Güncel

Barut davası ve odun hırsızlığı

Muhlis Barut adını belki duymuşsunuzdur. Ekim 2010’da karaciğer kanseriyle mücadele ederken yeşil kartının güncellenmemesi üzerine “toplum” sağlığı merkezini ruhsatlı silahıyla basarak etrafa ateş açan Muhlis Barut, İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 16 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. O günden beri hapishane ve hastane arasında mekik dokuyan Barut’a geçtiğimiz Nisan ayında doktorlarca 6 ay ömür biçildi. Ailenin tüm imkânsızlıklara rağmen babalarının hiç değilse son günlerinde yanlarında olması için giriştiği mücadeleye ve Cumhurbaşkanı Gül ’ün devreye girdiği yönündeki haberlere karşın, hâlâ bir çözüm üretilmiş değil. Doktor raporlarınca hastalığı ölümcül bir aşamaya geldiği belirtilen ve hapishane şartlarında gereğince tedavi göremeyen bir mahkûmun, serbest bırakılmasında zaten tartışılabilecek fazla bir şey yok ama Muhlis Barut davası başka açılardan da çok önemli.

Medya ve iktidarın tutumu

Karaciğer kanseri gibi ciddi bir hastalıkla mücadele ederken tedavi olabilmek için elindeki tek imkan olan yeşil kartı elinden alınan bir insanın içinde bulunduğu durumu göz önünde bulunduracak olursak, ilkin şunun altını çizmek durumundayız: Evet ortada bir suçlu var fakat bu suçlu sanıldığı gibi Muhlis Barut değil! Kaldı ki temel sorun da Barut’un sözde “toplum” sağlığı merkezinde etrafa ateş açması değil. Toplumun küçük bir kesiminde ciddi bir zenginlik artışı yaşanırken, geri kalan büyük kesimin en temel sağlık hizmetlerinden bile hakkıyla yararlanamaması gibi büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Nitekim bu noktada sorun, zaten ölüme terk edilen Barut’un kendisinden beklenildiği üzere intihar etmek yerine, bir şekilde sesini duyurma çabasında somutlaşıyor. İntihar etmesi durumunda sorun intihar sosuyla medyada bir süre ısıtıldıktan sonra unutulmaya yüz tutacaktı. Ama Barut yapacak hiçbir şeyi olmadığı halde yaşamak için mücadele vermeye kalkışınca kendisini hapiste buldu!

Tüm bunlara rağmen sorun yine de medyada 5 N 1 K’nın ötesinde ele alınabilmiş değil. Barut’un kızı Gönül Barut’un çığlıkları ‘tutukluya af talebi’ şeklinde yankı bulurken, Cumhurbaşkanı’nın devreye girdiği yönündeki haberlerle gönüllere su serpildi.

Muhlis Barut’un çok temel bir hak olan sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkının elinden alınması yüzünden bu hallere düştüğü unutulunca, sorunu benzer durumlarda olup sesini duyuramayan insanlarla birlikte ele almaya gerek de kalmadı. Biz medya-iktidar ilişkilerini tartışaduralım, tüm toplumsal-ekonomik-politik arka plandan soyutlanarak oluşturulan hap formundaki enformasyonlar görevini layıkıyla yerine getirdi. Sorun tutuklu bir hastanın af talebine indirgendi!

Muhlis Barut davası her şeyden önce bu ülkenin vicdanlı insanları için utanç verici bir dava. Zaten devlet tarafından ölüme terk edilen bir insanın ailesiyle vedalaşma hakkı için yine devletten ricacı olmak zorunda bırakılmasının ayıbı hepimize yeter. Kaldı ki fazlasıyla gecikmiş tahliyenin ya daha da geç kalacağı ya da Barut’un ölümüne çok yakın bir süre önce bir ihsanda bulunurcasına sağlanacağı geçmiş tecrübeler ışığında öngörülebilir.

Marx’ın odun hırsızlığı

Muhlis Barut davası bunların da ötesinde hukuk kavramının ve mahkemelerin hangi amaca hizmet ettiğinin yeniden sorgulanması adına kilit önemde bir dava. Ve bu açıdan Marx’ın hayatında ciddi bir dönüşüme yol açan ‘odun hırsızlığı meselesi’yle ciddi paralellikler gösterir. Dönemin Almanyası’nda geleneksel normlarca köylüye bir hak olarak tanınan ortak kullanım alanlarındaki odunların toplanmasının hırsızlık olarak yasalaşması, Marx’ı devletin ve hukukun kimin yanında olduğunu sorgulamaya götürür. Marx’ın çok geçmeden kavradığı gibi söz konusu mekanizmalar yoksul insanların değil, büyük mülk sahiplerinin yararına hizmet etmektedir. Ve buradan bakınca odun hırsızlığı yasası, basit bir yasa olmaktan çıkar. Yazdığı Rheinische Zeitung isimli gazete büyük ölçüde toprak ağaları ve yeni gelişmekte olan sanayi sınıfı tarafından finanse edilse de Marx sesini çıkarmaktan vazgeçmez, sorunun basit bir yasama faaliyeti olarak görülemeyeceğini anlatır.

Bu açıdan baktığımızda Muhlis Barut davası kesinlikle basit bir dava değil. Aksine insani şartlarda yaşama olanağı sağlanmayan ve en temel hakları bile neredeyse ihsan olarak sunulan milyonlarca insanın, üstüne üstlük devlet tarafından hukuk yoluyla susturulması davası. Ayrıca sorunun olanca ağırlığına ve büyüklüğüne rağmen, gerek sorunu kökünden kavramaya yönelik bir girişimin, gerekse sadece insan olmaktan kaynaklanan bir vicdan mekanizmasıyla olaya yaklaşma yönündeki bir tutumun olmaması ya da medya tarafından yokmuş gibi gösterilmesi, daha da ciddi bir sorun olarak önümüzde duruyor. Soruna basit bir adli dava gibi yaklaşan ve kişisel bir sıkıntının ötesinde bir şey göremeyen medyanın dikkatini çekebilmek bu haliyle oldukça güç olduğu gibi, yapılabilecekler de oldukça sınırlı. Elbette Muhlis Barut’un ömrünün son günlerini ailesiyle birlikte geçirmesi için elimizden geleni yapmalıyız ama sorunun Barut’la sınırlı olmadığını da hatırımızdan çıkarmamalıyız. Aksi takdirde Muhlis Barut davası ilk olmadığı gibi son da olmayacak…

Barut’un tahliyesi için başlatılan imza kampanyasına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz: http://imza.la/muhlis-barut-a-ozgurluk

Kaynak: Radikal İki-9 Eylül 2012- Yasin Usta/Marmara Üni., Sosyal Bilimler Enstitüsü Y.L.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu