Osmanlı’nın bakiyesi üzerinde inşa edilen TC devleti, emperyalist-kapitalist sisteme entegre olacak ve zaman içinde “yeni” Cumhuriyet yine yeni zenginlerini yaratacaktı. Başka bir deyişle TC devleti sahneye çıkan yeni Türk burjuvazinin gelişimine paralel bir şekilde gelişecek ve şekil alacaktı. Denilebilir ki Türk sermayesinin tarihi, geçirdiği aşamalar aynı zamanda TC devletinin tarihsel gelişimine de ışık tutmaktadır.
İşte bu gerçeklik içinde “genç” Cumhuriyetle birlikte sahneye çıkan komprador burjuvazi ve toprak ağalarının bir kliğinin söz konusu iktidarı, kısa sürede ayağa doğrulacak ve uluslararası kapitalist düzenin bir parçası olarak konumlanacaktı.
Koç Topluluğu (Holding) gerek TC sınırları içinde kapitalist ilişkilerin gelişmesi bağlamındaki tarihsel/öncü rolü gerekse de günümüzde ulaşmış olduğu mali gücü, yönetim/organizasyon yapısı, faaliyet gösterdiği sektörlerin çeşitliliği uluslararası/sınır ötesi ortaklık ve girişimleri vb. başlıklar ile öne çıkmaktadır.
“O yıllarda dükkân açan her Türk başka bir şey bilmeyip bakkallıktan işe başladığı için bizde bakkallıktan başladık.” (Vehbi Koç)
On yıllardır Türkiye’nin en büyük ailelerinden biri, Türk komprador kapitalizmiyle yaşıt (sadece üç yaş genç) bir isim marka olarak Koç Holding özellikle 2001 krizini izleyen dönemde yeniden yapılanma sürecine girmiş, krizden yükselerek çıkmayı bilmiş ve adeta şaha kalkmıştır. Türkiye’nin dev sermayesi Koç hedeflerini büyütmüştür. O artık uluslararası sermayenin “Şampiyonlar Ligindedir”. Bu dönüşümün en özlü ifadesini grubun yeni sloganında bulmak mümkündür: Artık “Oyun alanımız dünya” denilmektedir.
Bugün TC’nin en büyük sermaye grubu olan Koç Topluluğu’nun öyküsü ülkenin ticaret ve sanayi alanındaki ilklerin de öyküsü gibidir. Vehbi Koç, on altı gibi oldukça genç bir yaşta iş hayatına, 1926 yılında babasının ticarethanesini devralarak “Koçzade Ahmet Vehbi” ismi ile Ankara Ticaret Odası’na kaydettirerek başlar. Bu tarih aynı zamanda topluluğun resmi kuruluş yılı olarak kabul edilmektedir. Vehbi Koç’un sermaye dünyasında elde ettiği başarıların temel nedenleri arasında yeni cumhuriyetin hükümetlerine, memurlarına bürokrasisine yakın olma ilk sıradadır. Koç, zamanla bakkaliyeden hırdavata, hırdavattan köseleciliğe, köselecilikten yapı malzemesine doğru hızla genişleyen bir faaliyet kümesine sahiptir.
Bu anlamda işe ticaretle başlayan Koç, “Genç” Cumhuriyetin büyümesine paralel bir şekilde gelişip çok kısa sürede esnaflıktan tüccarlığa terfi etmiştir. Birinci Meclisin inşaat işlerini alarak ticarete atılan Koç, kısa sürede Ankara Numune Hastanesi, Ankara Devlet Demiryolları, Cebeci Çocuk ve Doğum ve Ankara hastaneleri gibi işleri de alarak hızla büyüme trendine girmiştir.
Türkiye ekonomisinin gelişim süreci ile topluluğun performansı arasında yakın bir ilişkinin olduğunu söylemek mümkündür. Devlet kuruluşlarına mal ve hizmet satışıyla hatırı sayılır birikimler sağlayan Koç, sanayiciliğe geçişinden sonra da bu pazarını yitirmemiş tersine artırmıştır. Devletle olan yoğun ilişkileri nedeniyle Ankara’da “Hükümetle İlişkiler Departmanı” bulunan tek holding yine Koç’tur.
Divan Otel’de yöneticileriyle yaptığı bir toplantıda Vehbi Koç konuşmasını daha sonra kendisiyle özdeşleşecek “Unutmayınız, devletimiz ve milletimiz var oldukça biz de varız” sözleri ile bitirirken bu gerçeğin altını çizmektedir.
