Çok dinli, çok kültürlü ve çok dilli Osmanlı İmparatorluğunda Müslüman olmayan halka yönelik baskı, zulüm ve katliam politikaları devletin geleneksel bir yaklaşımını ifade ediyordu.
Osmanlıyı bir arada tutan temel harçlardan biri olarak kullanagelen İslamiyet etrafında şekillenen din birliği parantezinin dışında kalan, ulus ve milliyetlerin payına hemen her dönem çeşitli biçimler alsa da nihayetinde acı, sürgün ve ölüm düşmüştür. Osmanlı devlet kademelerinde herhangi bir görev almaları yasaklanan askere de alınmayan Müslüman olmayan ulus ve milliyetler ağırlıklı olarak zanaatkarlık ve ticaretle uğraşmışlar, edebiyat, kültür, sanat, müzik ve yazın alanında önemli üretimlere imza atmışlardır. Bugün Türk halk kültürü, edebiyatı olarak anılan eserlerin çok önemli bir bölümünün sözünü ettiğimiz kesimler tarafından üretildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Her şeye karşın Osmanlının ötekileştirilenleri olarak bu coğrafyada yaşamaya devam edegelen Ermeni, Rum, Süryani, Keldani ve Yahudiler için sonun başlangıcı Osmanlı’nın gerileme dönemine girmesiyle başlar.
Kapitalizmin dünya ölçeğinde gelişmesi ve 1900’lerin başından itibaren Emperyalizm aşamasına geçmesiyle yeni bir dönem başlar. Bu dönem bir yandan sermayenin akınına diğer yandan kapitalistler arasında yeni pazar savaşlarına sahne olmuştur. Bu dönem-1800’lerin ortalarından itibaren- aynı zamanda uluslaşma(Kapitalizmin şafağında) hareketleri, eğilimlerinin tüm dünyaya yayıldığı bir dönemdir.
- Paylaşım savaşının temel nedenlerinden biri olan Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki hakimiyet savaşı, bu uluslaşma sürecini hızlandıran bir rol oynamıştır. Osmanlının Alman emperyalizminin saflarında, uyduruk gerekçelerle Enver, Talat ve Cemal üçlüsünün bir ali-cengiz oyunuyla savaşa girmesi, imparatorluk sınırlarında yaşayan tüm ulus, milliyet ve halklar için yeni, acı ve ölümlerle dolu bir sürecinde başlangıcı olacaktır. Müslüman olmayan ulus ve milliyetler ise bu dönemin en büyük mağdurları olacaktır. Savaşa giren Osmanlının yıkıntıları arasında devleti ayakta tutmayan çalışan İttihatçılar da dönemin getirdiği uluslaşma, milliyetçilik akımının dışında kalamazdı. Nihayetinde özellikle de iktidara tam olarak yerleştikten sonra İttihatçılar, gelişmelerin ana yönünü görmüş ve buna ilişkin hazırlıklara girişmişlerdir. Kendi içinde belli aşamalar geçiren bu çabanın sonu, devletin Türk etnik kimliği ve İslam inancı temelinde yeniden inşa edilmesi olmuştur. İttihatçılar, 1. Paylaşım savaşının hengamesinde, savaşın olası sonuçlarını hesaba katarak geniş kapsamlı bir etnik temizliğe, soykırıma girişmişlerdir. Devletin yeni bir topluma, ulusa ihtiyacı vardır. Müslüman olmayan ulus ve milliyetlerin ise bu dünyada yeri yoktur.
1880’lerin sonu 1900’lerin başından itibaren Ermeni ve Rumlara yönelik artan saldırı ve katliamların, baskı ve tehditlerin arka planında bir kısmını açmaya çalıştığımız söz konusu nedenler vardır. Nihayetinde 1. Paylaşım savaşıyla birlikte İttihatçılar emellerini gerçekleştirmek için uygun fırsatı bulacaklardı.
Ortaya çıkan tablo ise tek kelime ile korkunç olacaktır. 1.5 milyonu aşkın Ermeni, Rum, Süryani, Keldani ve Yahudi’nin sürgün yollarında, açlık ve kıtlıktan telef olduğu; bizzat İttihatçılar tarafından yönlendirilen çeteler tarafından katledildiği, Ermenilere ait tüm değerlerin yerle bir edildiği, deyim yerindeyse bu kesimlerin coğrafyadan kılıç ve bıçakla kazındığı bir gerçek açığa çıkacaktır. Soykırımından kurtulup hayatta kalabilenler ise zorla Türkleştirilecek ve Müslümanlaştırılacaktır. Ermenilere yönelik politikalarla İttihatçılar dünyaya Soykırım kavramını armağan ederek, dünya halkları nezdinde asla unutulmayacak kanlı bir tarih bırakmışlardır.
Değişmeyen Devlet Politikası
Osmanlı İmparatorluğu altında yüzyıllardır can çekişen Ermeniler dünyada esen uluslaşma sürecine en hızlı tepki veren topluluklardan olmuşlardır. Ermeniler, Ortadoğu, Asya ve Kafkaslar ile Avrupa’nın pek çok yerinde örgütlenmeye, çeşitli siyasi organizasyonlar etrafında bir araya gelmeye başlamışlardır. Buna paralel Ermenilere yönelik katliamlarda devam etmiştir.1891 yılında Bitlis yöresinde Abdülhamid’in Hamidiye Alayları ve yerel Kürt çeteleri Ermeni mallarını ve mülklerini gasp ediyorlar, ailelerini taciz ediyorlardı. 1894’te de Muş Vilayeti’ne bağlı Sasun’da patlak veren Ermeni isyanı, kısa sürede Urfa, Mardin ve tüm bölgeye yayıldı. Müslüman ahali ile merkezi ordular işbirliği halinde Ermenileri kılıçtan geçirdiler, binlerce Ermeni katledildi. Cesetlerin çukurlara doldurulup yakılması yüzünden hiçbir zaman gerçek sayı ortaya çıkmadı. Bir yıl sonra(1895) Trabzon’da Müslüman-Türk ahalinin saldırılarından kaçmak için 2-3 bin civarında Ermeni konsolosluklara ve okullara sığındı. Britanya’nın Trabzon Konsolosu Longworth merkeze yazdığı raporda, “Trabzon’da pek çok sessiz ve savunmasız insanın bu şekilde yok edilmesini Asya Türkiyesi’ndeki seri olayların ilki” diye yazmıştı. Longworth’a göre olaylarda toplam 507 Ermeni ölmüş, 5.197 kişi göç etmiş, 1.510 ev ve dükkân yağmalanmış, 320 ev ve dükkân yanmıştı. Türk tarafının kaybı ise 16 kişi olup, Trabzon’da Müslümanlara ait 162 dükkân, Gümüşhane’de ise 70 dükkân yağmalanmıştı. Katliamda üçte Rum ölmüştü.
Hınçak Partisi etrafında toplanan Zeytun(lu) (Maraş-Süleymanlı), Fırnız, Keban, Sis, Landok, Karamanlı, Döneke, Sivilli köylüleri öz savunma yaparak, 1895 yılı sonbaharında harekete geçer. Civar vilayetlerdeki Ermenilerin de katılmasıyla isyancıların sayısı 15 bine ulaşır. Osmanlı kısa sürede harekete geçmiş ve bölgeyi kuşatma altın alınmıştır. Uzun müzakerelerden sonra 11 Şubat 1896’de taraflar arasında bir barış anlaşması imzalanır.
Daha küçük çapta da olsa, Eğin, Develi, Akhisar, Erzincan, Gümüşhâne, Bitlis, Bayburt, Maraş, Urfa, Erzurum, Diyarbakır, Siverek, Malatya, Harput, Arapgir (Arapkir), Sivas, Merzifon, Antep, Maraş, Muş, Kayseri, Yozgat’ta da Ermenilere yönelik saldırı ve katliamlar yaşandı. 1894-1895 arasındaki tüm çatışma ve katliamlarda Ermeni kayıpları, Ermeni Patrikhanesi’ne göre 300 bin, yabancı konsolosluklara göre 100 bin ila 200 bin arasında değişiyordu.
Abdülhamit’ten İttihatçılara, Ermenilere yönelik saldırı ve katliamların yeni bahanesi her gün gelişen ve büyüyen siyasi çalışmalar, talepler olacaktır. Nitekim tarih Nisan 1909’u gösterdiğinde Adana’da büyük bir Ermeni katliamı yaşanacaktı. Bu katliam 1915 soykırımının provası niteliğindedir. Tamamen söylentilerle başlayan katliamda 30 bin Ermeni öldürüldü.
Musa Dağ’ın Kalbinde Soykırıma Meydan Okuyan Birkaç Bin Ermeni
1915’te kanlı sürgün ve katliam tablosu içinde sıradışı hikayeler de vardır. Antakya Musa Dağ’da(Ermenice Musa Ler’i) Ermenilerin Suriye çöllerine sürgün kararına karşı koyarak sergilediği direniş bunlardan biridir. Musa Dağ, Akdeniz’in doğu yakasında 1939’a kadar “özerk” bir devlet olarak varlığını sürdüren sonrasında “anavatana” katılan Antakya yakınlarında bir dağdır. Bir yanı Akdeniz’e bakan bir dağ 1. Paylaşım savaşının dehşeti içinde yaşanan 1915 Ermeni soykırımında mutlu sonla biten çarpıcı bir hikayeye sahne olmuştur.
Musa Dağ eteklerindeki altı köy(Hacıhabibli, Bityas,Yoğunoluk, Kebusiye, Hıdırbey, Vakıf,) 1915’te İstanbul hükümetinden Suriye çöllerine belirsiz bir akibete doğru sürgün emri geldiğinde emre uymamaya karar verdi. Bityasta(Batıayaz) 1050, Hacıhabibli de 1284, Kebusiye’de 1125(Büyük kısmı sürgüne gitmeyi kabul etti), Hıdırbey’de 1149, Vakıf’ta(Vakıflı) 470, Yoğunolukta 1233 kişi yaşıyordu.
Dağa çıktılar, düzenli Türk ordusunun ve çetelerinin saldırılarına karşı başarıyla direndiler. Franz Werfel tarafından “Musa Dağda Kırk Gün”(Belge Yayınları) adıyla yazılan eser bu direnişin ansına adanmıştır. Musa Dağ bir baskı ve ölüm tablosunda direnişçi dağlıların hikayesi, hayat dolu, arıtıcı bir esinti getiriyor. Tıpkı kıyıda yaktıkları ve peşlerindeki zalimlerin eline geçmesin diye yanlarında götüremeyecekleri her şeyi içine attıkları o muazzam ateş gibi
Fırtına Yaklaşıyor
Antakya antik bir şehirdir. Söz konusu dönemde evleri tek katlı ve küçüktü yolları dardı ve kaba taşla döşenmişti. Dünyada İsa Mesih’in müritlerinin Hristiyan olarak adlandırıldıkları ilk şehir olan Antakya’da 6 Nisan 1909 yılında Ermenilere yönelik bir katliam gerçekleştirilir. Bu katliamdan sonra geleceğe endişeyle bakan Ermeniler çok yakın bir gelecekte kendilerini ve uluslarını İstanbul’un iradesiyle gerçekleşen şiddete karşı savunmanın gerekeceğini düşünmeye başladılar.
1909’da hiçbir direniş göstermeden katledilenlerin akıbetine uğramaya niyetli olmayanlar hazırlandılar. Musa Dağ’dan altı gönüllü halkı silahlandırmak harekete geçtiler. Silahlar dağın eteğindeki altı köyün halkının ve direnme kararını alan, destekleyen kişiler ve dönemin Ermeni partileri tarafından satın alındılar. Musa Dağ halkı ellerindeki 1896 ayaklanması sırasında kullanılmamış silahlara da güvenebilirdi. İstanbul hükümeti 1909 katliamından sonra yaşanan zararların telafisi için mağdurlara 3000 Osmanlı altını tahsisi etti. Süveydiye’deki(Samandağ) Ermeni köylerinin bu yardımdan yoksun kalmış halkı öz savunma faaliyetleri içim mühimmat ve silahları almak içim zaten çok yetersiz olan yiyecek ve giysi masraflarından tasarruf etmeye karar verdi. 1. Paylaşım savaşı patlak verdiğinde ulaklar kapalı mektupları açma emrini ulaklara yetiştirdi. Mektuplarda seferberliğin davullarla ilan edilmesi emrediliyordu. Bu durum bomba etkisi yarattı. Musa Dağın altı köyünü muhtarları yöneticilerinden ve piskopos vekilinden tavsiye almak için derhâl Antakya’ya koştular. Bir hafta sonra Hacıhabibli’de yapılan toplantıda şimdilik emirlere uyma kararı alındı.
Diğer yandan direniş için cephane tedarikine devam edilecekti.1915 yılının ilk aylarına gelindiğinde durum giderek sertleşmeye başladı. Askeri yetkililer 45 yaşından küçük tüm erkeklerin orduda amel taburlarında yer almasını istiyordu. Bu sırada Antakya kaymakamı Maruf hükümetin kararlarının yerine getirilmesini bir kez daha isteyecekti.10 Nisan 1915’te Tışkho Kaancıyan yüzünü peçeyle gizleyip Antakya köprüsünden geçerken tutuklandı. Üzerinde üç kilo barut taşıyordu. 9 Mayıs 1915 günü askerler büyük bir güçle Musa Dağ köylerinin hemen hepsini ayrı ayrı kuşattı. Her yerde arama tarama faaliyetleri yürütüldü. Ancak bir şey bulaamdılar.26 Temmuz 1915’te Antakya’dan Kesab halkına tehcire hazırlanmaları için 3 günlük süre verildi. Aynı gün Süveydiye ve Antakya Ermenilerine de yedi günlük sürenin sonunda göç etmeleri emri bildirildi.
1 Ağustosta Antakya’nın önde gelen Ermenileri tutuklandı.29 Temmuzda Yoğunoluk’ta papaz Der Apraham’ın evinde köylerin yönetici ve ileri gelenlerinin katılımıyla bir genel danışma toplantısı yapıldı. Toplantı kesin bir karar alınmadan dağılsa da genel eğilim dağa çıkmak ve direniş yönündeydi. Toplantıya katılan Ermeni siyasi örgütleri bu eğilimin güçlenmesi için yoğun çaba sarf etti.
Ermeni Halkı Sevgili Dağına Sığınıyor
31 Temmuz’da köylüler Musa Dağın yamaçlarından yukarı çıkmaya başaldılar. Birkaç gün içinde Vakıflı, Hıdırbey ve Yoğunoluk köyleri boşaldı. Kesubiye’den sadece on yedi aile dağa çıktı. 4 Ağustosta artık bu köylerden pek çok aile dağa çıkmıştı. Halk dört farklı yerde toplanmıştı: Kızılca, Kuzcuğaz, Damlacık ve Kaplan Tuzağı.
Halkın nakledilmesi faaliyeti hallolduktan sonra savunmanın örgütlenmesi çalışmalarının vakti gelmişti. Tataralan’da bu amaca yönelik bir genel kurul toplandı. Bu genel kurula Kızılca, Kuzcuağız, Damlacık kurulları ve Hacıhabib’li ve Bityas sorumluları katıldı.
7 Ağustos’ta Osmanlı gücü saldırıya geçti. Bu ilk askeri çarpıma 6 saat sürdü.ve halkın kesin zaferiyle sonuçlandı. Onluk grupların dışında silahları ustaca kullanabilme yeteneğine sahip olanlardan seçilen en cesur, en yetenekli savaşçılardan özel bir ekip oluşturuldu. Yaşlılar ve ergenlik çağındakilere ikincil mevzilerin savunmasına bırakıldı. Ergenler farklı cepheler arasında bağ kurdular savaşmakta olan güçlere su yiyecek mühimmat haber taşıdılar. İkinci saldırı 10 Ağustosta gerçekleşti. Yaklaşık 5 bin askerden oluşan Türk gücü Hacıhabib’li tarafından Bakacık yönüne doğru saldırıya geçti. Yedi Türk binbaşısı ve yüksek rütbeli bir Alman subayı askere öncülük ediyordu. Ermeni savaşçılar dağın derinliklerine çekildikten sonra toparlandılar yeniden mevzilendiler ve karşılık vermeye başladılar. O gün sivil halka büyük zarar verildi. Halkın silah deposu daha sonra Türk ordusundan ele geçirilen Martin ya da mavzerlerle zenginleşti. Çarpışma yaklaşık 12 saat sürdü ve düşmanın kaçışıyla son buldu. Direnişçilerden üç kişi yaralandı iki kişide yaşamını yitirdi. Düşmanın bu çarpışmada kaybı yüz kişiden fazlaydı. Yaralı sayısı ise bunun üç katıydı.
Örgütsel Yönetsel Çalışmalar
Damlacık yönetimi tüm halkı bu bölgeye topladı. Damlacık büyük bir avantaj sunuyordu, deniz tam karşıdaydı. Denizin karşıda olması kurtuluş umuduyla savaşmak anlamına geliyordu.
