Silahlı mücadele, sosyalist devrim ve demokratik devrim ilişkisi, sloganlarda esneklik
Gerek sosyalist ve gerekse demokratik devrim bir sürecin, büyük toplumsal-devrimci hareketin iki farklı sürecidir.
Birincisi ikincisi için bir hazırlık, ikincisi ise birincinin kaçınılmaz sonucudur. Bunun içindir ki Lenin, demokratik devrimi sosyalist devrimin ön sözü olarak niteler. Lenin’i yinelersek eğer ikisi arasına bir Çin seddi de konmaz, ama bir ve aynı devrim aşamaları olarak da görülemezler. Gerek Ekim ve Çin Devriminin dersleri ve gerekse ekonomik olarak geri kalmış ülke devrimlerinin deneyimi apaçık bir biçimde Lenin çözümlemelerinin lehine tanıklığını sürdürmeye devam ediyor.
Komünist Enternasyonal Programı proletarya diktatörlüğü yolunda devrimci geçişin başlıca üç biçimini saymaktadır.
Evrensel proletaryanın proleter devrimi, zaman ve nitelik bakımından birbirinden farklı oluşan bir dizi aşamadan ve süreçten geçer. Saf proleter devrimler olduğu gibi, bu devrimlerin daha geri biçimini ifade eden devrimci işçi-köylü diktatörlüğünü öngören devrimler ve demokratik halk diktatörlüğüne götüren biçimler de olacaktır. 1917 Ekim Devrimiyle Sovyetler, Fransa, Almanya, İngiltere, ABD gibi güçlü üretici güçlere ve yüksek düzeyde merkezileşmiş üretime sahip olan ülkeler birinci tipe örnektir. Buralarda, asıl olan, proletarya diktatörlüğüne dolaysızca geçiştir.
İkinci tipe başlıca örnekse, Portekiz, Polonya, Macaristan, Balkanlar gibi kapitalizmin gelişmesinin orta düzeyde olduğu ülkelerde, proletarya diktatörlüğüne doğrudan değil, dolaylı geçiş biçimi olarak işçi-köylü diktatörlüğü. Üçüncü tipe de Türkiye, Çin, Hindistan, İran gibi sömürge ve yarı-sömürge ülkeler örnektir.
Buralarda da proletarya diktatörlüğüne doğrudan değil, dolaylı geçiş biçimi yoluyla, demokratik halk diktatörlüğü yoluyla geçiştir.
Lenin, Ekim Devrimi için şöyle diyordu, devrimimiz; bazı temel çizgileri uluslararası önemdedir. Yani özgül ulusal değil, yani salt Rusya’ya özgü değil, evrensel önemdedir. Bu demektir ki, tam da bu bakış açısından hareketle ve yalnızca bu ölçüde Ekim Devrimi her ülke devrimi için bir standart oluşturmaktadır.
Ama dahası var: Ekim Devrimi der Lenin, tüm ülkeleri etkilemesi anlamında ise yalnızca bazı özellikleri açısından değil, tüm temel özellikleri açısından da uluslararası önemdedir.
Öyleyse; Birincisi, Ekim Devrimi bir standart, bir model oluşturmaktadır. Bu devrimin temel çizgileri her ülkede aynı olacaktır.
İkincisi, her ülkenin bu evrensel damar üzerinden kendine özgü somut gelişmesi olacaktır. Sürdürelim. Ekim Devrimi sonrası en büyük ikinci devrimci dalganın öncüsü Çin Devrimidir. Ekim proleter sosyalist devrimi ile Çin demokratik devrimi birçok noktalarda farklılık göstermektedir.
Rusya’da devrim, “şehirlerden kırlara” doğru bir rotada ilerledi. Çin’de ise bu güzergâh, “şehirlerin kırlardan” kuşatılması çizgisindeydi.
Rusya’daki devrim sosyalist, Çin’deki ise demokratik karakterliydi. Çin’de şehirlerin kırlardan kuşatılması stratejisi, uzun süreli savaş çizgisinde, uzun süreli ve dağınık halk-gerilla savaşıyla; Rusya’da ise şehirlerden kırlara akan devrim, toplu ayaklanma yolunu izledi.
