MİLLETVEKİLİ ADAYLARI ANLATIYOR -2
Adana: 24 Haziran baskın seçimlerine sayılı günler kala seçim çalışmaları temposu artarak devam ediyor. Çukurova bölgesi de HDP’nin oy oranının yüksek olduğu bölgelerden bir tanesi. Bizde Halkların Demokratik Partisi (HDP) Adana 1. Bölge 1. Sıra milletvekili adayı olan Tülay Hatimoğulları ile seçimleri konuştuk. Adanalıların karamsarlığı dağıtarak umudu büyüttüklerine dikkat çeken Hatimoğulları, “Mevcut iktidar bloğuna son verebilir, tek adam rejimi durdurabilir ve bir dönemi kapatabiliriz inancı, arzusu ve kararlılığı bütün yataklarda güç kazanıyor. ‘Ne yapsak gitmez ve iktidarı bırakmazlar’ karamsarlığı her geçen gün dağılıyor” dedi.
“Yıllardır kadın mücadelesi yürütüyorum”
Antakya Samandağ doğumlu olan SYKP Eş Başkanı Tülay Hatimoğulları, Eş Başkan olma sürecinden önce de Parti, Meclisi, Merkez yönetme Kurulu gibi pek çok görevleri üstlenmişti. Ayrıca İktisat Fakültesi mezunu olan Hatimoğulları, sol-sosyalist düşünceyle lise yıllarında tanışır. Lise yıllarından itibaren kesintisiz örgütlü bir mücadele yaşamına sahip olan Hatimoğulları kendini anlatmaya şu şekilde devam ediyor; “Aynı şekilde, cinsiyetçiliğe, militarizme ve homofobiye, kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüze karşı kadın kurtuluş hareketi saflarında erkenden yerimi aldım. Bu kapsamda, 2000 yılında kadın dayanışmasını büyütmek için AMARGİ Kadın Akademisinin kuruluş ve örgütlenme faaliyetleri içinde bulundum. 2002 yılında çok sayıda kadın inisiyatifi ve LGBTİ örgütünün yanı sıra karma yapılarda kadınların da desteklediği “Kadınlar Birbirine Doğru Yürüyor” kampanyası kapsamındaki Konya buluşmasının Güney kolunun örgütleyicisi ve katılımcısı oldum. 2007 yılından bu yana da kadın emeğini görünür kılmak, kadın bedeni ve kimliği üzerindeki her türlü denetim ve yok saymaya karşı kadın özgürlük mücadelesini yükseltmek amacıyla kurulan Kadın Emeği Kolektifinin faaliyetleri içinde yer alıyorum.”
“Çoklu bir mücadeleyi bugüne kadar yürüttüm ve halen yürütmeye çalışıyorum”
Arap halkı üzerindeki asimilasyona karşı Arap kültürünün ve dilinin yaşatılması ve canlandırılması için çalışmanın kendisi için sürekli başka bir alan olduğunu hatırlatan Hatimoğlulları anlatmaya şöyle devam ediyor; “Bu çerçevede, 1995 yılında Arapça tiyatro ve müzik çalışmaları da yapan Çağdaş Sanat Atölyesi’nin kurucularından ve yürütücülerinden biri oldum. Adana, Mersin ve Hatay illerine hitap eden, Arap halkının kimlik, kültür ve siyasi uyanışına destek olmak amacıyla çıkarılan Güney UYANIŞ gazetesine düzenli yazı ve makalelerle katkıda bulundum. Halkların kardeşliği, özgürlüğü ve eşitliğine katkı sunmak, Ortadoğu halklarının tarihi, etnik ve kültürel değerlerini araştırmak, yaşatmak ve korumak amacıyla Ortadoğu Arap Halkları Araştırma Enstitüsü’nün kuruluşunda yer aldım ve halen yöneticiliğini yapmaktayım.”
