Sonuç olarak burada hikayeyi baştan aşağı belirleme kudretine sahip tek güç olarak, muhalefetin kapsam ve düzeyi ile politik hareketin kitlelere sirayet etme kudreti kalmaktadır. Sosyalist-muhalif basının bu noktadaki direnişçi tarihi, tüm bu koyu karanlığı parçalayacak güçtedir.
OHAL’in baskı ve katliam yöneliminin ulaşabileceği en üst mertebe olarak yaşanan açık faşizm koşulları, son olarak Gün Matbaa ve Özgürlükçü Demokrasi Gazetesi’ne yönelik gerçekleşen baskın ile yeni bir aşamaya ulaştı. 20 matbaa çalışanı tutuklanırken, yayınını sürdüren tek günlük Kürtçe gazete olan Azadiya Welat Gazetesi de basılacak matbaa bulamayarak dijital platformdan yayın hayatını sürdürmek zorunda kaldı. Dikkat çekici bir gelişme olarak, yaşanan baskın ve kapatma pratiğinin TMSF eliyle yapılması ve şirketsel faaliyetlerinin bahane edilmesi de, önümüzdeki süreçte KHK gibi en azından yasal çerçevesi olan enstrümanların dahi devreden çıkarılabileceği koşulların kapıda olduğunu gösterir nitelikte.
7 Haziran seçimleri ile birlikte AKP’nin sandık düzeyinde aldığı yenilgiden itibarenki tüm bir politik süreç, artan baskı ve şiddete; AKP ve Erdoğan’ın beka teminatı gördüğü savaş haline şahitlik etmektedir. Gelinen aşamada, 15 Temmuz’da gerçekleşen başarısız darbe girişimi ile daha da koyulaşan şekilde devlet, ilk olarak toplumsal muhalefetin en öndeki unsurları başta olmak üzere tüm bir karşıt cepheyi hedef tahtasına oturtmuş haldedir. Tüm bu süreç boyunca OHAL sadece AKP’nin ülkeyi yönetme biçimi haline gelmekle kalmamış ve hukuki ve siyasal yapıyı dönüştürmedeki temel silahı olmuştur.
Bu süreçte milliyetçilik ve din silahı ile kitleleri safına çekme çabası, Cumhur İttifakı adı ile zuhur eden faşist ittifakın tutkalı olmuştur. Kürt illerindeki özyönetim direnişlerine yönelik katliamlardan beridir süren Fırat Kalkanı ve devamında Zeytin Dalı Harekatı ile pekişen faşist ittifak, savaş konseptini sadece kitleleri birleştirme ve saflaştırma aracı olarak kullanmakla kalmamakta, saflarında durmayan tüm kesimlere de buradan saldırmaktadır. Görece muhalif duran birçok kesimi ise, bu savaş konsepti ile kendi çizgisinde buluşturmakta, Kürt düşmanlığı konsepti birleştirici platform olmaktadır.
2019’da planlanan seçimlere kadar AKP ve Erdoğan, siyasal bekasını ve tescilliği diktatörlüğünü artan baskı ve savaş yönelimi ile sürdürmeye çalışmaktadır. 16 Nisan referandumunun ardından korkusunun temeli olan “Hayır” cephesi bütünlüklü olarak ezilmek istenmekte, 2019’a silah ve savaşla birleşen sınırötesi operasyonlar, Kürt muhalefetine yönelik baskı ve Efrîn örneğinde olduğu gibi savaşla hazırlanma, yasal dönüşümlerle seçim hilelerini resmileştirme gayretine girişmektedir.
Özgür basın hedef tahtasında
Gün Matbaa ve Özgürlükçü Demokrasi Gazetesi’ne yönelik baskın da üstte yüzeysel olarak değindiğimiz çerçevede anlam bulmaktadır. Zira faşizmin binbir türlü saldırısından, yolsuzluklarından, Man Adası dolandırıcılığından, Efrîn’deki sivil katliamlarından ve bilcümle gelişmeden kitleleri bihaber bırakmanın tek aracı muhalif basını baskı altında tutmaktır. Bu anlamda AKP açısından tüm bir politik tarihinin Kürt Ulusal Mücadelesi ile ve onun karşısında alan kaybıyla geçtiği göz önünde bulundurulduğnuda, ilk hedefin Özgürlükçü Demokrasi olması şaşırtıcı değildir.
Burada dikkat çekici bir unsur olarak AKP’nin basın ve medya karşısındaki tutumuna da değinmek gerekmektedir. Özellikle son süreçte Demirören sermaye grubunun Doğan Grubu’nun elindeki basın ve medya kuruluşlarını, devletin sağladığı kredilerle almasıyla birlikte, neredeyse % 97’lere ulaşan bir tiraja varmıştır AKP medyası. Bu hali ile ÖSO’nun Efrîn’de yaşattığı katliamları YPG’ye yıkmakta, dünyanın takip ettiği Zarrab davasına değinmemekte, göstermek istediğini ilan, işine yaramayanı ise sümen altı etmektedir. RTÜK yasası ile de dijital medyayı da denetim altına alan AKP, bu süreçte birçok gazetenin internet sayfalarını da kapattırmıştır.
Tüm bu somut gerçeklerin işaret ettiği şekli ile devlet gelinen aşamada yaşattığı koyu karanlığa karşı kitlelerin bilinçlerini belirleme, gerçeği taşıma kapasitesi bulunan her ses, egemenlerce hedef haline gelmekte, baskı ve sindirme çabası ciddi bir saldırı konseptine dönüşmektedir. Sonuç olarak burada hikayeyi baştan aşağı belirleme kudretine sahip tek güç olarak, muhalefetin kapsam ve düzeyi ile politik hareketin kitlelere sirayet etme kudreti kalmaktadır. Sosyalist-muhalif basının bu noktadaki direnişçi tarihi, tüm bu koyu karanlığı parçalayacak güçtedir. Özgür Ülke’nin bombalandığı günlerden bu yana yüzlerce operasyon, kapatma, tutuklama furyasına karşı ezilenlerin dili ve sesi olan bir basın geleneğinin, kağıttan yaprakları ateşten silahlar gibi kullanan bir devrimci mevzinin, bu saldırıyı da boşa düşüreceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır.