Mevzubahis Ortadoğu olduğunda –ne yazık ki- altın-para-petrol üçgeninde dönmemesi imkansız entrika yoktur. Bir elinde hilafet bayrakları sallayanlar diğer elleri ile emperyalistlerin her planına ortak, her haram sofrasında ise pay sahibidir.
2011’den beridir süren Suriye’deki vekalet savaşı bu gerçeği bir kere daha teyit etti. Körfez ülkelerinin mali ve insani kaynak sağladığı, Türkiye’nin açıktan destek sunduğu cihatçı selefi çeteler eliyle Suriye’yi yeniden dizayn etme çabaları, Arap Baharı sonrasında neredeyse çeyrek yüzyıldır süregelen siyasal yapılar yıkılırken, Müslüman dünyasının ideolojik olarak cihat halinde olduğu batı ile hangi çıkarlar için hangi masalarda buluştuğunu bir kere daha gösterdi.
Gelinen aşamada Suriye’de devrim paravanı altında 6. Yılını dolduran savaş bir yandan Rusya’nın sahaya aktif dahiliyeti sonrasında Esad yönetiminin siyasal ve askeri başarıları diğer yandan YPG’nin DAİŞ karşısında kazandığı zaferle büyük oranda belirli bir sona gelirken, savaşın finansörleri ise “Suriye’de siyasal çözüm” maskesi ile Suriye’nin geleceğine ipotek koymanın hesabını yapmaktadır.
Bu çerçevede yaşanan son gelişmelere ABD öncülünde kurulan ve ABD, Fransa, Almanya, İngiltere, Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan’dan müteşekkil “küçük grup” ile Astana Platformunun bu gruptan iki ülke (Fransa ve Almanya) temsilcileri ile İstanbul’da yaptığı Dörtlü Zirve (Tayyip Erdoğan’ın taktığı isimle “daha küçük grup”) damga vurmaktadır.
Zira bu iki yapılanma, hem aktörlerinin Suriye’nin geleceğine yönelik perspektifleri hem de yan yana duranların birbirine benzemezlikleri ile çok boyutlu bir tartışmaya kapı aralamaktadır. Diğer yandan da süreci bu aşamaya getiren tüm gelişmeler AKP’nin ve Erdoğan’ın dış politikada sıfırlandığı koşulları görmek açısından işlevseldir.
Paralel hükümetten “küçük grup”lara…
Süreci bu aşamaya taşıyan gelişmelerin güncelde ulaştığı aşama, esas itibari ile savaşın finansörlerinin özellikle Rusya’nın sahaya dahiliyeti ile yaşadıkları yıkımla biçim kazanmaktadır. Rusya sahaya indiği günden beri özellikle diplomatik girişimlerle hem Batı-Körfez ittifakından Türkiye’yi koparmış hem de Suriye’ye doğrudan müdahalenin kalkanı olmuş vaziyettedir.
Bu hali ile bahse konu küçük ve daha küçük grup, savaşın finansörlerinin masada kalmak adına giriştikleri bir adımın ötesi değildir. Bu nedenle iki bileşenin de “Suriye’de siyasal çözüm” talebi, sırtında tırlar dolusu silahların, atılan bombaların, cihatçı koridoruna dönüşen sınırların pasını taşımaktadır.
Bu nedenle iki ayrı toplantı ve iki bildirinin dışında hiçbir icraat bulunmamakta, Cenevre’de toplanması gereken Anayasa Komisyonu dahi hala toplanamamaktadır.
Lakin bu adımın etki düzeyindeki siliklik, esas itibari ile yan yana duranların beklentilerindeki çarpıklıkla belirlenmektedir. Şöyle ki, Türkiye’yi Rusya ile yakınlaştıran şey Kürt halkının kazanımları olurken, Almanya ve Fransa açısından mültecilerin dönüşü temel gündem olmakta; Erdoğan hala “Esad meşru lider değildir” derken Rusya ise rejimin meşruiyetinin tartışılamayacağını ifade etmektedir.
Peki bu hali ile bir dönem Suriye paralel hükümetine ev sahipliği yapan İstanbul’da böylesi bir zirvenin anlamı nedir?