Burada genel kurullar birleşerek genel bir idari organ oluşturdular. Bu yapı geniş yetkilere sahipti. Alt organlarını kullanarak öz savunma işini örgütleyecek dış dünyayla ilişkiye geçmek için mümkün olanı yapacaktı. Onar kişiden oluşturulan 43 manga kırk üç onbaşının yönetiminde faaliyetlerine devam ediyordu. Kontrol edilen alan 115 kilometre genişliğindeydi. Mevziler arasında hareketli olmak üzere toplam otuz kişiyle her biri on birer kişiden oluşan üç çete grubu oluşturuldu. Merkez yönetim organının emrinde ki iki tellal bulunuyordu. Güçlü ve tiz sesleriyle günlük gazete, radyo, televizyon işlevi gördüler.
Bir yandan da kurtuluş için çareler aranıyordu. Uzaktan görülebilecek büyüklükteki bir beyaz bez üzerine İngilizce kısa bir metin yazıldı ve müttefik savaş gemilerinden yardım istendi. Bu iki bayrak deniz tarafından bir zirvenin üzerine dikildi.
Savaş gemilerinin görülmesi halinde usta yüzücüler hazırlanan mektubu yetkililere ulaştıracaktı. Öte yanda mektubun bir nüshası üç yüzücü ile İskenderun açıklarında görülebilecek müttefik savaş gemilerine verilmek üzere yola çıkıldı. Ancak çeşitli girişimlere rağmen bundan bir sonuç alınamadı.
15 Ağustos günü Türk ordusu ev ona bağlı çeteler dört farklı noktadan( Kızılca, Soğukoluk/Savukuk, Damlacık, ve Yolağzı) saldırıya geçti. Komutan Fahri paşaydı. Savunmayı aşmak ve kampa doğru ilerlemek için gerçekleştirilen sayısız hücum Ermeniler tarafından geri püskürtüldü.
Halkın birlikte verdiği bir savaştı bu. Yaşlılar kadınlar ve gençler de hatları savunmak için savaşçıların yanında yerlerini almışlardı. Saldırının ikinci gününde savunma hatları düştü. Akşama doğru düşman Damalcık’ı tüfekle yaylım ateşine tuttu. Halkın ilk tepkisi umutsuzluk ve tarifsiz bir korku oldu. Ancak panik uzun süremedi. Damlacık kamp yerinde hayatını pahalıya satmak için herkes silahlanacak bir şeyler buldu. Ermeni savaşçıların şiddetli yaylım ateşi eklenince düşman durdu. Ardından ilerleyişin iki misli bir hızla arkalarında sayısız ölü silah ve mühimmat bırakarak kaçmaya başladılar. Direnişçilerden ise on üç ölü ve altı yaralı vardı.
Halkı 28 Ağustos’a kadar merkezi organ yönetiyordu. Bunun için bir sevkiyat reisliği ve birde polis kurulunun desteğini alıyordu. Tecrübeler bu güçlerin alt bölümlerinin pek pratik olmadığını gösterdi. Damlacık, merkezi yönetim kurulu dışında iki yeni yönetim organı kuruldu: Kaplan Tuzağı ve Kuzcuağız kurulları. Musa Dağda yaklaşık 45 gün süren kahramanca savaş boyunca çok sayıda irili ufaklı çok sayıda çatışmada yaşandı.
Denizden Gelen Kurtuluş
2 Eylül’de Musa Dağ üzerine yoğun bir sis indi dağlar ve vadiler yaylalar ve ormanlar toprak ve deniz bir tülün ardında gizlendi. Akşama doğru sis ağır ağır kalkmaya başladı. Gözler uzakta seyreden bir gemiyi gördü, görünen umudun ta kendisiydi. Fransız savaş gemisi Guichen’in aniden ortaya çıkışı Musa Dağ İsyanında bir dönüm noktası oldu.
7 Eylül günü Türk komutan Süveydiye çevresinde dağınık bulunan tüm güçleri topladı ve Şeyh Yurdu yönünden saldırıya geçti. Çarpışma akşama kadar sürdü. Bu arada mesaj göndererek halkı ikna çalışmalarına devam ediyorlardı.
10 Eylül akşamı Fransızların III. Deniz Filosu geleceklerine dair alınan karar konusunda isyancılar bilgilendirildi. Musa Dağlılar Port Said’e nakletmek için kurtuluş sahilinde beş Fransız gemisi demir atmıştı: Guichen, Desaix, D’Estrees, Amira Charner ve Foudre.
Kurtarma sandalları operasyon 12 Eylül’de başladı. Bütün halk filoya sığındığında savaşçılar gemilerin komutanlarından kıyıda ve dağın yamaçlarında topladıkları hayvanlarına ateş etmelerini rica ettiler, düşmanın işine yaramasını istemiyorlardı. Komutan bir yaylım ateşi emri verdi.13 Eylül pazartesi halk gemilerin güvertelerinde toplanmış gözlerinde yaşlarla siste büyülü bir düş gibi yavaş yavaş kaybolan sevgili dağına bakıyordu.16 Eylülde zırhlısı Port Said(Mısır) önünde demir attı.
Musa Dağ’da yaşananlar, bu toprakların kadim halkından biri olan Ermenilerden bize kalan bir umut ve direniş mirası olarak canlılığını koruyor. Musa Dağ direnişi, soykırımla yok edilmek istenen bir halkın buna karşı verdiği kahramanca direnişin çarpıcı örneklerinden biri olarak Ermeni halkının bilince tazeliğini koruyor!
