Son zamanların en kaliteli dizisi Şahsiyet konusu ve çarpıcı aforizmaları ile izleyiciyi daha ilk bölümden itibaren kendine çeken başarılı bir yapımdı. Dizi çok kısa sürdü; 12 bölüm oynadı ve bitti. Ancak “muhtevası” itibariyle izleyicide yarattığı etki kalıcı oldu.
Şahsiyet, bir “Türkiye gerçeği” olarak izleyicinin karşısına çıktı. Konusu öylesine gerçek ve çarpıcıydı ki diziyi sadece “sayın seyirciler” olarak izlemedik; izlerken öfkelendik, yumruklarımızı sıktık, ağladık, sevindik, rahatladık… Şahsiyet, Türkiye gerçeğini bir tokat gibi yüzümüze vurdu: “patriarkal kapitalizm”.
Bu kısa yazıda dizinin düşündürdükleri üzerine kalem oynatmaya çalışacağız. Ayrıca bazı eleştirel notlar da düşeceğiz.
Şahsiyet’teki “egemen sınıf”
Şahsiyet dizisinde hem her yerde olan hem de hiçbir yerde olmayan bir gerçeklik var; “egemen sınıf” gerçekliği. Buna devlet artı sermaye gerçekliği de diyebiliriz; dizide bu iki gerçekliği birbirinden ayrıştırmak neredeyse imkânsız.
Kambura’nın “sahibi” Cemil Havran’ın sadece kapitalist olduğunu söyleyebilir miyiz? Ya da sadece “derin devlet”? Hayır, Cemil Havran dizide hem sermayedir hem de devlettir.
Bir başka açıdan Cemil patriarkal kapitalizmi temsil etmektedir dizide. Buraya birazdan döneceğim, ama önce şu hem her yerde olan hem de hiçbir yerde olmayan “şey” ile ne demek istiyoruz açmaya çalışalım.
Dizide “egemen sınıf” her yerdedir: Kambura’nın faşist esnafıdır ve “serserileri”dir (“küçük burjuvazi”); Cemil Havran’dır; Çingenelerin evini yakanlardır; meşaleyi atandır; taşı atandır; cinayete kurban giden tecavüzcülerdir; kafasına kurşunu yiyen ağır ceza hâkimidir; yastıkla boğularak öldürülen öğretmendir; karısını hunharca katleden tamirci Tufan’dır…
Görüldüğü gibi çok kalabalık bir “kitle” var karşımızda. Egemen sınıfın görünür yüzüdür bunlar.
Bir de “hiçbir yerde olmayan” egemen sınıf gerçekliği vardır: Başkomiseri açığa alan üst katlardaki “görünmez el”dir mesela; ya da gerçeklerin peşinde koşan gazeteciyi arabasında patlatıp öldüren “güç”tür; yahut da pavyonda kadınlarla basılan “savcı bey”in dahi bilemediği görünmez bir “üst akıl”dır bu gerçeklik.
Cinayet dosyasına “yukarılardan” bir yerden müdahale edilmektedir, ama bu müdahalenin “kim” tarafından yapıldığı ya da müdahalenin “nereden” geldiği bilinmemektedir.
Yukarılarda, erişilmez bir yerdedir bu “gerçeklik”.
Dizide egemen sınıf “hem her yerdedir hem de hiçbir yerdedir” derken bunu kastetmiştik.
•••
Şahsiyet’te Cemil Havran karakteri bu egemen sınıfın “bedenleşmiş” hali olarak karşımıza çıkıyor. Cemil, ayrıca küçük burjuvazideki “kolektif nevroz”un da bedenleşmiş halidir. Ama Cemil bir küçük burjuva değildir! O hem bir kapitalisttir; emek süreci üzerinde kontrol sahibi olan sermaye gerçekliğidir. Hem de “yerel”deki “küçük burjuvazi” temelinde kendine bağlı bir faşist çeteyi örgütlemekte ve buna komuta etmektedir.
Faşizm artı sermaye tek bir “beden”de birleşmiştir.
Polis Nevra ve Agâh Bey
Ne var ki dizi bize “çatlak”taki “sızıntı”ya dair de bir şeyler gösteriyor: Polis Nevra ve emekli zabıt kâtibi Agâh Bey. Bu iki karakter “çatlak”taki “sızıntı” gibidir, çünkü karşımızda duran heybetli ve ürkütücü egemen sınıf (“patriarkal kapitalizm”) bir şekilde kendi çelişkisini doğurmuş ve ortaya “başkaldıran” vicdan sahibi iki “iyi insan” çıkarmıştır! Agâh Bey ve polis Nevra, egemen sınıfın başını ağrıtacak iki “ayrıksı” karakter olarak resmediliyor Şahsiyet’te. İkisi de “iyi insan” olmak isteyen, bunun için de karşılarına “kötü insanları” alan karakterler.
