ilan etti.
Sur Halk Meclisi adına açıklama yapan Güneş Sönmez, “Son bir buçuk ayda binleri aşan gözaltı, tutuklama, sokak ortasında infazlar, ormanların ateşe verilmesi, cenazelere işkence yapılması tekçi zihniyetin topluma karşı topyekun savaş ilanının ülkeyi nereye götürmek istediklerinin açık ifadesidir. Bizler Sur ilçesinde yaşayanlar olarak faşizan ve meşru olmayan rejime karşı toplumun öz yönetimi olarak kendimizi beyan ediyoruz. Bugünden itibaren kentimizi öz irade ile ve öz yönetim ile yöneteceğimizi ilan ediyoruz” dedi.
Devlet şiddetini arttırdı
Öz yönetim ilanının ardından, 19 Ağustos 2015’te Sur Belediyesi Eşbaşkanları DBP’li Seyid Narin ve Fatma Şık Barut gözaltına alındı. Savcılık ifadeleri alınan ve aralarında Belediye Başkanları ile DBP Sur İlçe Eşbaşkanı Ali Rıza Çiçek ve DBP üyelerinin de bulunduğu 7 kişi tutuklama talebi ile Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliği’ne çıkarıldı. Belediye Eşbaşkanları, “devletin birliğini bozmak, devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresin den ayırmak suçu”ndan 23 Ağustos 2015’te tutuklandı.
İlk dört abluka
6 Eylül 2015 ile 30 Kasım 2015 tarihleri arasında Sur ilçesinde 15 mahalle ve 1 caddede toplamda 4 kez 8 gün sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
* İlk abluka: Hasırlı Mahallesi’nde Kurşunlu Camii civarında 6 Eylül 2015’te Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H) mensuplarınca polis ekiplerine yönelik roketli eylem gerçekleştirildi. Saldırıda 2 Özel Harekât Polisi öldü, 3 polis ise yaralandı. Suriçi’nin Abdaldede, Alipaşa, Cami-i Kebir, Cami-i Nebi, Cevat Paşa, Dabanoğlu, Fatihpaşa, Hasırlı, İskenderpaşa, Melikahmet, Ziya Gökalp, Lalebey, Süleyman Nazif, Savaş, Cemal Yılmaz mahallelerinde 6 Eylül 2015’te sokağa çıkma yasağı başlatıldı. Sokağa çıkma yasağı ilan edilerek hava destekli saldırı başlatıldı.
Operasyonun gerçekleştiği süre içerisinde elektrik, su ve mobil şebekelerde kesintiler yapıldı. İlçede devam eden çatışmalar sırasında devlet güçleri tarafından çevreye rasgele, kimi zaman ise hedef gözeterek ağır silahlarla ateş açıldı, açılan ateş sonucu siviller yaralandı, ev ve iş yerleri tahrip edildi. Yasak, 7 Eylül 2015’e kadar sürdü.
* İkinci abluka: Cizre’ye yönelik uygulamaları ve ihlalleri protesto etmek için 11 Eylül 2015’te Bağlar’da düzenlenen eyleme katılan Ruken Demir (18) polis tarafından katledildi. 13 Eylül’de Seyrantepe Mahallesi’nde devriye görevi yapan polis ekibi, şüphelendikleri 3 kişiye önce ateş açtıkları, sonra da yaralı 3 kişiyi darp ettikten sonra bıraktı.
Sur’da 13 Eylül’de başlayan çatışmalar üzerine aynı günün sabahı, Silvan İlçesi’nde ise bir polisin ölümüyle sonuçlanan roketli saldırı üzerine aynı gün öğle saatlerinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Suriçi’nin Abdal Dede, Ali Paşa, Cami Kebir, Cami Nebi, Cevat Paşa, Da- banoğlu, Fatih Paşa, Hasırlı, İskenderpaşa, Melik Ahmet, Ziya Gökalp, Lalebey, Süleyman Nazif, Savaş, Cemal Yılmaz mahallelerinde; 13 Eylül 2015’te başlayan yasak,14 Eylül 2015 akşamına kadar sürdü.
Sur’daki yasağa tepki gösterenlere polisin saldırısı sonucu 4 kişi yaralandı. Yine Sur’da oğlunu aramak için sokağa çıktığı belirtilen Makbule Ermiş (80) de açılan ateş sonucu ayağından vurularak yaralandı. Yasağa karşı Sur’a girmek isteyenlere de saldıran polis, HDP Milletvekili Çağlar Demirel’i gaz bombası fişeğiyle ayağından vurarak yaraladı.
* Üçüncü abluka: Suriçi’nin Cevat Paşa, Dabanoğlu, Fatihpaşa, Hasırlı, Savaş, Cemal Yılmaz Mahallelerinde ve Gazi Caddesi’nde 10 Ekim sabahı başladı.
Dabanoğlu, Cemal Yılmaz ve Cevat Paşa Mahallelerinde 12 Ekim akşamı; Fatihpaşa, Hasırlı, Savaş Mahalleleri ve Gazi Caddesi’nde ise 13 Ekim öğleden sonra bitti. Sokağa çıkma yasağıyla birlikte saldıran T.C güçleri, evinin çatısına çıkan Halil Tüzülerk’i vurarak katletti. 11 Ekim akşamı tepki gösterenlere saldıran polis, Helin Şen’i (14), başından üç kurşunla vurarak katletti. 10 Ekim’de ise polis hedef alındı. Eylemde, 1 polis öldü, 2 polis de yaralandı.
* Dördüncü abluka: Amed Barosu Başkanı Tahir Elçi, devlet güçlerinin saldırıları nedeniyle zarar gören Dört Ayaklı Minare’nin durumuna dikkat çekmek için 28 Kasım’dan basın açıklaması yaptı. Basın açıklaması esnasında, sokağın girişinde bir taksinin içinde bulunan 2 kişi polislerle çatıştı; 2 polis öldü. Açıklamanın yapıldığı sokağa doğru koşan 2 kişi polis tarafından ateş altına alındı. Bu sırada açıklamanın yapıldığı noktadaki polisler de ateş açtı. Tahir Elçi ensesinden giren tek kurşunla katledildi. Bunun ardından Cevat Paşa, Dabanoğlu, Fatihpaşa, Hasırlı, Savaş, Cemal Yılmaz Mahalleleri ve Gazi Caddesi’nde sokağa çıkma yasağı ilân edildi. Karar, 30 Kasım sabahı kaldırıldı.
Son ablukaya hazırlık
* Beşinci Abluka: Cevat Paşa, Dabanoğlu, Fatihpaşa, Hasırlı, Savaş, Cemal Yılmaz Mahalleleri ve Gazi Caddesi’nde 2 Aralık 2015 Çarşamba günü saat 05.00 itibariyle başladı ve 8 gün sonra 10 Aralık 2015 Perşembe günü saat 23.00 itibariyle kaldırıldı. İlçe sakinleri tekrar abluka ilan edileceği düşüncesi ile evlerini terk etmeye başladı.