Yabancı Sermayenin Türkiye’deki Ajanı; Koç
Koç’un bir diğer ayırt edici özelliği, uluslararası sermaye(yabancı) ile kurduğu yoğun ilişkilerinin olmasıdır. Nitekim Koç, henüz 1920’lerin sonlarında Ford’un Ankara temsilciğinin yanısıra Standrt Oil’in (bugünkü adıyla Mobil) Türkiye temsilciliklerini alarak işlerini büyütmüştür.
En başından bu yana topluluk içerisindeki en büyük şirketleri yabancı sermayeli olan Koç’un İtalyan Fiat, Alman Siemens ve Amerikan Ford ile yoğun ilişkileri bulunmaktadır. II. Paylaşım Savaşı’nı izleyen yıllarda kapitalizmin yeniden örgütlenmesi ve özellikle ABD’den kaynaklanan şiddetli liberal rüzgârların etkisi ile 1950’lerde Demokrat Parti’nin açıktan sermaye yanlısı anlayışının iktidara gelmesiyle Türk burjuvazisi yüzünü Atlantik’in ötesine dönmüştür. Birkaç yıl içinde siyasal iktidar seçimler yoluyla DP’ye geçecektir. NATO’ya üyelik ve Marshall yardımları çerçevesinde Türk sermayesi batı kapitalizmine giderek daha fazla yaklaşmaktadır.
Savaş sonrası şekillenen dünyanın tartışmasız lideri ABD’dir. 1929’daki Büyük Buhran’dan bu yana TC’nin izlediği kapalı korumacı ve dış dengeye dayalı, içe dönük iktisat politikaları adım adım gevşetilmekte, ithalat serbestleştirilmektedir. Dünya ölçeğinde savaş sürerken bir yanda Almanya İtalya ve Japonya’nın savunduğu ırkçı, sağcı siyasetler diğer yanda ise SSCB’nin dünyaya yaymak istediği ve dünyanın çok önemli bir bölümünde hâkim hale gelen sosyalist rejim, kapitalist blokta ABD öncülüğünde yeni bir düzen arayışına yol açmıştır.
ABD, savaş sonrasında elbette kendi stratejik hedefleri doğrultusunda sömürgelerin bağımsızlıklarını elde etmelerini savunmuş; Bretton Woods’ta temelleri atılan ve doların egemenliğine dayanan yeni uluslararası para sistemi üzerinden de kapitalist sistemdeki önderliğini perçinlemiştir.
Koç, bir kısmını açtığımız söz konusu gelişmeleri önceden öngörmüş ve Amerika ile iş ilişkileri kurmaya karar vermiştir. General Electric, U.S Rubber, Oliver ve Burroughs gibi şirketlerin Türkiye temsilcilikleri bu süreçte alınmıştır.
Doğan Avcıoğlu, “Türkiye’nin Düzeni” isimli kitabında Koç’un birçok yabancı firmanın mümessilliğini yaptığını bunlarla sanayi ortaklıkları geliştirmek istediğini ancak zaman içerisinde ithalat, iç ticaret ve mümessilliğin sanayiden çok daha ağır bastığını yazmaktadır. Savaş dönemi ve sonrasında kurulan bu ilişkilerde mobil gazdan, büro ve inşaat malzemelerine, traktörden, sıhhi tesisata, cam ve demire, seyahat acentacılığından, elektik, levazım ve ev aletlerine uzanan geniş bir alanda üretimden ziyade ithalat, distribütörlük, toptancılık ve perakendecilik faaliyetleri ön plana çıkmıştır.
Bu dönemde izlenen ithal ikameci, ticaret ve gelişme stratejisi veya montaj sanayi Koç tarafından coşkuyla karşılanmıştır. Özellikle dayanıklı tüketim malları üreten işletmeler hemen bütün girdi ve parçaları dışarıdan temin etmiş ve montaj yoluyla birleştirerek nihai ürüne dönüştürmüştür. Bu yönüyle süreç, montaj sanayii içinde hem ticari sermayenin hem de sanayi sermayesinin karakteristlerini barındıran bir özelliktedir.
Kimi yorumlara göre, montaj sanayi aslında ticari sermayenin sanayi sermeyesine dönüşümü evresini gayet iyi ifade eden bir kavramdır. Bu dönemde Sanayi Bakanlığı, 1963’te “Montaj Sanayii Talimatnamesi”ni yayınlamış, otomotiv, buzdolabı, radyo, TV, elektrikli süpürge gibi (genellikle Koç grubu tarafından üretilen) ürünler talimatname kapsamına alınmıştır. Talimatnamenin amacı, montaj aşamasındaki sanayi kollarını ithalat kotalarıyla korumak ve yerli girdi üretimini artırmaktır.