Ayrıca evrensel insan hakları ve değerleri bazında mücadele yürütmek için İnsan Hakları Derneği’nin Hatay şubesinde yönetici ve genel merkez delegesi olarak da görev yapmış olan Hatimoğulları, “Sol-sosyalist düşünce ile tanıştığım andan itibaren Kürt halkının kimlik, özgürlük, eşitlik ve barış mücadelesinin yanında yer aldım. Kürt sorununun demokratik ve barışçı yollarla çözümüne katkı sunmak amacıyla Yaşar Kemal ve Hırant Dink’in de içinde yer aldığı 301 aydının çağrısıyla oluşturulan Türkiye Barış Meclisi’nin kuruluş ve örgütlenme faaliyetlerini yürüttüm. Halklarımızın birleşik ve ortak mücadele arayışının ifadesi olarak kurulan Demokrasi İçin Birlik (DBH), ardından Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ve takiben Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kuruluş ve örgütlenme süreçlerinde bulundum. Bütün bu eksenlerde çoklu bir mücadeleyi bugüne kadar yürüte geldim ve yürütmeye çalışıyorum” diye anlattı.
“HDP şahsında en önemli direnç odağını etkisizleştirerek faşizmin inşasını hızlandırmak isteniyor”
Oldukça çetin bir dönemde Halkların Demokratik Partisi (HDP)’de yer almak ve HDP’de ısrar etmenin, aslında, basitçe ve özce, enternasyonalist dayanışmanın, buradan türeyen tarihsel yükümlülüklerin, halkların ortak kurtuluş davasına bağlılığın, ortak ve birleşik mücadelenin bir gereği olduğunu kaydeden Hatimoğulları, elbette bunun da dün olduğu gibi bugün ve yarın da bedelleri olacağını söyledi.
Hatimoğulları anlatımına şu şekilde devam etti; “Hepimiz biliyoruz ve yaşayageldik: HDP’yi yalnızlaştırmak, olabildiğince tecrit etmek, meşruiyet alanını daraltmak, itibarsızlaştırmak, salt Kürdi ve Kürdistani bir alana sıkıştırmak ve bu daraltılmış alanda boğmak, ‘çöktürme planı’ diye bilinen uğursuz planın ayrılmaz bir unsuru ve başlıca hedeflerinden biridir. Dur durak bilmez gözaltı ve tutuklama furyası marifetiyle siyasi ve örgütsel faaliyet sürdüremeyecek şekilde HDP’yi felç etmek, 7 Haziran’da temayüz eden ve gelişme istidadı gösteren yeni kurucu ortaklaşmayı erkenden dağıtmak da öyle. Meseleyi daha geniş bir kadraja yerleştirirsek, buna HDP şahsında, en önemli direnç odağını etkisizleştirerek faşizmin inşasını hızlandırmak da diyebiliriz.”
Bu süreçte, HDP’nin Kürt özgürlük hareketi dışındaki siyasi ve toplumsal bileşenlerine, bireysel alandan HDP’ye katılanlara, yüzünü HDP’ye dönen dinamiklere ve Türkiye’nin batısının barışta ısrar eden güçlerine de alenen “uzak durun, dokunan yanar ve bedeli ağır olur!” mesajının verildiğini ifade eden Hatimoğulları, Suruç ve Ankara katliamlarının, ardından giderek koyulaşan baskı ve şiddet ikliminin, siyasal mücadele alanının durmaksızın daraltılması ve nihayet OHAL rejimi altında tanık olunanların bunun ifadesi olduğunu belirtti.
“Sarmaşıkvari bir direniş örmeseydik bugünlere çıkamazdık”
Tarih ve koşullar hem bir bütün olarak HDP’yi hem de onun bileşenlerini yeni bir sınava soktuğuna dikkat çeken Hatimoğulları, “Öyle böyle değil; bazı bakımlardan gerçekten de 90’lardan daha zorlu ve ağır bir sınav. Süreç devam ediyor ve bu dönemi artık geride bıraktığımız henüz söylenemez. Ama bulunduğumuz noktadan geriye baktığımızda, HDP ve bileşenlerinin bu sınavla alınlarının akıyla başa çıkmakta olduklarını, bir tür dayanıklılık ve sağlamlık testinden geçtiklerini söyleyebilirim. Köklerimiz sağlam ve derin olmasaydı; sahip olduğumuz miras, deneyim ve birikimden aldığımız güç ve esin bizi beslemeseydi, muktedirleri şaşırtan ve afallatan bir hesaba gelmezlik sergilemeseydik, bir alandan baskılandığımızda diğer bir mecradan uç veren sarmaşıkvari bir direniş örmeseydik bugünlere çıkamazdık” diye konuştu.