Kaynak: Musa Dağ Direnişi/Aras Yayıncılık, Eylül 2017
1915 Kıyımında Bir Zafer Öyküsü: Musa Dağ Direnişi
Çok dinli, çok kültürlü ve çok dilli Osmanlı İmparatorluğunda Müslüman olmayan halka yönelik baskı, zulüm ve katliam politikaları devletin geleneksel bir yaklaşımını ifade ediyordu.
Osmanlıyı bir arada tutan temel harçlardan biri olarak kullanagelen İslamiyet etrafında şekillenen din birliği parantezinin dışında kalan, ulus ve milliyetlerin payına hemen her dönem çeşitli biçimler alsa da nihayetinde acı, sürgün ve ölüm düşmüştür. Osmanlı devlet kademelerinde herhangi bir görev almaları yasaklanan askere de alınmayan Müslüman olmayan ulus ve milliyetler ağırlıklı olarak zanaatkarlık ve ticaretle uğraşmışlar, edebiyat, kültür, sanat, müzik ve yazın alanında önemli üretimlere imza atmışlardır. Bugün Türk halk kültürü, edebiyatı olarak anılan eserlerin çok önemli bir bölümünün sözünü ettiğimiz kesimler tarafından üretildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Her şeye karşın Osmanlının ötekileştirilenleri olarak bu coğrafyada yaşamaya devam edegelen Ermeni, Rum, Süryani, Keldani ve Yahudiler için sonun başlangıcı Osmanlı’nın gerileme dönemine girmesiyle başlar.
Kapitalizmin dünya ölçeğinde gelişmesi ve 1900’lerin başından itibaren Emperyalizm aşamasına geçmesiyle yeni bir dönem başlar. Bu dönem bir yandan sermayenin akınına diğer yandan kapitalistler arasında yeni pazar savaşlarına sahne olmuştur. Bu dönem-1800’lerin ortalarından itibaren- aynı zamanda uluslaşma(Kapitalizmin şafağında) hareketleri, eğilimlerinin tüm dünyaya yayıldığı bir dönemdir.
- Paylaşım savaşının temel nedenlerinden biri olan Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki hakimiyet savaşı, bu uluslaşma sürecini hızlandıran bir rol oynamıştır. Osmanlının Alman emperyalizminin saflarında, uyduruk gerekçelerle Enver, Talat ve Cemal üçlüsünün bir ali-cengiz oyunuyla savaşa girmesi, imparatorluk sınırlarında yaşayan tüm ulus, milliyet ve halklar için yeni, acı ve ölümlerle dolu bir sürecinde başlangıcı olacaktır. Müslüman olmayan ulus ve milliyetler ise bu dönemin en büyük mağdurları olacaktır. Savaşa giren Osmanlının yıkıntıları arasında devleti ayakta tutmayan çalışan İttihatçılar da dönemin getirdiği uluslaşma, milliyetçilik akımının dışında kalamazdı. Nihayetinde özellikle de iktidara tam olarak yerleştikten sonra İttihatçılar, gelişmelerin ana yönünü görmüş ve buna ilişkin hazırlıklara girişmişlerdir. Kendi içinde belli aşamalar geçiren bu çabanın sonu, devletin Türk etnik kimliği ve İslam inancı temelinde yeniden inşa edilmesi olmuştur. İttihatçılar, 1. Paylaşım savaşının hengamesinde, savaşın olası sonuçlarını hesaba katarak geniş kapsamlı bir etnik temizliğe, soykırıma girişmişlerdir. Devletin yeni bir topluma, ulusa ihtiyacı vardır. Müslüman olmayan ulus ve milliyetlerin ise bu dünyada yeri yoktur.
1880’lerin sonu 1900’lerin başından itibaren Ermeni ve Rumlara yönelik artan saldırı ve katliamların, baskı ve tehditlerin arka planında bir kısmını açmaya çalıştığımız söz konusu nedenler vardır. Nihayetinde 1. Paylaşım savaşıyla birlikte İttihatçılar emellerini gerçekleştirmek için uygun fırsatı bulacaklardı.
Ortaya çıkan tablo ise tek kelime ile korkunç olacaktır. 1.5 milyonu aşkın Ermeni, Rum, Süryani, Keldani ve Yahudi’nin sürgün yollarında, açlık ve kıtlıktan telef olduğu; bizzat İttihatçılar tarafından yönlendirilen çeteler tarafından katledildiği, Ermenilere ait tüm değerlerin yerle bir edildiği, deyim yerindeyse bu kesimlerin coğrafyadan kılıç ve bıçakla kazındığı bir gerçek açığa çıkacaktır. Soykırımından kurtulup hayatta kalabilenler ise zorla Türkleştirilecek ve Müslümanlaştırılacaktır. Ermenilere yönelik politikalarla İttihatçılar dünyaya Soykırım kavramını armağan ederek, dünya halkları nezdinde asla unutulmayacak kanlı bir tarih bırakmışlardır.