Bitmeyen abluka
* Altıncı abluka: İlçede 11 Aralık 2015 Cuma günü saat 16.00 itibariyle Cevat Paşa, Dabanoğlu, Fatihpaşa, Hasırlı, Savaş, Cemal Yılmaz Mahalleleri ve Gazi Caddesi’nde başlayan altıncı abluka ‘yıllarca’ devam etti. Abluka devam ederken, Sur Kaymakamlığı’nın resmi internet sitesinde yapılan duyurularla ablukanın kapsamı dönem dönem daraltıldı, dönem dönem genişletildi.
Tüm savaş güçleri salındı
Sur’da ilan edilen yasakla birlikte çatışmalar her geçen gün artarken, ilçeye ilk olarak Polis Özel Harekat (PÖH) ve Jandarma Özel Harekat (JÖH) timleri girdi. Daha sonra tank ve korucular devreye konuldu. Sonrasında da T.C Silahlı Kuvvetleri’nin en seçkin birliği iddiasındaki “Bordo Bereli” olarak bilinen Özel Kuvvetler Komutanlığı bünyesinde 4 taburdan oluşan yaklaşık 150 kişilik birim ve yine SAT komandoları gönderildi. Havadan da 24 saat kesintisiz helikopter ve Heron uçuruldu. Yaklaşık 100 gencin bulunduğu Sur’un etrafı on binlerce polis ve asker gücü tarafından kuşatılıp, 103 gün boyunca çetin çatışmalar yaşandı.
Sur günlüklerine yansıyan
‘Şehir savaşlarının Egîd’i olarak görülen Sur direnişinin komutanı Çiyager’in ısrarı üzerine Xemgîn Roj (Ali), Sur’un direniş günlüğünü tutmuştu. Bu günlükler Halk Savunma Merkez Karargah Komutanı Murat Karayılan’ın önerisiyle yayınlandı. Günlüklere göre 2 Aralık’a giden süreç şöyle: Sur’daki direniş ilk olarak Berfin’in öncülük ettiği 21 Ağustos’ta başlatıldı. T.C güçlerinin, saat 23.00 gibi saldırısı üzerine çatışmalar sabaha kadar sürdü; Berxwedan şehit düştü.
Yeni cephane takviyesi ile birlikte 5 Eylül akşamı tekrardan direniş başlatıldı.
Berfin, 8 Ekim’de Bağlar’da ev baskını sonucu bombasını kendisinde patlatarak şehit düştü.
T.C güçleri, 10 Ekim günü büyük bir güçle tekrar saldırdı; 4 gün sürdü.
6 Kasım sabahı yeniden başlayan ve akşama kadar süren çatışmalarda Avesta (Ferhat Doğru) Yoğurt Pazarı’nda arada kalan arkadaşlarının yardımına gidip el bombası attıktan sonra yaralanıp şehit düştü.
Saldırının şiddeti ve kapsamı büyüdükçe YDGH’den YPS’ye doğru evrilen savunma örgütlenmesi gündeme girdi. YPS savaşçıları hazırlıklarına savaş içerisinde hız verdi.
5 Kasım’dan 28 Kasım’a kadar 80’e yakın silahlı birim örgütlendirildi, cephane stoku yapıldı. Mevzilenmeler de Emniyet Fırını‘ndan Kervansaray’a, Karadeniz Sokak’tan Yenikapıya, Kurşunlu’dan Yoğurt Pazarı ve Dört Ayaklı Minare’ye kadar tamamlandı.
Hareketli takımda yer alan Mazlum, 26 Kasım’da Bağlar’da şehit düştü. Mazlum’un cenaze töreninden dönen iki YPS’li takip sonucu Sur’a gelirken, Dört Ayaklı Minare yakınlarında durdurulmak istenmesi üzerine iki polisi öldürdü. Sağlam bir şekilde alana ulaşmayı başarmışlardı fakat polisin yoğun taraması sonucu o anda Dört Ayaklı Minare için basın açıklaması yapan Tahir Elçi, şehit edildi. Hemen ardından sokağa çıkma yasağının ilanı ve alana saldırı başladı. İki gün boyunca yaşanan çatışmalarda ağır darbeler vuruldu.
29 Kasım akşamı kalkan abluka, iki gün aradan sonra 2 Aralık sabahı tekrardan başladı. T.C güçlerinin ilk saldırısı da Kurşunlu Camii’ne gerçekleşti. Kullandığı ilk silah, bombaatardı. İlk gün zor geçiyordu. Alipaşa taraflarında olması gereken Rûken, Dağkapı Meydanı’nda girdiği çatışmada şehit düştü.
Direnişin aralık’ı
Günlüklere göre Aralık ayı boyunca direnişçiler cephesinde yaşananlar özetle şöyleydi: Direnişin 2. gününde saldırı daha da artarken Zinar (Mehmet Demirel) şehadete ulaştı.
İlk 9 gün verdiği ağır kayıpların yanında ilerleme kaydedemeyen T.C güçleri, yasağın 17 saatlik kalktığını ilan ediyordu. Abluka kaldırılmamış, sadece 100 metre geri çekilip sivillerin giriş-çıkışları denetimli bir şekilde sağlanmıştı. 10 Aralık’taki bu uygulamada binlerce sivilin giriş-çıkışı gerçekleşti ve sivillerin kalan büyük bölümü de alandan çıktı.
Tüm unsurlarıyla T.C ordusu
Artık T.C ordusu bütün unsurlarıyla devredeydi. Tankla, topla, havanla ve askerle beraber geldiler. Ordunun da savaşa dahil olmasıyla beraber Kurşunlu tarafından gerçekleşen saldırıları oldukça yavaşladı ve saldırının yönü Keçi Burcu’ndan Yenikapı’ya doğru gerçekleşmeye başladı. Hebûn’un mevziisine saldırıyla yönelim yön değiştirdi. Mevzi adına hiçbir şey kalmamıştı. Tankın güllesinin bir parçasının bulunmasıyla durum anlaşılıyordu. Ayın 12’sinden itibaren tank ile tanışıldı.
T.C güçlerini durduracak, zırhlı kepçesine etki edebilecek iki silah bulunuyordu: Biri B-7, diğeri Zagros. Darbe yiyen araçlar götürülüyor ve yerine yenisi getiriliyordu. B-7 gülleleri de sayılı olduğuna göre dikkatli kullanılıyordu.
Mardinkapı Okulu’nu 17 Aralık’ta denetimine alan T.C güçleri, okulu (3 katlı) karakol olarak kullanmaya başladı. Aynı gün yoğun çatışmalar yaşandı ve Şervan başından ağır yaralandı.