Bu döneme kadar Koç ailesi gibi diğer Türk burjuvazi de ticaretle, yabancı firmaların yurtdışında ürettikleri malların ithalat tekelini ellerinde bulundurma yolunu izlerken izleyen yıllarda aynı malları içeride kendisi üretmeye (montajlamaya), toptan dağıtımını ve perakende satışlarını da kendisi örgütlemeye başlamıştır.
İç pazarda tekelci konumunu bu dağıtım ağı yoluyla daha da derinleştiren Komprador büyük burjuvazi, yabancılarla kurduğu ortaklıklar sayesinde taşradaki/Anadolu’daki orta ve alt ölçekteki sermayeyi de hiyerarşik bir yapı içerisinde kendisine bağımlı hale getirecektir.
“Koç’u Koç yapan Musevi ortaklarıdır…”
- Paylaşım Savaşı’nı takip eden yıllarda Koç artık Türkiye’nin en zengin kişilerinden bir tanesidir ve gerek içeride gerekse de dışarıda koşullar sanayi yatırımlarına ağırlık vermek için uygun hale gelmiştir.
General Elektrik Türk-Koç iştirakiyle açılan ampul fabrikası ilk Türk-yabancı sermaye ortaklığı olmuştur. Koç’un bu gelişiminde, sermaye birikimlerinde gayr-i Müslümlerin el konulan varlıkları önemli bir yer tutmaktadır. Koç ele geçirdiği varlıkların yanı sıra insan faktörüne de odaklanmıştır. Söz konusu yağma ve talanın yanında, gasp ettikleri sermeye gruplarının deneyimlerini kendi hanesine eklemesini de bilmiştir. Koç, yabancısı, deneyimi olmadığı pek çok sektörde gayr-i Müslimlerin bu birikimine dayanmıştır.
Devlet sektörünün yanısıra çok uzun süre boyunca Koç, gayr-i Müslim sermaye sahipleri, tüccar veya sanayicilerle ilişkilere önem vermiş, alanında başarılı olmuş çok sayıda azınlık mensubunu şirketinde önemli mevkilerde konumlandırmıştır.
“Koç’u Koç yapan Musevi ortaklarıdır” ifadesi de buradan çıkmaktadır. Bunların içinde en önemlisi hiç şüphe yok ki Koç’la 44 yıl boyunca birlikte çalışan Bernard Nahum’du. Holding’te İdare Meclis Üyeliği ve otomotiv grubu Genel Koordinatör Yardımcılığı görevlerinde bulunan Nahum, holding bünyesindeki birkaç büyük şirketinde yönetim kurulu üyesi pozisyonunda çalışmıştır.
İsak de Eskenaziz, İsrail Menaşe, Berti Kamhi, Karabet Kalusyan, Albert Erol, Viktor Bali, İshak Alaton, Eloi Blanchet, Valantino Kopri, Davut Sarfati, İshak Melek, Mois İşman, Viron Nefteci, Nubar Yağcıoğlu, Uziel Arditti, gibi isimler holdingin ve bağlı şirketlerin üst kademe yöneticileri arasındadır.
Topluluğun çok sayıda yabancı firmayla mevcut ilişkileri nedeniyle holdinge bağlı şirketlerin yönetim kurullarında sıklıkla yabancı üyeler bulunuyordu. Avcıoğlu’nun sözünü ettiğimiz kitabında verilen bilgilere göre, Türk General Elektrik, Türk Siemens Kablo ve Elektrik Sanayinde sekiz kişilik yönetim kurlunun beşi yabancıdır. O dönemde İzocam, Cedko, Oto-Yol, Simko, Aygaz, Mobilgaz, Ankara Gaz Satış, Gaz Aletleri gibi topluluk şirketlerinde en az bir yabancı yönetim kurulu üyesi grev yapmaktadır.
Sermaye Birikimi, Holdingleşme ve Dünyaya Açılma!
Türk ekonomisinde büyük özel sektör kuruluşları/işletme grupları ancak 2. Paylaşım savaşından sonra daha etkin hale gelmeye ve önemli roller oynamaya başlar.
Türkiye’de bugünkü büyük işletme gruplarının Çukurova, Sabancı ve Koç gibi sadece önde gelen birkaçının kökleri 1920’lere veya 1930’ların ilk yıllarına kadar uzanmaktadır. Türk burjuvazinin özellikle de bahsini ettiğimiz dönemle birlikte elde ettiği birikimler 60’ların sonları 70’lerde holdinglerin ortaya çıkmasını da beraberinde getirmiştir. Bu durum sanayi ve ticaret sermayesinin mali sermaye ile birleşmesi ve daha fazla merkezileşmesi, yoğunlaşması anlamına gelmiştir.