“Bolşevikler Duma’ya girdiğinde başarılı bir pratik ortaya koyduklarına göre bizim bundan geri durmamız için hiçbir neden yok”
HDP’nin barajı geçmesi halinde, HDP vekili olursa bunun görev ve sorumluluklarını arttıran ve çeşitlendiren, mücadelenin daha çok düzeyinin hakkını vermeyi gerektiren bir yükümlülük altına girmek olduğunu düşündüğünü ifade eden Hatimoğulları, “HDP Eş Başkanlarının, vekillerinin ve diğer seçilmişlerinin başına gelenlerden de biliyoruz ki vekillik artık dokunulmazlık dolayısıyla nispeten korunaklı bir alan değil, diğer bir deyişle vekillerin bir zırhı yok. Üstelik, eskisinden farklı olarak, etkisizleştirilmiş, yetkilerinden büyük ölçüde soyundurulmuş bir meclise, bu haliyle bir tür Çarlık Dumasına gireceğimizin de gayet iyi farkındayız. Bir zamanlar Bolşevikler Duma’ya girdiklerine ve başarılı bir pratik ortaya koyduklarına göre, bizim de bundan geri durmamız için her hangi bir neden yok. Ancak, Türkiye’nin geç Osmanlıyı da kapsayan yüz elli yıllık demokrasi mücadelesi birikimi buna asla razı olmamazı telkin ediyor. Dolayısıyla, meclisin yetkilerini geri kazanması, kendisini ihya etmesi ve tekrardan şahsiyet bulması önümüzdeki dönemin mücadele başlıklarından biri olarak önümüzde durmaktadır” dedi.
Halk, “renk vermeme” tavrını izliyor
7 Haziran düzeyinde bir canlanmaya henüz tanıklık edilmese de, halkın ve seçmenlerin büyük bir bölümünün aleni dışarı vurmak yerine, “renk vermeme” tavrını izlediğini söyleyen Hatimoğulları, “Ama yaygın bire bir temasları da hesaba kattığımızda sadece 7 Haziran ile değil, 16 Nisan’la da bir benzerlik saptayabiliriz: Mevcut iktidar bloğuna son verebilir, tek adam rejimi durdurabilir ve bir dönemi kapatabiliriz inancı, arzusu ve kararlılığı bütün yataklarda güç kazanıyor. ‘Ne yapsak gitmez ve iktidarı bırakmazlar’ karamsarlığı her geçen gün dağılıyor” dedi.
Adana 1. sıra milletvekili adayı olan Hatimoğulları, Adana milletvekili olmasına ilişkinde şunları söylüyor; “Adana bir yere kadar yabancısı olmadığım, sıkça yolumun düştüğü, çeşitli etkinliklere katıldığım bir il. Adaylık dolayısıyla ilk kez ayak bastığım bir toprak değil. Ama adaylık, Adana’ya daha derinlemesine nüfuz etmeyi, bu ilin daha ayrıntılı ve çok boyutlu bir bilgisi ile donanmayı ister istemez benim için bir ödev haline getirdi. Dersime çalışmaya, bu konuda birikimli insanlardan fırsat çıktıkça ‘brifingler’ almaya devam ediyorum. Öğrenmenin sonu da yaşı da yok.”
“Adana Kürt emeği ve alınteri üzerinde yükselen kentlerden biri”
“Adana sadece halklar ve inançlar bakımından bir mozaik değil, günümüzde kentin ve ilin maruz kaldığı ‘sanayisizleşme’ nedeniyle bir başka karakteri görece zayıflasa da aynı zamanda bir işçi sınıfı ve emekçi kenti. Türkiye işçi sınıfı mücadelesi tarihinde önemli bir yeri var. İşçi sınıfı edebiyatı, sineması ve bir bütün olarak sanatı bakımından da öyle. Öte yandan, sınıfın bileşiminin Suriyeli göçmenler dolayısıyla bir kez daha değiştiği, saya işçileri somutunda ‘göçmen’ ve ‘yerli’ işçi dayanışmasının ilk görünür örneklerinden birini sergileyen bir kent” olduğunu belirten Hatimoğulları, pek çok ilde olduğu gibi, sınıf mücadeleleriyle kimlik ve hak mücadeleler arasında köprüler kurmak, bakışım ve etkileşimler yaratmak çetin ve deneyimlerle üstesinden gelinecek bir görev olarak Adana’nın önlerinde durduğunu söyledi. Düz ve basit formüllerden sakınarak, farklı mücadele eksenlerinin özgünlüklerine teslim edilerek, deneyimlerden gelen derslere yaslanarak üstesinden gelinecek bir görev olduğunu kaydeden Hatimoğulları şöyle devam ediyor anlatımlarına; “Hepimizin bildiği gibi, Adana uzunca bir süre Kürt göçünün ana mecrası oldu. Ardından göç yolları giderek çeşitlendi ve Adana’ya göç tedricen azaldı. Ama bu Adana’nın tarım ve sınai burjuvazisinin Kürt ırgat ve işçilerinin yoğun sömürüsü ile palazlandığı gerçeğini değiştirmez. Adana Kürt emeği ve alınteri üzerinde yükselen kentlerden biridir.