Çiyager’in aktif müdahalesi
Tank vuruşundan dolayı 6-7 ev geri gelinebiliyordu. Zırhlı araç bir evin karşısına geçmişse artık orada kalınmaz sanılıyordu. Ama Çiyager’in bu dönemdeki aktif müdahalesi bu durumun değiştirilmesinde oldukça etkili oldu.
Emniyet Fırını, Dört Ayaklı Minare, Yoğurt Pazarı ve özgün mevzide (Yenikapı) ilk 20 gün T.C güçlerinin yönelimi neredeyse hiç gelişmedi. Okulun ellerine geçmesiyle birlikte saldırı yönü Yenikapı’ya doğru gelişmeye devam etti.
Direnişçileri 23 Aralık’ta zorlayan bir durum yaşandı. Mustafa nasıl ki Kurşunlu’dayken “sırtımız sağlamdır” diyorlardı, Yoğurt Pazarı için de Delil aynı güveni veriyordu. Fakat okula girilmeye çalışılınca Mazlum (İsa Oran) ve Delil (Mesut Seviktek) şehit düştüler.
Mazlum’un yerine Devrim geçti. 22 Aralık’ta Ararat (Serhat Doğan) şehit düştü.
Mardinkapı Okulu’nun bir karakol gibi kullanılmaya başlanmasından sonra Yenikapı taraflarına doğru ilerlemeye başlayan T.C güçlerinin yeni hedefi Süleyman Nazif Okulu’ydu. Dar sokaktaki evler tank atışları ile yıkıldıktan sonra kepçe ile temizlenip cadde haline getiriliyordu. Zırhlı aracın dahi geçemediği sokaktan tank geçirilip okula varıldı. An be an düşmanın ilerleyişi geciktirilip darbe vurulmaya çalışılırken 30 Aralık’ta Devran (Ramazan Öğüt) şehadeti yaşandı.
13 Aralık’ta Zozan, sonra Nuda (Nûcan Malatya) ve İsmail (Lezgin) ayaklarından yaralandılar.
Sur direnişi süresince T.C ordusu, boyutları iç savaşı da aşan bir düzeyde ordunun da dahil olduğu kapsamlı saldırılarını sürdürürken özel savaşı da etkili kullanıyordu. Özellikle yaşadığı ağır kayıpları, ölü sayısını gizliyordu. Buna karşı Sur direnişçileri silah ele geçirmeyi önemsiyorlardı. Ele geçen her silah sonuçta kayıpların kanıtıydı. Şehir savaşının silah ele geçirmeye imkan sunmayan koşullarına rağmen direnişçiler, özellikle direnişin son süreçlerinde çok sayıda silah ele geçirmişti.
Mahalleler ve sokaklar artık obüs ve havan atışlarıyla da dövülmeye başlandı. Mevzilenilen evler teker teker tanklarla vuruluyordu. Ocak ayının ortalarından itibaren 60’lık havanları da kullanmaya başladı…
Musa Çitil başına getirildi
T.C devletinin “Bayrak-12” adıyla sürdürdüğü saldırıların başında yer alan en yüksek rütbeli isim 7. Kolordu Komutanı Korgeneral İbrahim Yılmaz’dı. Kolordu Komutanı Yılmaz’dan sonra operasyonun askeri komutasında yer alan ikinci kişi ise kamuoyunun yakından tanıdığı ve Mardin’de 1993-1994 yıllarında 13 köylünün katledilmesinin faili olarak yargılanan Musa Çitil’di. Çitil, yargılandığı davada beraat ettirilerek Jandarma Genel Komutan Yardımcılığına kadar getirildi. Sonra da Sur’da başlatılan saldırıda görevlendirildi.
Karakola çevrilen binalar
İlçede okul, yurt, otel gibi birçok yere el konularak karakola dönüştürüldü. Green Park Otel özel mülkiyet olmasına rağmen karargah olarak kullanıldı. Halit Bin Velit Öğrenci Yurdu’na ise T.C güçleri yerleştirildi. Birçok Aile Sağlık Merkezi ve okul boşaltılarak polis noktalarına çevrildi. Yine Sur’da 12 noktada “güvenlik kulübeleri” adı altında karakollar kuruldu.
Gece gündüz çatışmaların olduğu, patlamaların meydana geldiği ilçede 103 günde resmi rakamlara göre, 2 yüzbaşı ve 2 teğmenin de aralarında bulunduğu 53 asker, 17 polis ve 1 korucu olmak üzere toplam 71 devlet görevlisi öldü. En az 392’si asker, 128’i polis, 3’ü korucu olmak üzere toplam 523 devlet gücü de yaralandı.
Ailelere cenaze işkencesi
Bu süre zarfında aralarında YPS ve YPS-Jin üyelerine ait olanların da olduğu 90 kişi şehit düştü. Sur’da başlatılan kuşatmayı protesto eylemlerinde ise 11 kişi katledildi. YPS ve YPS-Jin üyelerinin cenazeleri günlerce sokak ortasında kaldı. Aileler günler süren açlık grevi ardından cenazeleri alabildi.
Dışarıda yapılabilenler
Abluka, adım adım işgal ve büyük bir yıkım eşliğinde bir avuç gencin direnişi devam ederken dışarıda yapılabilen şunlardı:
Beyaz nöbet
Diyarbakır Tabip Odası, Diyarbakır Eczacı Odası, Diyarbakır Dişhekimleri Odası, Sağlık ve Sos- yal Hizmet Emekçileri Sendikası Diyarbakır Şubesi ve Mezopotamya Toplum ve Sağlık Derneği’nden (METSAD) oluşan Diyarbakır Sağlık Platformu temsilcilerinin, abluka altındaki mahallelerde sivil halkın sağlık ihtiyacının karşılanmasına izin verilmesi talebiyle, Büyükşehir Belediyesi önünde “Ölüme karşı yaşam, siyaha karşı beyaz duruş” sloganıyla başlattıkları “Beyaz nöbet” eylemi 24 Aralık 2015 Perşembe günü başladı, 51 gün devam etti.
Bu eylem sırasında, gerek eyleme katılan sağlık emekçilerine gerekse Başbakanlık tarafından yayınlanan genelgeye istinaden, sağlık emekçilerine karşı bir linç kampanyası başlatıldı.