Değişmeyen Devlet Politikası
Osmanlı İmparatorluğu altında yüzyıllardır can çekişen Ermeniler dünyada esen uluslaşma sürecine en hızlı tepki veren topluluklardan olmuşlardır. Ermeniler, Ortadoğu, Asya ve Kafkaslar ile Avrupa’nın pek çok yerinde örgütlenmeye, çeşitli siyasi organizasyonlar etrafında bir araya gelmeye başlamışlardır. Buna paralel Ermenilere yönelik katliamlarda devam etmiştir.1891 yılında Bitlis yöresinde Abdülhamid’in Hamidiye Alayları ve yerel Kürt çeteleri Ermeni mallarını ve mülklerini gasp ediyorlar, ailelerini taciz ediyorlardı. 1894’te de Muş Vilayeti’ne bağlı Sasun’da patlak veren Ermeni isyanı, kısa sürede Urfa, Mardin ve tüm bölgeye yayıldı. Müslüman ahali ile merkezi ordular işbirliği halinde Ermenileri kılıçtan geçirdiler, binlerce Ermeni katledildi. Cesetlerin çukurlara doldurulup yakılması yüzünden hiçbir zaman gerçek sayı ortaya çıkmadı. Bir yıl sonra(1895) Trabzon’da Müslüman-Türk ahalinin saldırılarından kaçmak için 2-3 bin civarında Ermeni konsolosluklara ve okullara sığındı. Britanya’nın Trabzon Konsolosu Longworth merkeze yazdığı raporda, “Trabzon’da pek çok sessiz ve savunmasız insanın bu şekilde yok edilmesini Asya Türkiyesi’ndeki seri olayların ilki” diye yazmıştı. Longworth’a göre olaylarda toplam 507 Ermeni ölmüş, 5.197 kişi göç etmiş, 1.510 ev ve dükkân yağmalanmış, 320 ev ve dükkân yanmıştı. Türk tarafının kaybı ise 16 kişi olup, Trabzon’da Müslümanlara ait 162 dükkân, Gümüşhane’de ise 70 dükkân yağmalanmıştı. Katliamda üçte Rum ölmüştü.
Hınçak Partisi etrafında toplanan Zeytun(lu) (Maraş-Süleymanlı), Fırnız, Keban, Sis, Landok, Karamanlı, Döneke, Sivilli köylüleri öz savunma yaparak, 1895 yılı sonbaharında harekete geçer. Civar vilayetlerdeki Ermenilerin de katılmasıyla isyancıların sayısı 15 bine ulaşır. Osmanlı kısa sürede harekete geçmiş ve bölgeyi kuşatma altın alınmıştır. Uzun müzakerelerden sonra 11 Şubat 1896’de taraflar arasında bir barış anlaşması imzalanır.
Daha küçük çapta da olsa, Eğin, Develi, Akhisar, Erzincan, Gümüşhâne, Bitlis, Bayburt, Maraş, Urfa, Erzurum, Diyarbakır, Siverek, Malatya, Harput, Arapgir (Arapkir), Sivas, Merzifon, Antep, Maraş, Muş, Kayseri, Yozgat’ta da Ermenilere yönelik saldırı ve katliamlar yaşandı. 1894-1895 arasındaki tüm çatışma ve katliamlarda Ermeni kayıpları, Ermeni Patrikhanesi’ne göre 300 bin, yabancı konsolosluklara göre 100 bin ila 200 bin arasında değişiyordu.
Abdülhamit’ten İttihatçılara, Ermenilere yönelik saldırı ve katliamların yeni bahanesi her gün gelişen ve büyüyen siyasi çalışmalar, talepler olacaktır. Nitekim tarih Nisan 1909’u gösterdiğinde Adana’da büyük bir Ermeni katliamı yaşanacaktı. Bu katliam 1915 soykırımının provası niteliğindedir. Tamamen söylentilerle başlayan katliamda 30 bin Ermeni öldürüldü.
Musa Dağ’ın Kalbinde Soykırıma Meydan Okuyan Birkaç Bin Ermeni
1915’te kanlı sürgün ve katliam tablosu içinde sıradışı hikayeler de vardır. Antakya Musa Dağ’da(Ermenice Musa Ler’i) Ermenilerin Suriye çöllerine sürgün kararına karşı koyarak sergilediği direniş bunlardan biridir. Musa Dağ, Akdeniz’in doğu yakasında 1939’a kadar “özerk” bir devlet olarak varlığını sürdüren sonrasında “anavatana” katılan Antakya yakınlarında bir dağdır. Bir yanı Akdeniz’e bakan bir dağ 1. Paylaşım savaşının dehşeti içinde yaşanan 1915 Ermeni soykırımında mutlu sonla biten çarpıcı bir hikayeye sahne olmuştur.
Musa Dağ eteklerindeki altı köy(Hacıhabibli, Bityas,Yoğunoluk, Kebusiye, Hıdırbey, Vakıf,) 1915’te İstanbul hükümetinden Suriye çöllerine belirsiz bir akibete doğru sürgün emri geldiğinde emre uymamaya karar verdi. Bityasta(Batıayaz) 1050, Hacıhabibli de 1284, Kebusiye’de 1125(Büyük kısmı sürgüne gitmeyi kabul etti), Hıdırbey’de 1149, Vakıf’ta(Vakıflı) 470, Yoğunolukta 1233 kişi yaşıyordu.
Dağa çıktılar, düzenli Türk ordusunun ve çetelerinin saldırılarına karşı başarıyla direndiler. Franz Werfel tarafından “Musa Dağda Kırk Gün”(Belge Yayınları) adıyla yazılan eser bu direnişin ansına adanmıştır. Musa Dağ bir baskı ve ölüm tablosunda direnişçi dağlıların hikayesi, hayat dolu, arıtıcı bir esinti getiriyor. Tıpkı kıyıda yaktıkları ve peşlerindeki zalimlerin eline geçmesin diye yanlarında götüremeyecekleri her şeyi içine attıkları o muazzam ateş gibi
Fırtına Yaklaşıyor
Antakya antik bir şehirdir. Söz konusu dönemde evleri tek katlı ve küçüktü yolları dardı ve kaba taşla döşenmişti. Dünyada İsa Mesih’in müritlerinin Hristiyan olarak adlandırıldıkları ilk şehir olan Antakya’da 6 Nisan 1909 yılında Ermenilere yönelik bir katliam gerçekleştirilir. Bu katliamdan sonra geleceğe endişeyle bakan Ermeniler çok yakın bir gelecekte kendilerini ve uluslarını İstanbul’un iradesiyle gerçekleşen şiddete karşı savunmanın gerekeceğini düşünmeye başladılar.