Dizide Nevra bizlere, kadın arkadaşlarından farklı olarak niçin bir sigorta şirketinde, maliye bakanlığında ya da bir bankada çalışmadığını açıklıyor.
Kendisine “sen niye faşist oldun?” diyen sözde devrimci kadın arkadaşına karşı içindeki fırtınayı şöyle gösteriyor: “Neden senin gibi üniversitede devrimcilik oynayıp sonra da zengin bir herif bulup hiç çalışmadan kıçımın üstüne oturmadım? Söyleyeyim, canım istemedi! Benim canım bir şeyler yapmak istedi, gerçek bir şeyler…”
Zabıt kâtibi Agâh Bey ise, Reyhan’ın tuttuğu günlükleri defalarca okumuş ve vicdanının sesini dinleyerek atağa geçmiştir. Agâh Bey aslında “seri katil” değildir! Toplumdaki cinnet durumunun ete kemiğe bürünmüş hali olarak çıkıyor karşımıza Agâh Bey.
İşlediği cinayetlerin bilhassa gençler arasında sempatiyle karşılanması manidardır. Agâh Bey, cinnet durumundaki kişilerin sempatisini kazanacak bir “iş” yaptığı içindir ki, tek tek cinnet durumları tek bir bedende birleştiğinde Agâh Bey bir “seri katil”e dönüşmüş oluyor.
Yani “Türkiye’de insanlar seri katil olmaz” belki ama tek tek insanlar Agâh Bey gibi bir “beden”de bir araya geldiğinde cinnet durumundaki insanlar tek bir kişide seri katile dönüşmüş olur!
İşlenen cinayetlerin “sorumlusu” kimdir peki? Agâh Bey mi? Tom Jones’un “Not Responsible” (“Sorumlu Değilim”) şarkısında Agâh Bey’in elindeki silahı mikrofon yaparak dans ettiği sahneyi hatırladık mı? Şarkının ilk sözleri şöyledir: “Yaptıklarından ötürü sorumluluk hissetmediğin hiç olmuş mudur?” Şarkının sözleri ve Agâh Bey’in işlediği cinayetlerde sorumluluğun kendisinde olmadığı bu sahnede kanımca çok iyi verilmiş. Dizinin 2. Bölüm’ünde şöyle diyecektir Agâh Bey:
“Zaten ben bir şey yapmadım ki, sen yaptın, siz yaptınız… hepiniz!”
•••
Dizinin sonunda polis Nevra ile Agâh Bey’in buluştuğu yer Cemil Havran’dır. Cemil bir “düğüm noktası”dır; bütün “kötülükler”in bağlandığı yerdir.
Dizinin postmodern mesajı
Şahsiyet, egemen sınıfın (ya da patriarkal kapitalizmin) bütün “pisliklerini” teker teker yüzümüze çarpıyor. Çarpıyor ama “çözümü” sanki ele silah alıp bütün “kötüler”in öldürülmesi olarak gösteriyor gibidir.
Hâlbuki baktığımız yere, konumlandığımız noktaya göre Cemil Havran’lar da birer “sülük”tür; bunlar da “birileri”nin “kanı” ile beslenmektedir. Sözgelimi Cemil’i Cemil yapan, ona bakan ve okutan Kambura’dır, Kambura sakinleridir. Hatta zamanında Cemil’in dershane parasını yatıran kişi Agâh Bey’dir! İşin ironisi şudur ki, Agâh Bey yıllar önce dershane parasını yatırdığı kişiyi yıllar sonra öldürme listesine almıştır; çünkü Cemil bütün kötülüklerin bağlandığı bir “düğüm”dür.
•••
“Sülükler”in yaşam alanı olarak bütün bir yeryüzü ve gökyüzünün toptan değişmesi gerekmez mi? Her şeyin yeni baştan inşa edilmesi? Dizinin “postmodern mesajı” ve zayıf noktası kanımca biraz da burada yatıyor: Yeri ve göğü değiştirmek de ne demek, al eline silahı ve bütün “kötüleri” öldür…
Şahsiyet’te okuyabildiğimiz “mesaj” bu.
“Kambura” gerçekliği ancak bir demokratik devrim ile; yerin ve göğün altüst edilmesi ile değiştirilebilir! Dizi elbette bunu göstermiyor, bunun yerine “iyilik” sosuna bulanmış bir insani-vicdani başkaldırıya göz kırpıyor. Bunun “kötü” bir şey olduğunu söylemiyorum elbette; ama demokratik devrim gibi radikal-devrimci bir dönüşüme gözlerin kapatılması da affedilemez.
Kaynak: Birgün. 16 Eylül 2018