Haber nöbeti
Sur ilçesindeki abluka esnasında basın emekçileri de bölgede çalışan meslektaşlarına destek olmak için bir nöbet eylemi başlattı. Birinci Haber Nöbeti Grubu, 3 Şubat’ta yola çıktı. Nöbet 8 hafta sürdü ve İstanbul, Ankara ve İzmir’den toplam 68 gazeteci katıldı. Bu gazeteciler yazdıkları haber ve izlenimleri, fotoğraf ve görüntülerini hükümet medyası ya da çok sıkı kontrol altındaki medya dışında mümkün olan en geniş yelpazede, yazılı, sesli ve görüntülü olarak yayınlattılar. Bu mecralarda Haber Nöbeti olmasa yapılmamış olacak 300’e yakın haber, izlenim, sesli ve görüntülü haber yer aldı. Bunun dışında çeşitli yayın organları tarafından eylemciler yüze yakın yazılı, sesli, görüntülü mülakat yapıldı. Kampanya, 8. haftayı da tamamladıktan sonra, 29 Mart günü tutuklu JİNHA muhabiri Beritan Canözer’in ilk duruşmasına kalabalık bir katılımla noktalandı.
Barış inisiyatifleri
Ayşegül Devecioğlu, Bahri Bayram Belen, Dilek Gökçin, İbrahim Akın, Ferhat Tunç, Lale Mansur, Naci Sönmez, Nurcan Baysal, T.Can Uzun, Zeynep Tanbay, T.Ciye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İnsan Hakları Derneği (İHD) şubeleri, Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası, Baro, Diyarbakır Sanayici ve İş İnsanları Derneği (DİSİAD), Diyarbakır Tabip Odası, KESK Şubeler Platformu, 24 Şubat’ta Şeyh Said Meydanı’nda bir basın açıklaması yaparak imza kampanyası başlattı. Kampanya 9 bin 506 kişi tarafından imzalandı. İmza kampanyasının çağrı metninde, “Sur’un üç ayrı mahallesinde on beşi, on yaşın altında bebek, çocuk ve yaralılar da dahil olmak üzere iki yüze yakın yurttaşımızın mahsur kaldığını biliyoruz. Bu mahallelerde, evlerde ve sokaklarda çok sayıda cenaze de bulunuyor. Yeni ölüler olmadan, bu işin insani koşullar altında çözüme ulaştırılması ve mahsur kalanların güvenli bir şekilde tahliye olabilmesi için sokağa çıkma yasağına yirmi dört saat süreyle ara verilmesini talep ediyoruz” denildi.
Koridor süreçleri
Sur ilçesinde sokağa çıkma yasakları devam ederken, abluka bölgesinde kalan siviller, HDP Milletvekilleri Sibel Yiğitalp ve Nursel Aydoğan’a telefonla ulaştı. Bunun üzerine vekiller, sivillerin sağlıklı biçimde tahliye edilmeleri için Diyarbakır Valiliği ile sürekli temaslarda bulundu. Bu süreçte kentte bulunan sanatçı, aydın ve sivil toplum örgütleri de heyet oluşturarak Diyarbakır Valiliği ile temaslarda bulundu. Bu temaslar neticesinde, Diyarbakır Valiliği’nin resmi internet sitesinden en az 4 kez güvenlik koridoru açtığını ilan etti.
* Birinci koridor: 17 Şubat’ta Dicle Haber Ajansı (DİHA) muhabiri Mazlum Dolan, SMS mesajları gönderdi: “Durum kötü, bir bodrumdayız. Aileler ile birlikteyim çok yakında bir Cizre olayının benzeri olabilir. Çatışmalar çok şiddetli, olduğumuz yerler yoğun bir şekilde bombalanıyor havan ve tanklarla vuruluyor. ‘Havadan vuracağız hepinizi, öldüreceğiz’ anonsları yapılıyor. Kendinize iyi bakın, arkadaşlara selamlar…
Saat 14.57; Yaralılar var. Durumu ağır olanlar da var. Benim bulunduğum yerde 30 kişi. Diğer yerlerde de ortalama 200 kişi var. Bebekler, yaşlılar var. 4 aylık bebekler bile var. Şarj sorunu var.”
Mazlum Dolan’dan gelen mesajların ardından 18 Şubat 2016 Perşembe günü, Özgür Hukukçular Derneği ve Mezopotamya Hukukçular Derneği tarafından Mazlum Dolan için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) “geçici tedbir” talebiyle başvuru yapıldı, ancak yapılan başvuru herhangi bir gerekçeye yer verilmeden reddedildi.
Amed’de oluşturulan heyet ile Diyarbakır Valiliği arasında 4,5 saat süren bir görüşme gerçekleştirildi. Bu görüşmenin ardından Valilik, 16.00 – 17.00 saatleri arasında koridor açacağını belirtti ve 19 Şubat 2016 Cuma günü 3’ü kadın 6 kişi çıkarıldı. Açılan koridorla abluka bölgesinden çıkarılanlar gazeteci Mazlum Dolan, ağır yaralı Fatma Ateş, eşi Fahri Ateş, kızları Fatma Ateş, Sinem Ateş ve Ekrem Karatay’dı. Ağır yaralı halde çıkarılan Fatma Ateş battaniyeyle taşındı fakat zamanında müdahale edilmediği için ambulans içinde yaşamını yitirdi. Fatma Ateş’i ambulansa taşıyan eşi Fahri Ateş, kızları Fatma Ateş, Sinem Ateş, gazeteci Mazlum Dolan ve Ekrem Karatay tahliye edilir edilmez gözaltına alındı ve 4 gün gözaltında tutulduktan sonra 23 Şubat 2016 Salı günü tutuklandılar.
* İkinci koridor: Abluka altındaki mahallelerde kalan sivillerden Reyhan Kavak Özbek, içinde bulundukları durumu cep telefonu ile fotoğraf ve video çekerek kayıt altına alıp görüntüleri internet ile basına ulaştırdı. 23 Şubat 2016 Salı günü izlenen görüntülerde Reyhan Kavak Özbek, yapılan saldırılar neticesinde camı çerçevesi kırılıp dökülmüş neredeyse harabeye dönüşmüş bir evdedir ve 2’si yaralı 6 çocukla birlikte beklemektedir. Bunun üzerine sivil toplum örgütlerinden oluşan heyetler ile Diyarbakır Valiliği arasında yapılan görüşmelerin ardından, Diyarbakır Valiliği tarafından resmi internet sitesinden saat 16.00’da çatışma bölgesinden çıkmak isteyen sivillerin tahliyeleri ile ilgili “gerekli kolaylığın sağlanacağı” duyuruldu.
* Üçüncü koridor: Sivil toplum örgütlerinden oluşan heyet ile Diyarbakır Valiliği arasında 24 Şubat’ta devam eden görüşmelerin ardından Diyarbakır Valiliği resmi internet sitesinde 15.30-17.00 saatleri arasında koridor açacağını duyurdu.
