Türkiye’de iş yasası çalışma süresini haftada 45 saat günde 11 saatle sınırlandırmıştır. Ne var ki bir avuç sendikalı işyerinin dışında çalışma süreleri konusunda yasaya uyan işveren nerdeyse yoktur.
Özellikle kriz var denilen dönemlerde krizi aşmak için işverenlerin ilk başvurduğu araç çalışma süreleridir. Türkiye İşveren Sendikası (TİSK) yetkilileri diyorlar ki:
“Bilindiği üzere ekonomik darboğaz zamanlarında işverenler öncelikle işgücü maliyetlerini azaltma yoluna başvurmak durumunda. Maalesef işgücü maliyetlerinin azaltılması uygulamalarının başında gelen işten çıkarmalar nedeniyle de işsizlik oranları olumsuz yönde etkileniyor”*
Yani işverenlere göre kriz sözü geçer geçmez, krizin bedelini işçiye ödetmek işveren olmaktan gelen doğal, normal bir davranıştır. Türkçe’si, “Kriz olursa maliyeti işçilik üzerinden düşürür gerekirse işçi çıkartırım” demektir. Daha neti, işverenler açısından krizde maliyeti düşürmek için işçilik giderleri dışında oynayacağı başka bir kalem yok sayılmaktadır. Bu aynı zamanda işverenlerin ne kadar örgütlüyse örgütlü işgücünü de yok saydıklarının ilanıdır.
Üstelik bu saptama aslında bir saptama değil tehdittir. Tehdittin arkasından gelen öneriler ise nettir:
İşverenler işçi çıkartmamaya bedel istemektedir. Önerilerin birisi kısa çalışmanın yılda 12 aya çıkartılmasıdır. Bu öneriyi getirenler de biliyorlar ki kağıt üzerinde belirlenen kısa çalışma ile yaşamın içerisinde uygulanan kısa çalışma asla örtüşmez, örtüşmüyor. Kağıt üzerinde işçi yarım gün çalışacak, işveren bu yarım günün ücretini ödeyecek ve işçi çıkartmayacak. İşçi de yoksun kaldığı yarım günlük ücretini işsizlik sigortasından alacak. İşsizlik sigortasında aldığı kısa çalışma ödeneği ise ileride işsiz kaldığında alacağı işsizlik sigortası ödeneğinden mahsup edilecektir.
Gerçek yaşamda kısa çalışmada işveren işçiyi resmiyette yarım gün çalışıyor diye bildirecek ama tam gün çalıştırmaya devam edecek ancak yarım ücret ödeyecektir. İşçinin tam gün çalışmasına karşılık yarım ücret ödeyen işveren, ücretin kalan yarısını işsizlik sigortasından kısa çalışma ödeneğinden ödetecektir.
İşçi kısa çalışma olarak ödenen bu tutarın yarın işsiz kaldığında alması gereken işsizlik sigortasından düşüleceğinin farkında olmadığı için de ücretini tam olarak aldığını sanacak, işsiz kalıp işsizlik sigortasından geri döndürülene kadar kısa çalışma ödeneğinin aslında kendi parası olduğunun, işveren veya devletin ödemesi olmadığının farkına dahi varamayacaktır.
İşveren açısından özet; “Kuş Allah’ın daş Allah’ın” kâr işverenin.
İşçi açısından özet; çalışma aynı çalışma, ücret yarım ücret. “Alavere dalavere işçi Mehmet nöbete.”
TİSK yetkililerinin önerileri sadece kısa çalışma ödeneğinin 12 aya kadar çıkartılmasıyla sınırlı da değildir.
TİSK’in esnek çalışma adı altında yaptığı önerileri tercüme ederek özetleyelim: TİSK kısmi süreli çalışmalarda fazla süreli ve fazla çalışma yasakları kalksın diyor.** Yani, haftada 30 saatten az çalıştırılmak üzere işe alınan işçilerde 45 saat ve üzeri çalıştırılsın, bu işçiler haftada 45 saat ve daha fazla çalıştırıldığı halde bunun adı tam zamanlı çalışma olmasın. İşveren fazla çalışma ödesin. Böylece işveren işine geldiğinde haftada 30 saat iş verip işçiyi göndersin, işine gelmediğinde ise işçiyi haftada 66 saate kadar çalıştırabilsin.
TİSK belirli süreli iş sözleşmelerindeki sınır kalksın diyor. Sanki sınır varmış, sanki yasa uygulanıyormuş gibi davranıyor. Halen birçok işyerinde birçok sendikacı dahi işverenin yasaya aykırı bir şekilde sözleşmeli adı altında belirli süreli iş sözleşmesiyle işe aldığı işçileri kadroya geçmeden sendika üyesi yapmayacağına inanıyor. Ötesini ben söylemeyeyim.