Rusya’da devrimin kır, Çin’de ise şehir ayağı zayıftı. Rusya’da işçi sınıfı devrimin omurgasıyken, Çin’de köylülük devrimin temel gücü olarak rol oynadı. Çin’de milli burjuvazinin devrimci kanadı nesnel olarak devrimci birleşik cephenin stratejik bir müttefikiydi. Rusya’da tersi. Rusya’da sosyalist devrim, geçerken, demokratik devrimin sorunlarını çözdü.
Lenin’in Ekim Devrimi’nin Dördüncü Yıldönümü Üzerine’de işaret ettiği gibi, biz ilerlerken, geçerken, diyordu, demokratik devrimin sorunlarını proleter-sosyalist devrimimizin “yan ürünü” olarak çözdük. Çünkü diyecekti, burjuva demokratik devrimle sosyalist devrim arasında karşılıklı ilişki vardır ve birincisi ikincisine doğru büyür; ikincisi geçerken birincinin sorunlarını çözer. İkincisi birincinin eserini pekiştirir.
“Bütün komünistlerin ulaşmaya çalıştıkları nihai hedef, sosyalist ve komünist bir toplum yaratmaktır”
Çin’de ise özü toprak devrimi olan demokratik devrim, devrimin bu ilk aşamasının temel içeriğiydi ve esas olarak köylülüğün sorunlarını çözerek bir sonraki aşamaya evrildi. Rusya’da devrim, kapitalist bir ülkede (bu arada emperyalist) gerçekleşti; Çin’de ise sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal bir ülkede. Her iki ülkenin ekonomik ve toplumsal şekillenişi farklılık taşıyordu ve bu sosyo-ekonomik temel ayrım çizgileri farklı devrim tiplerinde karşılık buluyordu.
Aradan geçen bunca zaman sonra, tarihin sınavından geçen şu ki, Çin devrimi yarı-sömürge, yarı-feodal ülkeler için dayanılması gerek temel ve bir ilk örnektir. Rus devrimi ise sosyalist niteliği dolayısıyla geliş- kin kapitalist ya da orta kapitalist ülkelere yol gösterici bir örnek olarak tarihte yerini aldı. Elbette ki bu son açıklamayla Rus devriminin genel olarak devrimlere bir standart olmadığı sonucu çıkmaz. Tam aksine onun temel çizgileri üzerinde yükseldi Çin demokratik devrimi.
Rus devrim seçeneğinin ortaya koyduğu devrimin ilkeleri üzerinde yükseldi Çin devrimi. Yeni demokratik devrim: Proletarya önderliğinde geniş halk kitleleri tarafından emperyalizme, feodalizme ve bürokrat-kapitalizme karşı yürütülen devrimdir. Ya da, yeni demokratik devrim, proletarya önderliğindeki geniş halk yığınlarının anti-emperyalist ve anti-feodal devrimidir.
Böylesi ülkelerde devrimin birinci aşaması, yarı- sömürge, yarı-feodal ülkeyi demokratik ve bağımsız ülke haline getirmektir.
Bunun için de devrimin ilk perdesindeki temel görev, anti-feodal ve anti-emperyalist çelişmelerin çözümüdür. Yeni demokratik devrim hem ulusal hem de demokratik devrimdir çünkü, ülkeyi yarı-sömürge haline getiren emperyalistler ve uşaklarına karşı tutarlı bir bağımsızlık, ülkenin bağımsızlığı için savaşıyor; yeni demokratik devrim demokratiktir çünkü, başta geniş köylü kitleleri olmak üzere, ülkeyi ortaçağdan kalma feodal baskı ve sömürüden kurtarıp, toprak sorununu çözmek için savaşıyor ve yığınlara en geniş demokratik haklar sağlıyor.
Böylesi ülkelerde devrimin ikinci aşaması ise, “devrimin sürekliliği” Marksist önermesi gereğince, burada durmamak, devrimi daha ileriye, sosyalist devrim aşamasına ve oradan da altın çağ dediğimiz komünizm evresine ulaştırmaktır.
Mao, “bütün komünistlerin ulaşmaya çalıştıkları nihai hedef, sosyalist ve komünist bir toplum yaratmaktır” derken bu gerçeği dile getiriyordu. Stalin; ‘’Siyasi mücadele biçimleri, savaş sevk ve idare biçimlerinden de çeşitlidir.