* Dördüncü koridor: Diyarbakır Valiliği, 26 Şubat 2016’da yaptığı açıklama ile 15.30-17.00 saatleri arasında son defaya mahsus olmak üzere sivillerin “Cumhuriyet İlköğretim Okulu bölgesinden operasyon bölgesi dışına tahliye edilebilmesi amacıyla her türlü kolaylık sağlanacaktır” açıklamasını yaptı. Fakat açıklamaya rağmen bildirilen saatler arasında ablukanın sürdüğü mahalleler yoğun bombardımana tutuldu, askeri araçlardan anons yapıldı. Dolayısıyla kimsenin evinden çıkamadığı mahalleliler tarafından akrabalarına telefonla iletilmiştir. Sur’da mahsur kalan sivillerden şimdiki HDP Amed Milletvekili Remziye Tosun, Dicle Haber Ajansı’na telefon ile bağlanarak, “Ne koridoru? Çocuklarımızı alıp bu mermilerin içine çıkma riskini göze almıyoruz. Heyet gelip bizi alırsa çıkarız. Yoksa burada ölürüz daha iyi. Yasak ve abluka kaldırılsın, öyle çıkarız, Sur’daki insanları sahipsiz bırakmayın” diye seslendi. Remziye Tosun, 27 Şubat’ta daha dramatik ve öfkeli ifadelerle seslendi.
Aralarında bir bebek ve 4 çocuk ile birlikte bir de epilepsi hastasının bulunduğu 14 kişi için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuru yapıldı.
4 Mart günü aralarında yaralıların da bulunduğu 32 kişi ambulanslara ulaşmak üzereyken, üzerlerine ateş açıldı, Yunus Süslü adlı bir sivil yaralandı ve daha sonra yaşamını yitirdi. Tahliye edilen sivillerden Bahattin Erkaplan, Hülya Erkaplan (hamile), M. Can Arslan, Aynur Arslan (35) serbest bırakıldı; çocuklardan Aynur Arslan’ın çocukları Gülistan Arslan (10), Rojda Arslan (7), Muaz Arslan (6), Özgür Arslan (4), Remziye Tosun’un çocuğu Şevin (10), Cengiz ve Emine Abiş’in çocuğu Talat Abiş (7) SHÇEK’e gönderildi. Hülya Erdoğan, Fatma Kaya ve Seda Arslan (Elif Su Arslan (4 aylık bebek), adli kontrolle serbest bırakılırken; Reyhan Kavak, Remziye Tosun (2 yaşındaki kızı Beritan Tosun da yanındadır), Cengiz Abiş, Emine Abiş, Seniha Sürer, Mervan Çoban, İhsan Biter, Mehmet Salih Pasin, İh- san Karatay, Mesut Aygül, Mehmet Çoreşoğlu, M. Can Alpaydıncı, Bedri Oğuz, Ümit Özkan, Deniz Ataş, Mehmet Şah Pervane ‘örgüt üyeliği’ ve ‘Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmek’ gerekçesi ile sevk edildikleri mahkemece tutuklandılar.
‘Operasyon bitti’ açıklaması
Dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala, yaptığı açıklamayla, Sur’daki bütün evlere girildiğini ve operasyonel faaliyetlerin 9 Mart 2016 Çarşamba günü saat 16.00’dan itibaren sona erdiğini belirterek, arama tarama faaliyetlerinin ve sokağa çıkma yasağının bir süre daha devam edeceğini bildirdi. Açıklamanın yapıldığı gün askeri saldırı devam etti.
Açıklama sonrası infazlar
HDP Amed Milletvekillerine 13 Mart sabahı telefon ile ulaşan Dilber Bozkurt, ablukanın olduğu bölgede bir odada 3’ü yaralı 7 kişi mahsur kaldıklarını, bulundukları binanın etrafında iş makinelerinin çalıştığını aktararak, “Eğer bugün de kepçeler çalışırsa, enkazın altında kalacağız. Belki sadece 5 dakikamız kaldı” dedi. Hemen ardından odada mahsur kalanların isimlerini verdikten sonra, “Bir şey olduğunda bilginiz olsun, bilin ki infaz edilmişlerdir” ifadesini kullandı. 14 Mart’ta cenazeleri Elazığ Adli Tıp Kurumu’na götürüldü, 15 Mart’ta ise aileleri tarafından teşhis edildiler.
30 Mart’ta ilçeden 7 cenaze daha çıkarıldı ve Antep’teki Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Bu cenazelerden teşhis edilen Seyda Cegerxwin Özbek’in cenazesinin çıkarıldığı tarih olan 30 Mart’tan bir kaç gün önce Sur dışında gözaltına alındığı ve Sur’a götürülüp infaz edildiği ailenin Adli Tıp Kurumu’ndan aldığı otopsi raporu ile belgelendi.
Hafriyatla cenazeler
Sur ilçesindeki abluka başladıktan yaklaşık 2 ay sonra ilçeden kamyonlarla hafriyat taşınmaya başlandı. Şehrin hafriyat alanına değil, usulsüz bir şekilde Dicle Üniversitesi’nin arazisine döküldü. Dökülen hafriyatın etrafı, resmi ve sivil birçok araçla çevrildi ve alana kimse yaklaştırılmadı. Ayrıca hafriyatın döküldüğü alandan dumanlar çıkması, dökülen hafriyatın yakıldığını da gösteriyordu. Dicle Üniversitesi arazisine dökülen hafriyat arasında 6 Nisan günü bir kadına ait olduğu belirtilen cenaze bulundu.
Acil kamulaştırma süreci
T.C Bakanlar Kurulu’nca 21 Mart 2016’da 7714 parselden 6292 parsel için, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 27. Maddesi’ne göre, kamulaştırma kararı alındı. Bu kararla, Suriçi’nde bulunan parsellerin yüzde 82’si kamulaştırılacak. Geriye kalan yüzde 18’lik kısmın büyük bölümü ise TOKİ (Toplu Konut İdaresi) ile Maliye Hazinesi mülkiyetinde bulunan parsellerdi ve bunun sonucu olarak da Suriçi’nin tamamı kamu mülkiyetine geçmiş olacaktı.
Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’nün Koruma Kurulu’nun 145. toplantısında sunulan Sur ilçesinin kamulaştırılmasına ilişkin 6 madde, 25 Mart’ta onaylandı. Ayrıca toplantı sırasında taleplere eklenen Sur’a 12 karakol yapımı ve dar sokakların yıkılarak genişletilmesi de kurul onayından geçti.
‘Acele kamulaştırma’ kararına karşı İHD, Baro, Mezopotamya Hukukçular Derneği (MHD), Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD), Sosyal Haklar Derneği, Büyükşehir Belediyesi ve Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Yerel Yönetimler Komisyonu’nun da aralarında bulunduğu kurumlar bir hukuk komisyonu oluşturarak, mülkiyet hakkı ve yaşam alanlarının korunmasına ilişkin hukuksal başvurularda bulundu.