1909’da hiçbir direniş göstermeden katledilenlerin akıbetine uğramaya niyetli olmayanlar hazırlandılar. Musa Dağ’dan altı gönüllü halkı silahlandırmak harekete geçtiler. Silahlar dağın eteğindeki altı köyün halkının ve direnme kararını alan, destekleyen kişiler ve dönemin Ermeni partileri tarafından satın alındılar. Musa Dağ halkı ellerindeki 1896 ayaklanması sırasında kullanılmamış silahlara da güvenebilirdi. İstanbul hükümeti 1909 katliamından sonra yaşanan zararların telafisi için mağdurlara 3000 Osmanlı altını tahsisi etti. Süveydiye’deki(Samandağ) Ermeni köylerinin bu yardımdan yoksun kalmış halkı öz savunma faaliyetleri içim mühimmat ve silahları almak içim zaten çok yetersiz olan yiyecek ve giysi masraflarından tasarruf etmeye karar verdi. 1. Paylaşım savaşı patlak verdiğinde ulaklar kapalı mektupları açma emrini ulaklara yetiştirdi. Mektuplarda seferberliğin davullarla ilan edilmesi emrediliyordu. Bu durum bomba etkisi yarattı. Musa Dağın altı köyünü muhtarları yöneticilerinden ve piskopos vekilinden tavsiye almak için derhâl Antakya’ya koştular. Bir hafta sonra Hacıhabibli’de yapılan toplantıda şimdilik emirlere uyma kararı alındı.
Diğer yandan direniş için cephane tedarikine devam edilecekti.1915 yılının ilk aylarına gelindiğinde durum giderek sertleşmeye başladı. Askeri yetkililer 45 yaşından küçük tüm erkeklerin orduda amel taburlarında yer almasını istiyordu. Bu sırada Antakya kaymakamı Maruf hükümetin kararlarının yerine getirilmesini bir kez daha isteyecekti.10 Nisan 1915’te Tışkho Kaancıyan yüzünü peçeyle gizleyip Antakya köprüsünden geçerken tutuklandı. Üzerinde üç kilo barut taşıyordu. 9 Mayıs 1915 günü askerler büyük bir güçle Musa Dağ köylerinin hemen hepsini ayrı ayrı kuşattı. Her yerde arama tarama faaliyetleri yürütüldü. Ancak bir şey bulaamdılar.26 Temmuz 1915’te Antakya’dan Kesab halkına tehcire hazırlanmaları için 3 günlük süre verildi. Aynı gün Süveydiye ve Antakya Ermenilerine de yedi günlük sürenin sonunda göç etmeleri emri bildirildi.
1 Ağustosta Antakya’nın önde gelen Ermenileri tutuklandı.29 Temmuzda Yoğunoluk’ta papaz Der Apraham’ın evinde köylerin yönetici ve ileri gelenlerinin katılımıyla bir genel danışma toplantısı yapıldı. Toplantı kesin bir karar alınmadan dağılsa da genel eğilim dağa çıkmak ve direniş yönündeydi. Toplantıya katılan Ermeni siyasi örgütleri bu eğilimin güçlenmesi için yoğun çaba sarf etti.
Ermeni Halkı Sevgili Dağına Sığınıyor
31 Temmuz’da köylüler Musa Dağın yamaçlarından yukarı çıkmaya başaldılar. Birkaç gün içinde Vakıflı, Hıdırbey ve Yoğunoluk köyleri boşaldı. Kesubiye’den sadece on yedi aile dağa çıktı. 4 Ağustosta artık bu köylerden pek çok aile dağa çıkmıştı. Halk dört farklı yerde toplanmıştı: Kızılca, Kuzcuğaz, Damlacık ve Kaplan Tuzağı.
Halkın nakledilmesi faaliyeti hallolduktan sonra savunmanın örgütlenmesi çalışmalarının vakti gelmişti. Tataralan’da bu amaca yönelik bir genel kurul toplandı. Bu genel kurula Kızılca, Kuzcuağız, Damlacık kurulları ve Hacıhabib’li ve Bityas sorumluları katıldı.
7 Ağustos’ta Osmanlı gücü saldırıya geçti. Bu ilk askeri çarpıma 6 saat sürdü.ve halkın kesin zaferiyle sonuçlandı. Onluk grupların dışında silahları ustaca kullanabilme yeteneğine sahip olanlardan seçilen en cesur, en yetenekli savaşçılardan özel bir ekip oluşturuldu. Yaşlılar ve ergenlik çağındakilere ikincil mevzilerin savunmasına bırakıldı. Ergenler farklı cepheler arasında bağ kurdular savaşmakta olan güçlere su yiyecek mühimmat haber taşıdılar. İkinci saldırı 10 Ağustosta gerçekleşti. Yaklaşık 5 bin askerden oluşan Türk gücü Hacıhabib’li tarafından Bakacık yönüne doğru saldırıya geçti. Yedi Türk binbaşısı ve yüksek rütbeli bir Alman subayı askere öncülük ediyordu. Ermeni savaşçılar dağın derinliklerine çekildikten sonra toparlandılar yeniden mevzilendiler ve karşılık vermeye başladılar. O gün sivil halka büyük zarar verildi. Halkın silah deposu daha sonra Türk ordusundan ele geçirilen Martin ya da mavzerlerle zenginleşti. Çarpışma yaklaşık 12 saat sürdü ve düşmanın kaçışıyla son buldu. Direnişçilerden üç kişi yaralandı iki kişide yaşamını yitirdi. Düşmanın bu çarpışmada kaybı yüz kişiden fazlaydı. Yaralı sayısı ise bunun üç katıydı.
Örgütsel Yönetsel Çalışmalar
Damlacık yönetimi tüm halkı bu bölgeye topladı. Damlacık büyük bir avantaj sunuyordu, deniz tam karşıdaydı. Denizin karşıda olması kurtuluş umuduyla savaşmak anlamına geliyordu.
