“Güçlü bir final yeni bir başlangıç” sloganıyla gerçekleştirdiğimiz “Umudu Tohumca Büyüteceğiz Şöleni”nine ilişkin duygularımı paylaşmak istedim bende.
İki ayı aşkın bir süredir çalışmalarını yürüttüğümüz bu kampanyamızın finalinde gerçekleşen etkinliğe coşkunun damgasını vurduğu düşünüyorum. Binlerce insanın her İbrahim resmi göründüğünde alkış, ıslık ve sloganlarla karşılık vermesi, güncel gelişmelere dair her konuşmayı can kulağıyla dinlemesi ve programa olan ilgisi açıkçası beni çok etkiledi.
Buradan hareketle şölenin hem kültür sanat anlamında, yeni demokrasi kültürünün geliştirilmesine katkısı olduğunu söyleyebilirim hem de politik anlamda verdiği mesajların çok net olduğunu.
HES’lerden çevre sorununa, işçi sınıfı ve emekçilerin yaşadığı sorunlardan kadın sorununa ve elbette Kürt halkının acılarına ve direnişe değinilen konuşmalar bence çok etkileyiciydi.
Şölende beni en fazla etkileyen ise Kürtlerle Alevilerin yan yana, omuz omuza Kaypakkaya sloganlarını haykırması oldu. Çeşitli propagandalarla birbirinden uzak tutulmaya çalışılan bu iki ezilmiş ve ötekileştirilmiş kesimin aynı çatı altında, dost meclisinde sloganlarını hep bir ağızdan haykırması görülmeye değerdi.
Belki de programın en güzel tarafı da dili, kültürü inancı ne olursa olsun ezilenlerin ve emekçilerin özgürce yaşaması adına mücadele eden herkesin sahiplenilmesiydi.
Neşet Ertaş’tan Ahmet Kaya’ya, Hrant Dink’ten Hasret Gültekin’e; Ahmed Arif, Musa Anter’den Nazım Hikmet’e; Mustafa Suphi’den Deniz’lere, Mahir’lere ve Mazlum Doğan’a hayatını insanca bir yaşam uğruna feda edenlerin sahiplenilmesi, öne çıkarılması çok anlamlıydı. Ermeni halkının yiğit evladı Armenak Bakırcıyan’a ve Hrant Dink’e gösterilen yoğun sevgi aynı zamanda geleneğimizin çeşitli milliyetlerden Türkiye halkını nasıl kucakladığının da bir göstergesiydi aynı zamanda.
Sahnede Karadeniz tınılarından Dersim ezgilerine, Botan klamlarından Ege ve İç Anadolu türkülerine bu toprağa ait olan ne varsa bulmak mümkündü. “Yaşamak bir ağaç gibi kardeşçesine” felsefesine uygun bir biçimde Türkiye proletaryasının ve Türk, Kürt uluslardan ve ezilen milliyet ve inançlardan emekçilerin önderliğine talip geleneğimizin bu yaklaşımını pratikte sergilediğine tanık oldum.
Hey Tekstil işçilerinden Darkmen işçilerine sınıfın direnen bölüklerinin şölende varlığınında ayrı bir anlamı vardı.
20’ye yakın sanatçının tamamen dayanışma amaçlı şölenimizde yer alması eksiklerine karşın kültür sanat alanında yarattığımız etkinin bu alanda sanatçı ve aydınlarla kurduğumuz ilişkinin de bir yansımasıydı diye düşünüyorum.
Dört kuşak bir aradaydı!
Programın son derece profesyonel bir biçimde adeta tıkır tıkır işlemesi de çalışmanın özenini yansıtıyordu. Sunumların Türkçeyle beraber Kürtçe yapılması anadilde eğitim tartışmalarının yaşandığı şu gümlerde büyük önem taşıyordu.
Sonuç olarak hem benim için hem de bugüne kadar konuştuğum insanların çok etkilendiği ve memnun kaldığı bir şölen gerçekleştirmiş olduk.
Elbette şölen yalnızda 11 Kasım günü gerçekleşen bir final etkinliğinden de ibaret değil. Bu çalışma geçtiğimiz yıl Ocak ayında başlayan 40. yıl kampanyasının da aynı zamanda finaliydi.
Bu topraklarda Partizanlar, kırk yıldır işçi sınıfı ve ezilen emekçi yığınların kurtuluş bayrağını dalgalandırıyor.
Bugüne değin yaşanan tüm olumsuzluklara saldırılara inat ideolojisinden ve savaşımından taviz vermeden ateş altında yürüyorlar.
Şölen bu anlamıyla da geleneğimizin daha geniş kesimlere taşınması adına da çok anlamlıydı.
Bu çalışma sırasında Partizanı tanıyan, bilen 70’lerden 80’lere; 90’lardan 2000’lere neredeyse dört kuşağa ulaştığımızı düşünüyorum.
Şölen günü ortaya çıkan tabloda bunu gösteriyordu.
60’ını devirmiş ihtiyarlarımızdan gençlerimize kadar dört kuşağı bir arada görmek mümkündü. Şölen çalışmasının coşkulu geçmesi, insanların bize yaklaşımlarında ki olumluluk beni derinden etkiledi.
Hareketimizin köklerinin ne kadar derinlerde olduğunu bir kez daha görmüş oldum. Birde bu çalışmayla çevremizde duran daha çok gazete verdiğimiz birçok okurumuzun da çalışmalara dâhil olması bence başka bir olumluktu.
Yani söyleyebilirim ki şölen, tam anlamıyla yüzlerce insanın bin bir emek ve çabası ile ortaya çıkan kolektif bir üründür. Bu süre içinde güncel gelişmelere ilişkin birçok konuda da elimizden geldiğince dahil olmaya çalıştığımızı ve sürecin dışında kalmadığımızı da söylemeliyim.
Evet şölen gerçekleşti. Peki işimiz bitti mi? Elbette hayır! Hatta denebilir ki işimiz asıl şimdi başlıyor. Bu süre içinde tanıştığımız, daha aktif hale getirdiğimiz ilişkilerimizle daha sıkı ve örgütlü bir ilişki kurma görevi şimdi bizi bekliyor.
Şölen tamda bunun için yeni bir final aslında. Şimdi yeni bir maraton başlıyor. Daha güçlü bir örgütlülük, daha yaygın bir kitle çalışması ve saldırılara daha güçlü bir karşı koyuş…
Özgür bir Geleceği yakınlaştırmanın başka bir yolu yok diye düşünüyorum. Ülkenin dört bir yanında, fabrikalardan, üniversitelerden, dağlardan ve kentlerden; “insanın insana kulluğunu yok etmek için…” bu davet bizim, Partizanların…