Bu kararla birlikte bir yıl içerisinde Sur’un 15 mahallesinde toplam 368 alandaki 6 bin 300 parseli kamulaştırıldı, sağlam kalan binalar da iş makineleriyle yıkıldı.
Karakollar ve noktalar
T.C Bakanlar Kurulu’nun 4 Nisan 2016 günü aldığı ve 11 Nisan 2016 günü Resmi Gazete’de yayımlanan kararıyla Emniyet Genel Müdürlüğü’nce polis güvenlik noktası yapımı amacıyla Bağlar ve Kayapınar ilçelerinde 3 noktada belirlenen taşınmazların acele kamulaştırılması yapıldı.
Zorla göç ettirildiler
Bir yılda bin 750 ev yıkıldı, yıkım devam etti, ediyor. Sur’da çıkan çatışma ve yıkımdan dolayı göç etmek zorunda kalan yurttaşların net sayısı belirlenemezken, yaklaşık 40 bin insanın evinden göç ettirildiği belirtiliyor. İlçede çatışmalar bitmesine rağmen yıkım ve sıkıyönetim uygulamaları devam etti. Sur’un büyük bir kısmında zırhlı araçlar, polis kontrol noktaları yer alırken, ilçenin tamamı açık hava karakoluna dönüştürüldü.
Cenazelere işkence
Sur’da bedenlere yapılan işkencenin korkunç boyutları sergilendi. Ölü bedenin aylarca yerde kalması ve kimi zaman hayvanlar tarafından parçalanması, kafalarının, bacaklarının ya da belli uzuvlarının koparılması ve/veya kesilmesi gibi beden bütünlüklerinin bozulması, ölü bedene çok sayıda kurşun sıkılması, soyulup teşhir edilmesi, zırhlı araçların arkasına bağlanarak sürüklenmesi, zırhlı araçlarla ölü ve/veya yaralı bedenlerin üzerinden geçilmesi gibi uygulamaların yapıldığı ortaya çıktı. Çekwar Çubuk ve Fatma Ateş örneklerindeki gibi, yaralıların hastaneye kaldırılması engellendi. Ölü bedenlere işkence yapılması, kamusal alanda soyularak fotoğraflarının çekilip yayınlanması, cenazelerin ailelere aylarca (3 ayı aşkın) verilmemesi ve yaralıların has taneye götürülmesinin engellenmesi, aile üyeleri, görgü tanıkları ve cenazeleri yıkayanların anlatılarıyla ortaya çıktı.
Sur içi tarihi yapı
Sur’da 454’i sivil yapı, 148’i anıtsal yapı niteliğinde olmak üzere toplamda 602 tescilli yapı vardı. Bunlara kentsel dokunun diğer tamamlayıcıları eklendiğinde çok ciddi bir kültür varlığı söz konusu. Bu yapıların içerisinde 40 camii ve mescit; 19 ziyaret, türbe, hazire; 11 kilise ve 4 medrese bulunuyordu. Suriçi’ndeki ibadethaneler mahalle bazında şöyle dağılım göstermektedir:
* Cevat Paşa Mahallesi: Saint George Kilisesi, Kozlu Camii, Hz. Süleyman Camii, Hacı Büzrük Camii, Karışık Budak Camii, Havlet Baba Türbesi, Kurşunlu Camii ve Türbesi, Şafiler Medresesi, Özdemiroğlu Osmanpaşa Türbesi, Beyaz Türbe, Nasuh Paşa Camii, Zincirkıran Türbesi.
* Fatihpaşa Mahallesi: Ermeni Surp Giragos Kilisesi ve Keldani Kilisesi.
* Hasırlı Mahallesi: Ermeni Katolik Kilisesi, Kilise Kalıntısı, Havra Kalıntısı, Hasırlı Camii, Emir Seyyaf Türbesi, Arap Şeyh Camii Türbesi.
* Cemal Yılmaz Mahallesi: Ermeni Protestan Kilisesi, Salos Camii, Hüsrev Paşa Camii.
* Lalebey Mahallesi: Meryem Ana Kilisesi.
* Alipaşa Mahallesi: Surp Sarkis Kilisesi.
* Dabanoğlu Mahallesi: Kadı Camii, İbrahim Bey Camii, Dabanoğlu Türbesi.
* Savaş Mahallesi: Kavas-ı Sağır Camii, Şeyh Mutahhar Camii.
* Cami-i Nebi Mahallesi: Nebi Camii.
* Cami-i Kebir Mahallesi: Ulu Camii, Mesudiye ve Zinciriye Medresesi.
* Süleyman Nazif Mahallesi: Defterdar Camii, Sahabeden Maliki Ejder Türbesi, Hacı Müştak Cami.
* Ziya Gökalp Mahallesi: Behram Paşa Camii, Tacettin Mescidi, Sin Camii.
* İskenderpaşa Mahallesi: Hanzade Camii, İskender Paşa Camii, Bav-u Kal Türbesi.
* Melikahmet Mahallesi: Sarı Saltuk Türbesi, Şeyh Yusuf Camii, Melik Ahmet Paşa Camii.
* Lalebey Mahallesi: Lalebey Camii, Meryem Ana Kilisesi.
* Alipaşa Mahallesi: Aynı Minare Camii, Ali Paşa Ca- mii ve Medresesi, Cağaloğlu Medresesi, Sultan Şuca Türbesi, Hz. Ömer Camii.
İnanç merkezlerinin tahribi
Sur ablukası ve saldırı, büyük bir kültürel ve insani yıkıma yol açtı. İnsanlığın ortak inanç ve kültür mirası olarak kabul edilen kutsal mekânlar harabeye çevrildi, UNESCO kültür mirası listesinde bulunan Amed Surları tank ve top atışlarıyla hasara uğratıldı. Tarihi kentte farklı inançlara ait kiliseler, camiler, konaklar, hamamlar bu yasaya dayandırılarak yok edildi. 1564-1567 yılları arasında yapılan Behram Paşa (Paşa) Hamamı ağır silahların hedefi olurken, Hacı Hamit Camii, Süleyman Nazif İlköğretim Okulu ve 1500 yıllık tarihi geçmişe sahip olmanın yanı sıra türünün tek örneği olan Dört Ayaklı Minare ve onun camisi Şêx Mutahar Camii, Ermeni Katolik Kilisesi, Mehmed Uzun Evi, Şehzadeler Konağı, Protestan Kilisesi, Mor Pedriom Keldani Kilisesi, Ortadoğu’nun en büyük Kilisesi Surp Giragos Ermeni Kilisesi, çatışmalardan büyük zarar gördü.