“Çok boyutlu tahribatı durdurmak, çok eksenli bir mücadele görevi olarak önümüzde durmakta”
Bir zamanlar öyle olan Adana şimdi artık Türkiye’nin döndüncü büyük kenti değil. Bursa ve Antalya onun önüne geçtiler, mevcut eğilim devam ederse Adana’nın daha da gerilemesi muhtemel. Kültürel ve insani gelişme ölçütümüz elbette nüfus değil, azmanlaşan ve boğucu kentlere karşıyız. Adana’nın meselesi bir bütün olarak irtifa kaybetmesi, sermaye göçü, bir zamanlar nazire olsun diye söylendiği gibi artık bir Ada(SA) olmaması, kamu işletmelerinin tasfiyesi, sanayisizleşmenin hem ardında bir ‘pas kuşağı’ bırakması hem de boşluğu inşaatın doldurması. Bu kentte de inşaata tarımsal alanların ve çevrenin tahribi pahasına ‘yürü ya kulum’ denmesi. Şunu söyleyerek noktalayabilirim: Neo liberal sermaye birikim tarzının insani, toplumsal, eklojik, tarımsal ve kentesel tahribatının bütün yansımalarını ayan beyan Adana’da da görmek mümkün; bu çok boyutlu tahribatı durdurmak çok eksenli bir mücadele görevi olarak önümüzde duruyor.”
“Önemli olan, asla pes etmemek, asla yılgınlığa kapılmamak”
24 Haziran’a artık sayılı günler kaldığını hatırlatan Hatimoğulları, “25 Haziran’a hazırlık babında ana görevimiz halen tamamen dağılmamış olan ‘kazansak da gitmezler’ kötümserliğinin, ‘kazanacağız ve kuzu kuzu gidecekler’ kararlılığı ile tam boy yer değiştirmesini sağlamaktır. HDP’nin barajı geçmesini sağlamak suretiyle, ‘Cumhur İttifakı’ ile muhalefet yelpazesi arasındaki makası, hilelerle kapatılamayacak kadar açmak; parlementer çoğunluğu ve aynı anda cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalmasını garantilemektir. Seçim güvenliği sorunu etrafında, sorunu salt teknik önlemlere indirgemeyen bir halk seferberliğinin ivmesini ve muhalefet yelpazesi arasında bu çerçevedeki dayanışmayı yükseltmektir. YSK’yı, il ve ilçe seçim kurulları, bir bütün olarak bürokrasiyi dürüst seçimler konusunda sistematik bir baskı altında tutmaktır. Böylece iktidar bloğunun seçim yenilgisini tescillemektir” dedi.
AKP ve Erdoğan’ın şapkadan durmadan yeni tavşanlar, heybeden yeni turplar çıkaracak gücü ve manevra alanı kalmadığını dile getiren Hatimoğulları, “A, B, C planları’ aslında kestirilemez planlar değildir. Önemli olan bir bütün olarak muhalefet yelpazesinin bu planlara karşı şerbetli ve hazırlı olması, kekelememesidir. İlkinin niyet düzeyinde işaretleri verildi: Kandil operasyonu… Muhalefet bu konuda sıkı, sağlam ve tok sözlü durmayı başarırsa, bu planların her birinin ters tepmesi de muhtemeldir. Aslında, B planı da bellidir: İkinci turda millet ittifakının çatlatılması… C planı da meçhul değil: Özgün bir darbe biçimiyle seçim sonuçlarının tanınmaması ve geçersiz ilan edilmesi. Bu öyle kolayca göze alınamaz; zira bir tür ikili iktidar ve iradeleşmenin yolunu açacağı gibi, krizi sonuçları kestirilemez yepyeni bir aşamaya taşır” dedi.