Bu noktada esas itibari ile Rusya’nın sahayı ve diplomasiyi yönlendirme kabiliyeti ve çabasının bu soruyu cevapladığı bir gerçektir.
Rusya, sahaya indiği günden beridir savaşın geldiği aşama, herkesin ayrı mecburiyetlerin sonucu olarak Rusya ile politik yakınlaştığını ifade etmek gerekir. Rusya, savaşın en aktif destekçilerinden Türkiye’yi Kürt kartı ile kendisine yakınlaştırmakla kalmamış, Astana Mutabakını Küçük Gruptan daha reel bir seçenek haline getirmiştir. Bu anlamda Dörtlü Zirve, ABD öncülüğündeki ittifakın adımlarını sınırlandırma anlamı taşıdığı gibi oradaki aktörleri de (Almanya ve Fransa) mülteci kartı ile tavlama amacını da içermektedir.
Bölgesel liderlik mi? Ortadoğu’nun neo-liberal revizyonu mu?
Burada bizleri de ilgilendiren, tüm bu süreç boyunca AKP’nin dış politikada bu boyuttaki yıkım yaratan hattının ve sahada yaşadığı savrulmanın temel momentlerine de değinmekte fayda var. Zira bu momentler onun emperyalistlerle kurduğu ilişkiyi belirlediği gibi, hangi içerik ve biçimde sahada olma arzusu taşıdığını da ortaya koymakta, diğer yandan da bahse konu Dörtlü Zirve’nin çarpık yapılanmasını ve dayanaksızlığını da göstermektedir.
AKP’nin Suriye’de süren savaştaki rolünü iki temel faktör üzerinden değerlendirmek mümkündür. Bunlardan ilki, ülke iç politikasını da temelden belirlediği şekli ile Kürt Sorunu ve Suriye özgülünde savaş içerisinde ortaya çıkan savaş koşullarında Kürt ulusunun sağladığı kazanımlar temelindedir.
Bu noktada Kürt Sorunu’nun ülke içerisindeki genel demokrasi sorunundan bağımsız olmaması gerçeği AKP’nin Suriye’deki tüm politik hattını belirlemekte, ABD ile ilişkilerinden Rusya ile son süreçte kurduğu yakınlaşmaya kadar bir sürü şeyi belirlemektedir.
Bu bakımdan Kürt faktörünün AKP’yi Suriye çerçevesinde en kaygan zemine ittiğini rahatça söyleyebiliriz. AKP beslemesi cihatçı çetelerin en yoğun saldırılarına Kobane’ye yönlendirmesi, son süreçte eğit-donat artığı çetelerin Afrin operasyonunda üstlendiği rol ve İdlib mutabakatı tartışmalarında Rus kaynaklarının “esas sorun Fırat’ın doğusudur” yönlü açıklamaları toplamda TC’nin süreci bir noktada Kürtlere silahlı müdahaleye döndürme gayesini açık etmektedir.
Bu gaye, bir yandan TC’yi, esasta YPG’yi sahada destekleyen güçlerle yakınlaşma seçeneğine her zaman oynayan ancak diğer yandan Rusya ile de Astana formatında buluşmaya iten tutarsızlığa sürüklemektedir.
AKP’yi Suriye’nin geleceğine oynamak noktasında bu denli aktif tutan ikinci faktör ise, AKP’nin ülke içerisine “bölgesel liderlik” maskesi ile pompaladığı Ortadoğu’nun siyasal revizyonundaki rolü olmaktadır.
Bu noktada emperyalistlerin Arap Baharı’nın ardından Ortadoğu’da soğuk savaş döneminden kalma siyasal ilişkilere müdahale girişimi, geçmiş tarihsel aktörlerinin siyasal mirası ile birleşerek AKP’nin dış politika misyonuna dönüştüğü gerçeği, bugün AKP’nin Suriye savaşı temelindeki yaklaşımından okunabilmektedir.