Bunlar, ekonominin, toplumsal durumların ve kültürün gelişmesine, sınıfların durumuna, mücadele eden güçlerin karşılıklı ilişkisine, devlet iktidarının karakterine ve nihayet uluslararası ilişkilere vb. göre değişir.
Mutlakiyetçilik koşulları altında, kısmi grevlerle ve işçi gösterileriyle birleşen illegal mücadele biçimi, ‘’legal olanaklara‘’ var olduğunda açık mücadele biçimi ve işçilerin siyasi kitle grevi; örneğin Duma’da parlamenter mücadele biçimi ve zaman zaman silahlı ayaklanmaya kadar varan parlamento-dışı kitle eylemi, son olarak da proletarya iktidarı ele geçirdikten ve ordu da dâhil olmak üzere devletin tüm kaynak ve güçlerinden yaralanma fırsatı sağlandıktan sonra, devletsel mücadele biçimleri –proletaryanın devrimci mücadelesinin pratiği tarafından ortaya çıkartılan mücadele biçimleri aşağı-yukarı bunlardır” (Stalin SE 5 sf 146-14)
Üst üste gelen deneyimler ısrarla tanıtlamıştır ki, geride bıraktığımız yüzyılın mücadele biçimleriyle bir önceki yüzyılın mücadele biçimleri farklı olmuştur. Napoleon dönemindeki biçimlerle sonraki biçimler farklı farklıydı.
Geçmişten bugüne uzanan ekonomik ve toplumsal evrimleş- menin çok çeşitli uğraklarına tanık olan tarihsel süreç zinciri “hareketin kendi içinden kendiliğinden doğan” mücadele biçimlerinin çeşitliliğiyle doludur. Geçmiş Avrupa demokrasisinin tarihi ve Rus devrim tarihi bu çeşitliliğe en canlı, en zengin örnekler sunuyor.
Ve tabii ki, ikinci emperyalist savaş öncesi-içi-sonrasında gündeme gelen ve özellikle Çin, Vietnam, Kamboçya, Laos, Küba vb. devrim pratiğinde somutlanarak genelleşen uzun süreli ve dağınık halk gerilla savaşı biçimi gibi.
“Partinin önderliği yaşamsal önemdedir”
1840-1850’li yıllar, mücadelenin sokaklardaki barikat savaşları türünün Avrupa sosyal-demokrasisince benimsendiği yıllardı.
İkinci Enternasyonal’in egemenlik dönemi, yani barikat savaşlarının öneminin azaldığı ve bu savaş biçiminin büyüsünün bozulduğu dönemin hemen akabinde parlamentarizm ve sendikal hareket sınıf mücadelesinin başat biçimi halini aldı. 1905 ile birlikte, yani yeni bir barikatlar taktiği yaratan Moskova deneyiminden sonra eski yargısını gözden geçiren sosyal-demokrasi partizan savaşı denen bu yeni taktiği benimsemeye başladı. Dahası, bu biçimin yararlılığını kabul etmeye başladı.
Marks’ın “Fransa’da Sınıf Savaşımları” kitabına 1895 yılında yazdığı önsözde Engels, “1848’in savaşım tarzı bugün her bakımdan eskimiş, zamanı geçmiştir” diyordu. Zira, 1890’lı yıllarda çekicilik ve büyüsünü yitiren barikatlar savaş biçimi, yerini, mücadelenin barışçıl biçimlerine “proletaryanın siyasal ordularının az çok sakin gelişme koşulları içinde yetiştirilmesi ve eğitilmesi dönemi”ne bırakmıştı.
Uzun bir aradan sonra ise bu biçim yerini partizan savaşı dediğimiz sınıf savaşımının yeni biçimine terk ediyordu Ve en sonu, 20. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren, daha başkalarını saymazsak, Çin devriminin yarattığı yeni bir biçim tüm ehemmiyetiyle günümüzün savaş biçimi olarak sömürge, yarı- sömürge ve yarı-feodal ülkelerde devrimin zaferini sağlayan yolda temel biçim olarak tarihte yerini aldı.
