Biz dövizdeki son bir haftadaki sert iniş çıkışları yorumlamakla meşgulken, “varlık barışı” kapsamında “Varlık Barışında Önemli Değişiklik” başlığıyla yeni bir düzenleme yapıldı ve Resmi Gazete’de yayımlanarak hayata geçirildi[1].
Siyasal iktidara göre, “ülke dış güçlerin ekonomik kuşatması altında, bu nedenle de bir ekonomik savaş veriliyor. Bu saldırıyı savuşturabilmek için her türlü kaynağı harekete geçirmek gerekiyor.”
Bu bir görüş, daha ziyade büyük medya tarafından da sürekli olarak anlatılan resmi görüş. Bu nedenle de yapılan bu düzenlemenin önce bu görüş bağlamında yorumlanması gerekiyor.
Diğer yandan bu görüşü bir kenara bırakıp, Türkiye ekonomisindeki son günlerde yaşananları ekonomi ve siyaset bilimi araçlarıyla ele aldığımızda bu düzenlemenin iki amacının olduğu ileri sürülebilir.
İlk olarak, ülkedeki kaynak açığı o denli büyüdü ki, dövize olan ihtiyaç o kadar fazla ki hükümet üçüncü kez yurt dışındaki TC vatandaşları ve şirketlerin servetlerini ülkeye getirerek bu açığın en azından bir kısmını kapatmak istiyor.
Resmin büyüğü
O halde resmin büyüğüne bakalım: Ülkenin cari açığı yıllıkta 57 milyar doların üzerinde seyrediyor. Dahası bu açığın finansman biçiminde ciddi bir kötüleşme var. Yani dış finansman kalitesi kötüleşti.
Öyle ki Ocak-Haziran 2018 döneminde cari açığın dörtte biri Merkez Bankası’nın döviz rezervleriyle, %27’si ise “net hata ve noksan” kaleminde gösterilen kaynağı belli olmayan dövizlerle kapatıldı. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının payı ise %15’te kaldı (oysa 2012-2017 ortasında bu pay ortalama %31 idi). Yani Türkiye ekonomisi uzun vadeli yabancı yatırımlar açısından artık cazip bir ekonomi değil.
Bu son düzenleme bize, son iki yıldır cari açığı kapatmada yeniden ön plana çıkan Merkez Bankası’nca tutulan ödemeler bilançosu hesaplarında yer alan “net hata ve noksan” kalemini hatırlatıyor.
Bu kalem ülkeye sebebi belirsiz döviz girişlerini gösteriyor. Bu örneğin 2016 yılında 11 milyar dolara kadar çıkarak cari açığın üçte birini fonlayabilmiş, keza bu yılın ilk 6 ayında 8 milyar doları aşan ve büyük ölçüde iktidarın kontrolü dahilinde olduğu tahmin edilen bir kaynak.
Vergi cennetlerindeki milyar dolarlar
Yeni düzenleme ise buna paralel bir biçimde yurt dışındaki ama daha ziyade vergi cennetlerinde tutulan servetlerle ilgili.
Bir uluslararası çalışmaya göre çalışmaya göre[2] TC vatandaşları bireylerin ve tüzel kişiliklerin yurtdışında tuttukları bu servetin tutarı Türkiye milli gelirinin beşte biri büyüklüğüne erişti (150-170 milyar dolar).
İşte yeni düzenlemeyle bu paranın (tamamı olmasa da) belli bir kısmı ülkeye getirilmek ve böylece iktidarın “ekonomik savaşı savuşturma” söylemi altında döviz kuru üzerindeki baskının azaltılması, fonlanması çok zora giren büyük alt yapı projelerinin fonlanması hedefleniyor olabilir.
Kara para aklama?
Diğer yandan bu yorum çok iyimser görülebilir. Çünkü düzenlemenin daha önce yine AKP iktidarları sırasında çıkartılmış iki düzenlemelerden farkı sadece hiç vergi alınmayacağı ya da vergi incelemesi yapılmayacağı değil.