Burada genel kurullar birleşerek genel bir idari organ oluşturdular. Bu yapı geniş yetkilere sahipti. Alt organlarını kullanarak öz savunma işini örgütleyecek dış dünyayla ilişkiye geçmek için mümkün olanı yapacaktı. Onar kişiden oluşturulan 43 manga kırk üç onbaşının yönetiminde faaliyetlerine devam ediyordu. Kontrol edilen alan 115 kilometre genişliğindeydi. Mevziler arasında hareketli olmak üzere toplam otuz kişiyle her biri on birer kişiden oluşan üç çete grubu oluşturuldu. Merkez yönetim organının emrinde ki iki tellal bulunuyordu. Güçlü ve tiz sesleriyle günlük gazete, radyo, televizyon işlevi gördüler.
Bir yandan da kurtuluş için çareler aranıyordu. Uzaktan görülebilecek büyüklükteki bir beyaz bez üzerine İngilizce kısa bir metin yazıldı ve müttefik savaş gemilerinden yardım istendi. Bu iki bayrak deniz tarafından bir zirvenin üzerine dikildi.
Savaş gemilerinin görülmesi halinde usta yüzücüler hazırlanan mektubu yetkililere ulaştıracaktı. Öte yanda mektubun bir nüshası üç yüzücü ile İskenderun açıklarında görülebilecek müttefik savaş gemilerine verilmek üzere yola çıkıldı. Ancak çeşitli girişimlere rağmen bundan bir sonuç alınamadı.
15 Ağustos günü Türk ordusu ev ona bağlı çeteler dört farklı noktadan( Kızılca, Soğukoluk/Savukuk, Damlacık, ve Yolağzı) saldırıya geçti. Komutan Fahri paşaydı. Savunmayı aşmak ve kampa doğru ilerlemek için gerçekleştirilen sayısız hücum Ermeniler tarafından geri püskürtüldü.
Halkın birlikte verdiği bir savaştı bu. Yaşlılar kadınlar ve gençler de hatları savunmak için savaşçıların yanında yerlerini almışlardı. Saldırının ikinci gününde savunma hatları düştü. Akşama doğru düşman Damalcık’ı tüfekle yaylım ateşine tuttu. Halkın ilk tepkisi umutsuzluk ve tarifsiz bir korku oldu. Ancak panik uzun süremedi. Damlacık kamp yerinde hayatını pahalıya satmak için herkes silahlanacak bir şeyler buldu. Ermeni savaşçıların şiddetli yaylım ateşi eklenince düşman durdu. Ardından ilerleyişin iki misli bir hızla arkalarında sayısız ölü silah ve mühimmat bırakarak kaçmaya başladılar. Direnişçilerden ise on üç ölü ve altı yaralı vardı.
Halkı 28 Ağustos’a kadar merkezi organ yönetiyordu. Bunun için bir sevkiyat reisliği ve birde polis kurulunun desteğini alıyordu. Tecrübeler bu güçlerin alt bölümlerinin pek pratik olmadığını gösterdi. Damlacık, merkezi yönetim kurulu dışında iki yeni yönetim organı kuruldu: Kaplan Tuzağı ve Kuzcuağız kurulları. Musa Dağda yaklaşık 45 gün süren kahramanca savaş boyunca çok sayıda irili ufaklı çok sayıda çatışmada yaşandı.
Denizden Gelen Kurtuluş
2 Eylül’de Musa Dağ üzerine yoğun bir sis indi dağlar ve vadiler yaylalar ve ormanlar toprak ve deniz bir tülün ardında gizlendi. Akşama doğru sis ağır ağır kalkmaya başladı. Gözler uzakta seyreden bir gemiyi gördü, görünen umudun ta kendisiydi. Fransız savaş gemisi Guichen’in aniden ortaya çıkışı Musa Dağ İsyanında bir dönüm noktası oldu.
7 Eylül günü Türk komutan Süveydiye çevresinde dağınık bulunan tüm güçleri topladı ve Şeyh Yurdu yönünden saldırıya geçti. Çarpışma akşama kadar sürdü. Bu arada mesaj göndererek halkı ikna çalışmalarına devam ediyorlardı.
10 Eylül akşamı Fransızların III. Deniz Filosu geleceklerine dair alınan karar konusunda isyancılar bilgilendirildi. Musa Dağlılar Port Said’e nakletmek için kurtuluş sahilinde beş Fransız gemisi demir atmıştı: Guichen, Desaix, D’Estrees, Amira Charner ve Foudre.
Kurtarma sandalları operasyon 12 Eylül’de başladı. Bütün halk filoya sığındığında savaşçılar gemilerin komutanlarından kıyıda ve dağın yamaçlarında topladıkları hayvanlarına ateş etmelerini rica ettiler, düşmanın işine yaramasını istemiyorlardı. Komutan bir yaylım ateşi emri verdi.13 Eylül pazartesi halk gemilerin güvertelerinde toplanmış gözlerinde yaşlarla siste büyülü bir düş gibi yavaş yavaş kaybolan sevgili dağına bakıyordu.16 Eylülde zırhlısı Port Said(Mısır) önünde demir attı.
Musa Dağ’da yaşananlar, bu toprakların kadim halkından biri olan Ermenilerden bize kalan bir umut ve direniş mirası olarak canlılığını koruyor. Musa Dağ direnişi, soykırımla yok edilmek istenen bir halkın buna karşı verdiği kahramanca direnişin çarpıcı örneklerinden biri olarak Ermeni halkının bilince tazeliğini koruyor!
Kaynak: Musa Dağ Direnişi/Aras Yayıncılık, Eylül 2017