ABD emperyalizminin önemli düşünce üreticilerinden bir akademisyen olan ve 1973-1977 yıllarında dış işleri bakanlığı yapmış Henry Kissenger’in ifadeleri, geçtiğimiz günlerde bu ülkenin temel gündemleri arasında yerini aldı. Kissenger kısaca “İsrail’in tehlikede olduğunu” vurgulayarak, “İsrail’in 2022’de artık olmayacağı” kehanetinde bulunuyor.
İşin ilginç yanı hiçbir şekilde İsrail’in kurtarılma şansından bahsetmediği gibi başkan adaylarından daha “şahin” Mitt Romney’in seçilmesi halinde kurtulabileceği yönlü bir vurgusu bile bulunmuyor.
Kissenger’la hemen hemen aynı tarihlerde 16 ABD İstihbarat Kurumu’nun “İsrail-sonrası Ortadoğu’ya Hazırlık” adlı 82 sayfalık analizinde de ABD’nin İsrail’siz bir Ortadoğu’ya fikri hazırlık yaptığını gösteriyor.
İstihbarat kuruluşlarının hazırladığı raporda İsrail’in kanun dışı yerleşimleri savunduğu ve buralarda yapılan vahşetin ABD değerleriyle uyumsuz olduğunu vurguluyor. ABD on yıllarca yapılan vahşetin tam da şimdi kendi değerleriyle uyumsuz olduğunu ifade ediyor. Peki, ne oldu da bir anda İsrail’in uyguladığı vahşet kendi değerleriyle çelişti?
Burada Arap isyanlarıyla birlikte değişen Ortadoğu dengelerini hesaba katmak gerekiyor. İsyanlar öncesi oluşan statüko İsrail’in uyguladığı politikalara destek, halkların öfkesini de yatıştırmaya ya da halkların tepkilerini zorla bastırmaya yarıyordu.
Bazı diktatörlerin devrilmesiyle birlikte oluşan hükümetlerin zaten ayaklanmış kitlelerdeki İsrail öfkesini dizginlemesinin zemininin pek de olmaması, İsrail’in bu ortamda varlığını sürdürmesini de zorlaştırıyor. İstihbarat raporlarında bu durum “İsrail’in Arap Baharı ve İslami Uyanışı ihtiva eden Filistin yanlısı devasa güce karşı koyamayacağı noktasında aynı fikri paylaşıyor” şeklinde ifade ediliyor.
Ancak bu işte yine de garip bir nokta var. İsrail kurulurken de benzer bir tablonun olduğunu düşündüğümüzde, o dönem ABD İsrail’in varlığını ve gelişmesini bütün gücüyle desteklerken, bugün açısından neden tam tersi bir fikri hazırlık içinde?
Elbette bunun yanıtı gerileyen ABD hegemonyası ve kapitalizmin içine girdiği büyük yapısal krizdir. ABD, büyüyen Çin gücüne karşı Asya-Pasifik hattını esas nokta olarak belirlemesi, bununla birlikte tek başına hareket kabiliyetini yitirmesiyle birlikte müttefiklere fazlasıyla ihtiyaç duyuyor. Ortadoğu’daki isyanların getirmiş olduğu ortamda başa geçen hükümetlerin hiçbirinin isyan dalgasının yarattığı öfkeyi dizginleme zemini yok.
Kısa vadede halkların tepkisine rağmen İsrail’in arkasında duracak bir siyasi otorite pek görülmüyor. Bu durum istihbarat raporlarında da “ABD’nin askeri ve mali kaynaklarının var olan durumu götürmeye yetmeyeceğini”, 57 İslam ülkesiyle ilişkilerini düzeltebilmek için ABD’nin “kendi ulusal çıkarlarını izlemesini ve İsrail’in fişini çekmesini” vurguluyor.
Bu durumla paralel midir “bilinmez” ama ABD’de 11 Eylül saldırılarını El Kaide’nin değil de İsrail’in gerçekleştirdiğine dair söylemler son dönemde kendisini daha fazla gösterir oldu. ABD Ordusu Savaş Akademisi’nin eski Stratejik Araştırmalar Direktörü Alan Sabrosky, katıldığı bir radyo programında saldırıları İsrail ve onun destekçileriyle gerçekleştirdiklerini çalışma arkadaşlarıyla tartıştıklarını anlattı.
Aynı şekilde BBC’nin eski Ortadoğu muhabiri Alan Hart da aynı programda İsrail’in saldırıları planladığını bildiğini söyledi. Hatta bağımsız başkan adayı olan Merlin Miller de saldırıların İsrail tarafından gerçekleştirildiğini öne sürdü.
11 Eylül’ü kimin gerçekleştirdiği önemli değil, tüm bu söylenenleri vurgulamamızın nedeni ABD, İsrail’i gözden çıkarma hesapları yapıyor olabilir mi? Elbette zaman neyin ne olduğunu gösterecek ama ortaya serilen argümanlar üzerinden de Ortadoğu’ya bakmakta fayda var.
* Bkz, Bu konu için Dr. Kevin Barret’in yazısını “Kissenger: 10 yıl içinde İsrail olmayacak” başlığıyla çeviren Timeturk.com sitesindeki makale