Şöyle ki; Gelir İdaresi Başkanlığı’nın “Vergi ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 7143 Sayılı Kanun Genel Tebliği’nde (seri No: 3) Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliği” Resmi Gazete’de yayımlandı. Buna göre:
Yurtdışında bulunan varlıkların Türkiye’deki banka ya da aracı kurumlarda açılacak hesaba transferi işlemlerinde, bildirimde bulunan hesap sahibiyle yurtdışından varlığı transfer edenin farklı kişiler olması halinde de vergi incelemesi ve vergi tarhiyatı yapılmayacak.
Yani artık yurtdışındaki servetini beyan eden ile bizzat bu serveti (örneğin banka hesabı üzerinden) transfer edenin aynı kişi ya da şirket olma zorunluluğu ortadan kaldırılıyor.
Böylece örneğin Veraset ve İntikal Vergisi’ne (VİV) göre intikal yoluyla aktarılan servetler vergi dışı tutulabilecek (bu gelişme bir süredir VİV’nin neden kaldırılmak istendiğinin de kısmi bir açıklaması niteliğinde).
Bu tam anlamıyla bir kara para aklamayla sonuçlanabilir. Böylece vergi cennetlerinde tutulan rüşvet, mafyatik faaliyet ve her türlü vergiden kaçırılan kazançlar da dahil olmak üzere, normalde Ceza Kanunu gereği suç teşkil eden kazançlar aklanmış olacaktır.
Bu düzenleme kriz dönemlerinin büyük para sahipleri için nasıl bir fırsata döndürüldüğünün en güzel göstergesidir. 2004 yılında “nereden buldun” uygulamasına son veren anlayışın geldiği son noktadır.
“Ekonomik savaşı savuşturmak” gerekçesine dayanılarak da olsa böyle bir düzenleme kara para aklama ile sonuçlanabilir.
Oysa onlarca milyar dolarlık servetin ülkenin bu denli kaynağa ihtiyacının olduğu bir zamanda neden yurtdışında tutulduğu sorgulanmalıdır.
Yine böyle servetlerin nasıl elde edildiği, kimlere ait olduğu ve neden vergi incelemesine tabi tutulmayacağı, bu servet sahiplerinin neden vergilendirilmeyeceği sorgulanmalıdır.
Borsa ve DİBS (Hazine kağıtları) gelirlerinden yerli yabancı ayırımı da yapılmaksızın sıfır vergi alınan, on milyonlarca lira ya da döviz cinsinden faiz geliri elde edenlerin en fazla %13-15 oranında vergilendirildiği, buna karşılık bir asgari ücretlinin ödediği verginin %15’in üzerinde olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Yeni düzenleme ile yurtdışındaki servet sahiplerinin servetlerinin aklanarak ülkeye getirilmesi sırasında, buna izin verilmesi, hiç vergi alınmaması ve vergi incelemesi yapılmayacağı garantisi verilmesi (siyasal iktidarın faiz lobisine karşıtlık iddiasının aksine) sadece faiz politikalarının değil, vergi politikalarının da finans sermayenin kontrolüne girdiğinin, kriz fırsatçılığının devreye girdiğinin açık bir ispatıdır.
Finansal piyasalarda büyütülmüş böyle servetler ülkenin karşı karşıya kaldığı ekonomik darboğazları ortadan kaldırmaktan, spekülatif atakları önlemekten ziyade, yüksek kâr ve politik rant içeren iş ve projelerde, sonuçta daha fazla servet biriktirmek için kullanılacaktır. Bu arada mevcut ekonomik adaletsizlikler artarken, ülke finansal krize bir adım daha da yaklaşacaktır.
Dipnotlar:
[1] Vergi ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 7143 Sayılı Kanun Genel Tebliği’nde (seri No: 3). [2] Annette Alstadsæter, Niels Johannesen and Gabriel Zucman, “Who Owns the Wealth in Tax Havens?, Macro Evidence and Implications for Global Inequality”, (27 December 2017), s. 28.Kaynak: 21 Ağustos 2018. Sendika.org