Bu biçim; II. Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesi-içi-sonrası ve özellikle dünyanın “kırları”nda, emperyalist sistemin cephe-gerisi olarak adlandırılan, emperyalist sistem zincirinin bu en zayıf halkalarında fırtına gibi esen uzun süreli ve dağınık halk-gerilla savaşı biçimiydi. Bu biçim, şehirlerin kırlardan adım adım, küçükten büyüğe, basitten karmaşığa, başlangıcından zafere dek silahlı mücadele araçlarıyla, mücadelenin şiddet biçimlerinin zoruyla, uzun süreli, üs merkezli, çetin, engebeli bir savaşım ile kuşatılması stratejisinin özgüllüğüyle ortaya çıktı. Bu demektir ki, gelişmenin çeşitli evrelerinde, tarih içinde değişik, yeni, alışılmadık biçimler kendilerini baş ve belirleyici rolde ortaya koyabilmektedir.
Asıl sorun, Öncü’nün görevi, hareketin kendi içinden ortaya çıkan bu biçimlere egemen olmak, bu biçimlerin doğru, yaratıcı teorik sentezine varmak, bunları, sınıf mücadelesinin amacına uygun tarzda yönlendirmek olmalıdır. Bu mücadele biçimlerine “egemen olmak”, bu biçimleri “genelleştirmek, örgütlemek, bilinçli kılmak” Öncü’nün temel işlevidir. İnsanın dinamik rolü denen şey tam da bu noktada zaruret halini alır.
Yaşamın yaratıcı devrimci eyleminin ortaya çıkardığı bu biçimleri saptamak yetmez; bunlara egemen olmak, yığınları bu doğrultuda eğitmek, seferber etmek ve nihayet, ortaya çıkan ve saptanan bu biçimlerin proletaryanın hizmetinde en iyi biçimde kullanmayı ve son olarak, bunlardan ustalıkla, akılcı bir biçimde yararlanmayı, bu biçimlerle yan biçimler arasında uyum ve bağlantıyı sağlamada bilinç öğesinin, yani partinin önderliği yaşamsal önemdedir.
Ve Lenin bunu siyasal hedefe varmada taktik olarak belirlenen siyasal sloganın önemi üzerinde durarak şöyle diyordu, “Başarımız bir yandan siyasal durumu doğru değerlendirmemize, taktik sloganlarımızın doğru olarak saptanmasına ve öte yandan da işçi yığınlarının gerçek savaşımcı gücünün bu sloganları desteklemesine bağlıdır. Partimizin bütün örgütlerinin ve bütün gruplarının, tüm düzenli günlük çalışmaları, propaganda, ajitasyon ve örgütlendirme çalışmaları, yığınlarla bağların sağlamlaştırılmasına ve genişletilmesine yönelmiştir. Hiç kuşku yok ki işçi sınıfının eğitimi ve örgütlendirilmesi için yapacak çok, pek çok şey var… Sosyal demokratlar için yığınlara önderlik etmekte doğru taktik sloganlara sahip olmak, bugün son derece büyük bir önem
taşımaktadır. Devrimci bir dönemde, ilkelere dayanan sağlam taktik sloganların önemini küçümsemek kadar tehlikeli bir şey olamaz. Proletaryayı yönetmek isteyen ve olayların kuyruğunda sürüklenmek istemeyen parti için, doğru taktik kararların büyük bir önemi vardır.” (Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği, Sol Yayınları, s. 8-9)
Lenin’in sözleriyle, “gücümüzün yettiği kadar, hayatın zorunlu olarak ortaya çıkardığı yeni mücadele biçimlerinin doğru teorik değerlendirmesine katkıda bulunmayı ve bilinçli işçilerin bu yeni ve güç sorunu gerektiği gibi ele almalarına ve doğru bir çözüme varmalarına engel olan hazır kalıplar ve önyargılarla amansız biçimde mücadele etmeyi görev biliyoruz.”
20. yüzyılın devrimler tarihi tartışma götürmez bir yalınlıkla tanıtlamıştır ki, emperyalizmin cephe gerisi olarak adlandırılan dünyanın “kırları”nda silahlı mücadele, atmosferin bu toprak parçasında nesnel koşulların zorlayıcı baskısıyla ortaya çıkmıştır; ve bu biçim, günümüzün “olmazsa olmaz” gerçeğidir.