Son çeyrek yüzyılın siyasal rejimlerinin yıkılışı, Afganistan’a yönelik Amerikan müdahalesinden beridir kesintisiz bir savaş ikliminde sürmektedir. Bu minvalde özellikle Müslüman coğrafyası ile emperyalist batı arasındaki ilişkiler de daha bir netameli olmuş, geçmiş yüzyıldan devrolunan Ortadoğu’nun neo-liberal kapitalizme eklemlenmesi çabası bu noktada boyut değiştirmiştir.
Burada açık olan şudur ki, İhvan gibi örgütlerle idame ettirilen sürecin, bu tip örgütlerin radikalleşerek kendi finansörlerine yönelmesi Taliban ve son olarak DAİŞ örneğinde de olduğu gibi çok somut bir olgu halini almaktadır.
Böylesi koşullarda özellikle AKP’nin emperyalistler açısından bir rol modeli olarak kendi siyasal evreninde “muhafazakar” İslamcılıkla neo-liberal kapitalizmi kucaklayan yozlaşma düzeyi, Arap Baharı sonrasındaki süreçte Ortadoğu’nun neo-liberal kapitalizme eklemlenmesi açısından sunduğu olanakların boyutları açısından dikkate değerdir.
Suriye Savaşı’nı da içine alacak şekilde bugün AKP’nin bölgeye dair politikasına “bölgesel liderlik” sıfatını layık görmesi bu anlamda boşa değildir. Zira, AKP, ılımlılaştırılmış bir İhvan türevi olarak Katar ile Körfez ülkeleri arasındaki gerilime katılım biçimi, Mısır’da İhvan’a yönelik yapılan darbe sonrasındaki saflaşmada pozisyonu ve son süreçte Kaşıkçı Cinayeti (ki Kaşıkçı’nın da İhvan’ın Suudi Arabistan’da terör örgütü olarak ilan edilmesine kadar Suud hanedanıyla gayet barışık bir gazetecidir) vesilesi ile Suudi veliaht prensi Selman’a karşı aldığı tutum toplamda onun neo-liberal dünya ile İslam coğrafyası arasındaki revizyonda yerini özetlemektedir.
Sonuç olarak, Küçük Grup da, Daha Küçük Grup da Suriye halklarının geleceğine ipotek koymak isteyenlerin, savaşın başlarındaki finansörlerinin masada kalmak adına son kozlarını oynadıkları sahanın fazlası değildir.
Bu göreli saflaşma, herkesin başka bir şey söylediği lakin sona gelinen savaşta herkesin masada kalma dışında hiçbir gaye edinmediği bir gevşeklik düzeyindedir. Bu nedenle her iki bileşenin de siyasal çözüm için toplanmasını talep ettiği Anayasa Komisyonu hala toplanmamış, 6 yıllık savaş 3 tane özel temsilciyi eskitmiştir.
AKP’nin Suriye Savaşı’nın başından beriki yöneliminin bakiyesi, gelinen aşamada elinde hiçbir şey bırakmayacak düzeydedir. Şu hali ile AKP bir kamptan diğer kampın kapısına savrulmakta, Ortadoğu’da siyasal revizyon adına çıktığı yolda hüsran dışında hiçbir sonuç elde edememektedir.
Bu hali ile Suriye Savaşı sürdüğü süreç boyunca niyetleri ters yüz ederken, Türkiye’nin sırtına ise ekonomik ve siyasal yeni yüklerle birlikte koskoca bir dış politika enkazı bırakmıştır.
Rusya ile S-400, ABD ile F-35 anlaşması, Ukrayna’da “Rusya’nın Kırım ilhakı yasadışıdır” sözü ile ABD’den “İran yaptırımlarından muaf tutulma” talebi… vb günü kurtarma yönlü tüm adımlar bu enkazın ispatıdır.
Bu hali ile tüm enkazın içerisinde elinde kalan tek nesne, Kürt ulusunun Suriye’deki kazanımlarını boğma gayesi olmaktadır. Onu ülke içinde muktedir, Suriye Savaşı’nda da masada tutacağını düşündüğü Rojava açısından da Rusya ile aynı noktadan bakmadığı bilinmektedir. Eğer Esad ile Rojava temsilcileri arasındaki görüşmelerden de bir sonuç çıkarsa, AKP’nin bölgesel liderlik adına çıktığı yolun sonuna geldiği kesinleşecektir.