Özel harekat timleri, kiliseleri karargah olarak kullanıp ırkçı ve cinsiyetçi yazılarla tahrip etti. Ayrıca 500 yıllık tarihi olan Kurşunlu Camii, çatışmalardan dolayı yıkılırken Hüsrev Paşa Camii, Nashu Paşa Camii, Hz Süleyman Camii, Yavuz Selim İlköğretim Okulu, Esma Ocak Evi, Cumhuriyet İlkokulu gibi 20 önemli tarihi yapı büyük ölçüde zarar gördü; bir kısmı ise aslına uygun olmayan biçimde tadilata alındı. Ayakta kalan bir kaç bina ise polis ve özel timler tarafından karakola dönüştürüldü.
TOKİ hoyratlığı ve konutlar
Sur’un tarihi evleri yıkılırken, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) tarafından yapılan evler ise Amed’in tarihi evlerinin mimarisine uygun inşa edilmedi. Bununla birlikte Mimarlar Odası’nın verdiği bilgilere göre; Sur’da 2012’de Büyükşehir Belediyesi ile Çevre Şehircilik Bakanlığı’nın Koruma Kurulu’nun onayladığı “Koruma Amaçlı İmar Planı” olduğu ve bu plana göre Sur’u “İmar Koruma Planı” çerçevesinde inşa edeceklerini söylemelerine rağmen başka bir proje ortaya çıkardılar. Bu proje değişikliği içerisinde 6 karakol yer aldı. Bu karakolların Hasırlı, Cevatpaşa, İskender Paşa, Melik Ahmet ve Ali Paşa mahallelerinde yapımı sürdü. Aynı zamanda bu karakolları birbirine bağlayan yollar yapılmış, bu yollar genişletilirken hiçbir şekilde Sur’un mevcut dokusu göz önüne alınmadı.
Susuz ve elektriksiz
Yüzde 82’lik kamulaştırmadan sonra evleri satın alan devlet, halkı TOKİ’lere mecbur etti. Alipaşa ve Lalebey mahallerinde 23 Mayıs’ta başlayan yıkımla da binlerce insan evlerinden zorla çıkmak zorunda kalırken, evlerini bırakmayıp direnen yurttaşlar ise Ramazan ayı boyunca susuz ve elektriksiz bırakılıp cezalandırıldı. Mahalleden ayrılmak zorunda kalan halka Elazığ ve Urfa yolu üzerindeki TOKİ’ler “indirimli” olarak sunuldu. Daha önce yaşanan yıkımda halka TOKİ evlerini sunan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, aynı planı devreye koyarak TOKİ’ye mecbur bıraktı. Bakanlık yetkilileri, Sur’da Alipaşa ve Lalebey mahallelerinden çıkan halka da Sur’u bırakma koşulunda TOKİ vaadinde bulunmaya devam ederken, TOKİ’leri kabul etmeyenler ise ağırlıklı olarak Sur’un arka mahalleri, Bağlar ve Şehitlik gibi semtlere taşınarak yaşamlarını sürdürmeye çalıştı.
Acele kamulaştırmada bir iptal
Bakanlar Kurulu’nun “acele kamulaştırma” kararına ilişkin hak sahiplerinin verdiği hukuk mücadelesi, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) takıldı. Danıştay ve AYM, “acele kamulaştırma” kararının iptal edilmesi için yapılan başvuruları reddetti. Mimarlar Odası da hakkında kamulaştırma kararı alınan kültür varlığı niteliğindeki Dengbêj Evi ve diğer yapılar için Danıştay’a başvurdu. Danıştay 6. Dairesi, odanın bu talebini reddetti. Oda, kararın bozulması için temyiz talebini, bir üst kurul olan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na (DİDDK) taşıdı. DİDDK tetkik hakimi, Oda’nın kendisine ait kültür varlığı niteliğindeki yapıyla ilgili talebini yerinde görerek, “Korunması gerekli kültür varlığı olan taşınmazların 2942 Sayılı Kanun’un 27’nci maddesi kapsamında değerlendirilebilmesi hukuken mümkün olmadığından, bu nitelikteki dava konusu taşınmazın acele kamulaştırılmasına yönelik dava konusu Bakanlar Kurulu kararında hukuka uyarlık bulunmadığı; bu nedenle temyiz isteminin kabulü ile Daire kararının bozularak, söz konusu Bakanlar Kurulu kararının dava konusu taşınmaza yönelik kısmının iptaline karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir” dedi.
DİDDK de hakimin düşüncesini yerinde görerek kültür varlığı niteliğindeki yapıları ilgilendiren 2863 Sayılı Koruma Yasası’nı hatırlattı ve “acele kamulaştırma” kararına yasada atıf yapılmadığını belirterek, şu ifadelere yer verdi: “Yasada bu nitelikteki taşınmazların kullanımı ve devri ile bu taşınmazlara yönelik fiziki müdahalelere ilişkin tüm usul ve esaslar kurala bağlanmış, taşınmaz kültür varlıklarının kamulaştırılması konusunda yetkili olan idareler tarafından izlenmesi gereken usul ve prosedürler ayrıntılı olarak belirtilmiş; ancak özel düzenleme niteliğindeki 2863 sayılı yasanın 15’nci maddesinde taşınmazların kamulaştırılması konusunda istisnai bir yöntem olan acele kamulaştırmaya ilişkin herhangi bir düzenlemeye ya da bu konuda 2942 sayılı Kanun’un 27’nci maddesine yönelik herhangi bir atıfa yer verilmemiştir.”
Üst kurul, Bakanlar Kurulu’na kültür varlıklarını acele kamulaştırma yetkisi olmadığına dikkat çekerek, “Korunması gerekli kültür varlığı niteliğinde olan taşınmazların 2942 sayılı 27’nci maddesinde öngörülen acele kamulaştırma usulü kapsamında değerlendirilebilmesi hukuken mümkün olmayıp, aksi yöndeki yaklaşımın, korunması gerekli kültür varlığı olan taşınmazların bu niteliğinin göz ardı edilerek, kamulaştırmalarda 2863 sayılı yasa uyarınca öngörülen sürecin ve kamulaştırmaya yetkili olan ilgili idarelerin bu yetkilerinin bertaraf edilmesine sebebiyet verebileceği açıktır” dedi.
Hukuka uygun değil
Mahkeme, açıkladığı gerekçelerle Danıştay 6. Dairesi’nin ret kararında hukuka uyarlık bulunmadığını belirterek, bozduğu kararın gerekçesinde şu ifadelere yer verdi: “Yukarıda yer verilen değerlendirmeler doğrultusunda, korunması gerekli kültür varlığı olan taşınmazların acele kamulaştırılması hukuken mümkün olmadığından, 2942 sayılı Kanun’un 27’nci maddesi uyarınca tesis edilen 21/03/2016 günlü, Bakanlar Kurulu kararının sivil mimarlık örneği korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olan Diyarbakır İli, Sur İlçesi, Ziya Gökalp Mahallesi, 415 ada, 15 parsel sayılı dava konusu taşınmaza yönelik kısmında hukuka uyarlık görülmemiştir.”