Holding yapısı, “resmi ya da gayri resmi yollarla birbirine bağlı firmalar topluluğu” şeklinde tanımlanan iş grubu” (business groups) formunun Türkiye’ye özgü bir türüdür. ABD’nin “conglomerate”lerini, Japonların “keiretsu”larını, İngilizlerin yatırım holdingleri ve vakıflarını, Güney Kore’nin “chaebol”larını ve Latin Amerika’nın “grupos”larını işletme gruplarına örnek olarak göstermek mümkündür.
Tarihsel süreçte holding sistemi ilk kez ABD’de Du Pont ve General Motors gibi büyük firmalar tarafından çeşitlenme sonucu ortaya çıkan işlem maliyetlerini azaltmak amacıyla uygulanmıştır. Vehbi Koç, holding yapısını şirketlerini kolayca koordine edebilmek, çifte vergilendirmeyi önlemek ve şirketlerinin sürekliliğini sağlamak için benimsediğini belirtmektedir.
Uluslararası Ticaret Odası, 1987’de “Yılın İşadamı” ilan ederken Koç’u Türkiye’de holding kuran ilk kişi olarak nitelendirmiştir.
Koç’un ardından Sabancı ve Elginkan 1967’de, Yaşar ve Hürriyet 1968’de, Mengerler ve Anadolu Grubu 1969’da, Eczacıbaşı ve Kutlutaş 1970’de, Kale Profilo, Trastürk ve Tekfen 1971’de, Alarko, Borusan, Çukurova, Sapmaz Grubu ve Enka 1972’de holding yapılanmasını benimsemiştir.
Koç Holding’e dair kısa bir bilanço vermek gerekirse; Koç Holding son dönemde (2012 itibariyle) Avrupa’da Grundig, Türkiye’de Tüpraş, Yapı-Kredi ve Tansaş gibi sektörlerinde çok önemli isim yapmış markaları bünyesine katarak adeta sınıf atlamıştır.
Şirketin cirosu 2002 ve 2006 yılları arasında 10 milyar TL’den 51 milyar TL’ye ulaşırken 2011’de bu rakam 75.7 milyara ulaşmıştır. Bugün Türkiye’nin en büyük ve en karlı şirketleri Koç’a bağlı durumdadır. Son beş yılda dolar bazında ortalama olarak % 31’lik bir büyüme oranı yakalayarak Türkiye’nin en büyük sermaye grubu ünvanını pekiştirmiş durumdadır.
İstanbul Sanayi Odası (İSO)’nun 500 büyük sanayi kuruluşu sıralamasında ilk 10’da yıllardır 5 adet Koç Holding şirketi sürekli olarak yer almaktadır.
2011 sonu itibariyle Koç Holding’e ait şirketlerin kombine cirosu Türkiye’nin milli gelirinin % 11’ini Koç şirketleri yapmaktadır. Dünyada Ar-Ge’ye en fazla harcama yapanların başında Koç Grubu gelmektedir.
Global Fortune 500 listesinde sürekli yükselerek 2007’de 186’cılığa 2008’de 14 basamak birden atlayarak 172. sıraya yükselmiştir. Şu anda ise 250 şirketin içindedir.
Koç Holding, Fortune dergisinin 2012 yılı araştırmasına göre, enerji kategorisinde “Dünyanın En Beğenilen Şirketi” olmuştur. Alman ekonomi gazetesi Handelsblatt’ın hazırladığı listeye göre, 2007’de Avrupa’nın en büyük halka açık 46. şirketi konumundadır.
Toplam ciro ve karının % 25’i ihracat ve yurtdışı yatırımlarından gelmektedir.
Örneğin, Koç’un kurumsal bağlantıları sayesinde Türkiye Ford, Citroen, Fiat ve Peugeot gibi uluslararası markaların bölgesel üretim merkezi haline gelmiştir.
Koç Grubu, Romanya ve Rusya pazarından sonra yakın dönemde Arçelik(Beko) ile Çin piyasalarına da girmiştir. Şirketin “28 ülke 74 bin çalışan” sloganı bu dönüşümü özetlemektedir. 25.000 bayi, 100’in üzerinde yan sanayi ve fason tedarik şirketi ile sözleşmeli köylüleri de eklediğimizde şirketin 500.000 civarındaki bir insan gücüne kumanda ettiği görülmektedir. (Devam Edecek)