Karşılıklı ve yaygın itirazlar nedeniyle 25 Haziran günü bitmemiş bir seçimle karşılaşılmasının muhtemel olduğunu hatırlatan Hatimoğulları, önemli olanın, asla pes etmemek, asla yılgınlığa kapılmamak ve halkı da dahil ederek her bir oyun peşini bırakmamak olduğunu söyledi.
“Her iki ittifakın Alevilere yaklaşımı; yüzeysel, pragmatik, tutarlılıktan yoksun seçim hesaplarına ve oy avcılığına dayalı”
Erdoğan’ın geriden nal toplayarak asimilasyonculuğu ve tekçiliği başka bir kılık ve kılıf altında sürdürmek istediğine dikkat çeken Hatimoğulları, “Geriden nal topluyor; zira Alevilerin ibadethanelerinin adının ‘Cemevi’ olduğu artık tescilli ve yerleşik bir kazanım. Yapılması gereken bunun önündeki fiili ve yasal bütün kısıt ve engelleri kaldırmaktan ibarettir. Yeni numara ve hilelere başvurmak değil. Alevilerin ibadethanelerinin adının ne olacağına onlar dışında hiç kimse karar veremez ve bu karar zaten verilmiştir. Alevilerin ezici çoğunluğunun da böyle düşündüğünden zerre kadar şüphe edilemez” diye konuştu.
Alevilere yaklaşımından önce, CHP, İyi Parti ve Saadet Partisinden oluşan “Millet İttifakı” hakkında genel bir iki tespitte bulunmak gerektiğini söyleyen Hatimoğulları, “Millet ittifakı devri sabık yaratmayacak bir restorasyon kümelenmesi olarak konumlanmış durumda. Bu bağlamda dahi sorunlar var. Örneğin, Muharrem İnce, cumhurbaşkanın yetkileri, parlamentonun ihyası ve parlamenter sisteme dönüş konusunda halen ortaya karışık bir biçimde konuşmaya devam ediyor ve kendisini berrak bir tavırla bağlamıyor. İlginçtir; bu konuyu bağıtlama basıncı Akşener’den geliyor” dedi.
İttifak dışı bırakılmakla, tarih HDP’nin önüne, konjonktürün gerektiği esneklikleri elden bırakmaksızın, zaten izleye geldiği “üçüncü yol” siyasetini bir tık daha belirginleştirme ve dönemin gereklerine uyarlama görevlerini koyduğu ifade eden Hatimoğulları, HDP’nin bunu elden geldiğince yaptığına ve yapmakta olduğuna dikkat çekti. Hatimoğulları, bu ittifaksız ve yapayalnız kalmak değil zinhar alışılmışın dışında başka türden bir toplumsal ve siyasal ittifak olabileceğine ve bu restorasyon ötesi bir kurucu misyona talip olunabileceğini söyledi. HDP tarihin önüne koyduğu görevden kaçmadığını dile getiren Hatimoğulları, gereklerini elden geldiğince yerine getirmeye çalıştığını söyledi.
Hatimoğulları konuşmasını şu şekilde sonlandırdı; “İttifakların Alevilere karşı tutumuna gelince; her iki ittifakın da Alevilere yaklaşımı yüzeysel, pragmatik, tutarlılıktan yoksun seçim hesaplarına ve oy avcılığına dayalıdır. “Millet İttifakı” ve onun içinde özellikle CHP bundan katiyetle muaf değil. CHP’yi bir kez daha özgürlükçü bir laisizm çizgisini benimsemeye, bunun gereği olarak Aleviler konusunda her türlü çekiniklik, ikirciklik ve hesaplılıktan sıyrılmaya davet ediyoruz. Buna karşın, HDP’nin yaklaşımının, derin, tutarlı, her türlü pragmatik hesaptan uzak ve ilkesel olduğunu söyleyebilirim. Sabreden derviş muradına erer. Bunun semerelerini önünde sonunda alacağız. Bunun, müesses nizamın korkulu rüyası olan, Kürtler, Aleviler ve diğer ezilenler arasındaki, şimdiye kadar belirli bir yol kat edilmiş, kitlesel ve tersinmez buluşma ve ortaklaşmayı çok uzak olmayan bir erimde hissedilir biçimde pekiştireceğini düşünüyorum.”