TİSK diyor ki ben iş durumuna göre 6 aylık sürede ortalama 45 saati tutturmak üzere, dilersem beş hafta 66 saat, dilersem 10 hafta 66 saat çalıştırayım, bir kuruş fazla çalışma ödemeyeyim, 6 ay içinde ortalamayı 45 saate getirmek için işin olmadığı haftalarda işçileri haftada 30 saat çalıştırarak işlerin yoğun olduğu haftalardaki 45 saatin üzerindeki çalışmalarını denkleştireyim. Her altı ayda bir denkleştirme yaparsam zaten yasağı da delmiş olurum senede bire çıkmış olur.
İşçi işe gelmiş iş bekliyor. TİSK diyor ki, işçinin olurunu almadan ‘iş yok, bugün git’ diye onu geri gönderebileyim, yerine de benim istediğim bir zamanda istediğim günde hafta tatili de olsa işçiye telafi çalışması yaptırayım.
Peki bu şekilde işçiler çalışırsa ne oluyor?
Bugün dünyanın gelişmekte olan sanayi bölgeleri olarak adlandırılan bazı bölgelerinde çalışma sürelerine bakarak bu soruyu yanıtlayalım:
“Ellen Tracy ve Sassoon için kıyafet diken AH Asia terzilerinin en büyük şikayetleri zorunlu fazla mesaidir. Normal vardiya sabah sekizden akşam 10’a kadar devam etmektedir, ancak haftada birkaç gece işçilerin ‘geç’ saatlere kadar, sabah 2’ye kadar çalışmaları gerekmektedir.
İşçiler, işlerin en yoğun olduğu dönemlerde arka arkaya iki gece sabah 2 vardiyasında çalışmaya alışmışlardır; bu da kadınların çoğunun ertesi sabahki normal vardiyalarına başlamadan önce sadece birkaç saat uyuyabilmelerine neden olmaktadır… Örneğin, Philips fabrikası (hem Nike hem de Reebok için sipariş yapan bir yüklenici) resmi kurallar kitabına göre, ‘Gerektiğinde fazla mesai yapmayı reddetmek’ bir ihlal olup, ‘işten çıkarma ile cezalandırılır…’ Fazla mesai dehşet hikayeleri ihracat işleme bölgelerinden taşmaktadır; her nerede olurlarsa olsunlar: Çin’de işçilerin makinelerin altında uyumaya zorlandıkları üç günlük vardiyalar belgelenmiştir. Teslimat tarihi ne kadar mantıksız olursa olsun, yükleniciler zamanında teslimat yapamamaları halinde genellikle ağır maddi cezalar ödemektedirler.
Honduras’ta yoğun bir teslimat tarihinde oldukça büyük bir siparişin teslim edilmesi sırasında fabrika yöneticilerinin, çalışanlara amfetamin iğneleri yaparak 48 saatlik maratonlarda ayakta kalmalarını sağladıkları rapor edilmiştir.”***
Kriz sermayenin krizidir. Sermayenin her krizi, eğer işçiler örgütlü güçleri ile sahnede değilse, sermayeye işçilerin sırtından kaynak aktarmayla sona erer. Bir sonraki krizde tekrarlanmak üzere işçiler neden olmadıkları krizin bedelini daha çok çalışıp daha az kazanarak ödemek zorunda kalırlar. Bozulan sağlıkları, alt üst olan sosyal ilişkileri de hiç görünmez.
Makbul sendikalar, kriz döneminde iktidarın ve işverenlerin daha bir gözdesi haline gelir, işçileri baskılama görevlerini başarıyla yerine getirirler. TİSK kendi üyeleri işverenler açısından krizi gerekçe gösterip işten çıkartma tehdidi ile çalışma süresi gibi temel bir kazanıma saldırır, makbul sendikalar duymazlıktan gelir. Vukuatsız kabadayılık, sadece güldürmez acıtır da.
Özetle yol uzun, dert çok ama bir yerden başlamak gerek. “Hırsız evden olursa dana bacadan çıkarmış.” Evdeki hırsızlardan kurtularak işe başlasak ne dersiniz?
* İşin Devamlılığı İçin Kısa Çalışma, Akansel KOÇ/TİSK Genel Sekreteri, İşveren Dergisi Cilt 56 Sayı 5 Eylül / Ekim 2018
**İş Piyasasının İhtiyacı: “Esnek Çalışma”, Kudret ÖNEN/TİSK Yönetim Kurulu Başkanı İşveren Dergisi Cilt 56 Sayı 5 Eylül / Ekim 2018
** Naomı Klein, No Logo, 2. Baskı, Bilgi Yayınevi, 2002, s.238
Kaynak: 28 Kasım 2018 Evrensel