Mahkeme kararının, “acele kamulaştırma” kapsamına alınan kültür varlığı niteliğindeki yapılar için emsal olduğu belirtiliyor.
AYM’den sonra AİHM
“Acele Kamulaştırma” kararının yürütmesinin durdurulması ve işlemin iptali için Bakanlar Kurulu’nu temsilen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı aleyhine açılan dava, Danıştay 6. Dairesi’nce reddedildi. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, buna yayıplan itirazı oy çokluğuyla geri çevirdi. Bunun üzerine Özgürlükçü Hukukçular Platformu (ÖHP) ve Sur Platformu adına davayı takip eden hukukçular, Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) 140 bireysel başvuruda bulundu. AYM süreci iki yılı bulabilir. Olumsuz sonuç alındığı takdirde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınacak.
AI: Tasarlanmış plan
Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International), sokağa çıkma yasağının birinci yılında Sur ilçesinde yaşananları ve bölgedeki son durumu yansıttığı raporunda, 79’u çocuk olmak üzere, 321 sivilin katledildiğini, yaklaşık 40 bin kişinin yerinden edildiğini vurgulayarak, bugün teyit edilen şu tespit ve öngörüde bulunuyordu: “Bölgedeki sürece bir bütün olarak bakıldığında, bu süreç, altyapıdaki değişiklikler ve nüfus transferi vasıtasıyla güvenliği sağlamak için söz konusu yerlerde ikamet eden kişileri yerinden etme ve bu yerleri yıkıp yeniden inşa etmeye yönelik önceden tasarlanmış bir planın olduğu izlenimini veriyor… Devam eden bir güvenlik operasyonu kalmamışken ya da bu tür bir operasyon ihtiyacı söz konusu değilken, sokağa çıkma yasağı uygulamalarının sürdürülmesini meşru kılacak daha da az gerekçe bulunuyor. Silahlı çatışmaların üzerinden dokuz ay geçmiş olmasına rağmen bölgeyi patlayıcılardan arındırma gerekçesiyle sokağa çıkma yasağının devam etmesi de inandırıcılıktan uzak. Yetkililer aksi yönde somut deliller sunmadıkça, devam eden sokağa çıkma yasağı uygulamalarının gerçek gerekçesinin, bölgenin kamulaştırılmasına ve bölgede başlatılan kentsel dönüşüm projelerinin gerçekleştirilmesine olanak sağlamak olması daha muhtemel gözüküyor…”
Toplumsal dışlanma alanı
Sur ilçesinin Cevatpaşa, Fatihpaşa, Dabanoğlu, Hasırlı, Cemal Yılmaz ve Savaş mahallelerinde zorla yerinden edilen insanların yaşadığı mağduriyetin tespit edilmesi için Dicle Toplumsal Araştırma Merkezi (DİTAM) tarafından “Diyarbakır İli Sur İlçesinde Yerinden Edilen Ailelerin Temel Haklara ve Kamu Hizmetlerine Erişim Projesi” çalışmaları yürütüldü. Geçen hafta Mezopotamya Ajansı’na (MA) konuşan projenin koordinatörü Dilan Kaya, AKP hükümetinin üç yıl önce yerinden edilmiş insanların ailelerin mağduriyetini gidermek için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı eliyle proje başlattığını ve mülk sahiplerine üç seçenek sunduğunu aktardı;
* maddi tazminat,
* TOKİ’nin başka bölgede bir evi,
* Sur’da yapacağı evlerden biri.
Evlere, ederinin çok altında değer biçildi. Bazı ailelere daha yazı gitmemiş. Bazı ailelerle uzlaşılmış, birçok aile de uzlaşmayı reddetti. Bazılarına teklif dahi gitmemiş. Ailelerin hepsi Sur’a yakın yerlere taşındı ve Sur’a dönmek istiyor.
Ne olacağı bilinmiyor
Sur’da bir muğlaklık hakim, bundan sonra ne olacağı bilinmiyor. Büyük bir mülkiyet sıkıntısı var. Hukuk sürecinde adalet mekanizmaları kapalı olduğu için aileler çaresiz kaldı. Açıklanan bir proje yok. Açıklanan metrekare birim fiyatlarına bakıldığında Sur’un gerçek sahiplerinin Sur’da ev sahibi olması mümkün değil.
Ailelerin devletle uzlaşmaya yaklaşmama nedeninin başında, sunulan seçeneklerdeki belirsizliklerin fazla olması ve karşılanması imkansız büyük maddi taahhütlerin altına girme kaygısı geliyor.
Kent dinamik bir durum, unutturmak istediğini sana unutturmayı biliyor. Hatırlamak istediğini de hatırlatır. Bundan dolayı kent planlaması çok önemli, bir şey unutturmak isterseniz belli politikalarla unutturabilirsiniz. Sur’da hiçbir şey olmamış gibi bir ortam var; sınırları, sokakları kapatan beton blokları görene kadar. Arka sokağa geçmek istediğinde yapılan tüm makyaj düşüyor ve bariyerlerle karşılaşıyorsunuz. Sur’un tarihsel hafızası ile birlikte bugünkü hafızası var.
Savunma odaklı ‘elit’ bir sur
Sur’da yapılan inşaatlara bakıldığında savunma odaklı bir plan görülüyor. Yeni planda Sur içinde 6 karakolun yapılması, bir şeyleri çözmek değil ipleri elinde tutmaktır. İlçenin birçok noktasında bariyerler, arama noktaları ile karşılaşılıyor. Yapılan betonarme evlere bakıldığında yüksek gelir grubuna hitap edilen bir manzara. 5 yıl sonraki Suriçi, mevcut Suriçi’nden çok uzak olacak. Bundan sonra lüks mağazalar, lüks kafeler… Büyük şirket ve firmaların gireceği bir alan olacak. Yerel tasfiye edilecek. Toplumsal dışlanma alanı olacak bir şekilde dizayn ediliyor. Orada bir statü yaratılıyor. Dar gelirli ailelere ‘siz buraya layık değilsiniz’ denilecek.
Yaşanan sorun bir kez daha ötelendi ama bu sorunu çözmüyor. Köy yakmalar döneminde yaşanan hafıza, başka bir şekilde ortaya çıktı ve başka bir mekanda kendini inşa etti. Hafızayı, yaşamı yok eden politikalar başarılı olamayacak, sadece yaşanan acıları katlayacak.
* TMMOB, TİHV, İHD, AI ve HDP raporları; DİHA, JINNEWS, MA ve ANF’ye yansıyan haberler, ilgili kurumların basın açıklamaları ve Yeni Özgür Politika’da yayınlanan Sur Günlükleri’nden yararlanıldı.
Kaynak: ANF