1980 sonrası uygulanan gevşek maliye politikasıyla bütçe açığını dayalı kamu maliyesi yönetimi 1994 ve 2001 krizlerini ortaya çıkarmıştı. Öyle ki, bütçenin % 45’i borçlara ayrılıyordu. 2011 krizi sonrası bu kamu finansman politikası değiştirildi. En çok duymaya başladığımız ifadelerden biri de “mali disiplin” oldu. Bütçenin denkleşmesi en önemli mesele olarak görüldü. Bu süreçte de halkın bütçeden doğan hakları “faiz dışı fazla” adı altında gasp edildi. Seçilen modelde cari açık normal karşılanıyor, devlet yerine özel şirketler borçlandırılıyordu. Özelleştirmelerde rekorlar kırıldı, aşırı dış borçlanma olağan sayıldı, kamu fonları kendi amaçları dışında yaygın olarak kullanıldı.
Görünen o ki, artık bu model de ihtiyaca cevap vermemektedir. Hem cari açık hem de bütçe açığı çevrilemez duruma gelmiştir. Bunun için de daha yüksek faizle borçlanma veya vergi artışı adı altında sürekli fahiş miktarlarda zam yapılması gerekiyor. Kapitalist ekonomide halkın çıkarına olabilecek şekilde uygulanabilecek bir yol yöntem yoktur. Vergi artışı, sömürünün katlanması demektir. Borçlanma da sonuçta halka ödettirildiği için aynı anlama gelmektedir.
Eylül ayının son ve Ekim ayının ilk haftası açıklanan ekonomik veriler ve kanun tasarıları bu dediklerimizin hepsini doğrular nitelikteydi. Bu süreçte Orta Vadeli Program (OVP), 130 maddeden oluşan “Bazı vergi kanunları ile kanun ile KHK’larda değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısı” başlığını taşıyan ve kamuoyunda torba kanun denilen tasarı ve Sayıştay raporları açıklandı. Aynı günlerde de enflasyonun çift haneye % 11’e çıktığı belirlendi. Bütün bunların hem birbirinin kendi içinde hem de birbirleriyle bağlantı içinde ayrıntılı incelenmesi bize hükümetin emperyalist tekellere çok uluslu şirketlere ve kendi yandaşlarına çektiği peşkeşleri göstermektedir. Ekonomik/mali anlamdaki sıkışmışlık artık hiçbir şekilde saklanamamakta, kurulan rant ve yolsuzluk sisteminin milliyetçi duygular sömürülerek yoksullara yönelik soygunun vergi adı altında meşrulaştırılmaya çalışıldığı görülmektedir.
2018-2020 aralığını kapsayan OVP’da büyüme hedefi % 5.5 olarak açıklandı. Bunun hayali bir hedef olduğu hemen peşi sıra açıklanan torba kanun tasarısında ortaya çıkan bütçe açığı, nakit para sıkıntısı ve sayıştay raporuyla belgelenen en aşağıdan en yukarıya devletin her katındaki yolsuzlukla bu büyümeye kaynak aktarılamayacağı için açıktır. Nitekim OVP açıklanır açıklanmaz kredi derecelendirme kuruluşu Mody’s bütçe gelirlerinin OVP’de öngörülenin altında kalacağını ve 2018 boyunca devletin kredi notu üzerinde baskı yaratacağını ve 2018 boyunca devletin sürekli olarak borçlanma ihtiyacı içinde kalacağını vurguladı.
Bunlara ek olarak vurgulayıp geçeceğimiz bir konu da Erdoğan’ın bütün ekonomik sorunların karşısına “yüksek faiz” ve “faiz lobisi”söylemiyle çıkmasıdır. İslamiyetin, faiz konusundaki yasaklarından faydalanarak halkın dini duyguları istismar edilmekte, diğer yandan da “suçlu” kendileri dışındaymış gibi yansıtılmaktadır. Nitekim, enflasyonun % 11 olarak açıklanmasıyla birlikte Erdoğan “faiz yüksek olursa enflasyon da yüksek olur” deyiverdi. Oysa ki, tarımın çökertilmesi, küçük üreteciliğin bitme noktasına getirilmesi sonucu artık birçok temel gıda maddesi dahi ithal edilmekte, bu da gıda fiyatlarının döviz kuruyla da bağlantılı olarak artmasını getirmektedir. Yüksek dış borç, yüksek enflasyon ve yüksek kamu açığı faizlerinin yükselme nedenidir. Erdoğan’ın açıklaması üzerine Sabancı Üniversitesi kürsü Başkanı Prof. Özgür Demirtaş, twetter hesabından “faiz düşerse enflasyon düşer söylemi baştan sona yanlış, ekonomi bilimine ters” diye yazdı. (Ö. Demokrasi, 5 Ekim)
Bütün bunlar açıklanan OVP’nın hedeflenen ekonomik büyümesi yakalayamayacağını göstermektedir. Fakat OVP ile gündeme gelen tek konu bu değil. Tarıma yönelik “Arazi Bankacılığı” ve “Su Kullanımı” yasaları getirildiği açıklandı. Arazi bankacılığı ile büyük ölçekli tarımsal işletme modeline geçiş desteklenecek. Arazi toplulaştırma projeleri hızlandırılacak. Şu ana kadar ki tarımsal uyum projelerine direnebilen küçük işletmeler varsa bu uygulama onlara büyük bir darbe vuracak.
Su kanunu ile de doğadaki suyun tamamen ticarileştirilmesi amaçlanıyor. Yani, hem tarım hem de doğa bütünüyle sermayeye açılmış olacak, yapılan düzenlemelerle tam anlamıyla bir yağma yaşanacak. Bu nedenle tarımsal sorunlar üzerine yoğunlaşmak ve ekolojik çelişkilere yoğunlaşmak bu dönemin politikaları açısından büyük önem taşımaktadır.
Yolsuzluk, rant ve saldırılar halkın vergileriyle karşılanıyor!
Torba kanun tasarısının 130 maddeden oluştuğunu vurguladık. Her zamanki gibi yaşamın pek çok yanını etkileyen düzenlemelerin hepsi tek bir “torba”ya atılarak gözlerden uzak bir şekilde geçirilmesi hedefleniyor. Böyle zamanlarda da genelde torba kanun tasarısından bir madde öne çıkarılarak diğerlerinin tartışılması engelleniyor. Tıpkı bu sefer Motorlu Taşıt Vergilerinin % 40’a çıkarılmasının öne çıkarılması gibi. Elbette ki bizim tüm bu maddeleri inceleyebilme şansımız yoktur. Fakat Cumhuriyet gazetesi yazarı Çiğdem Toker’den yararlanarak kısaca şöyle toparlayabiliriz; Torba kanun tasarısında “uçağa binen herkesin kişisel verilerini işleyip” “paylaşmaktan” özel eğitimli silahlı güvenlik görevlisi bulundurmaya, Saraçoğlu mahallesinin satışından WhatsApp vergisine, İslami finansman kapsamındaki mudaraba-muşaraka araçlarının kullanımından fikir sanat eseri çoğaltan cihaz ithalatçılardan kesilen paraların bütçeye aktarılmasına, ek bütçe kanunu ile getirilmesi gereken 37 milyar TL borçlanmanın oraya sıkıştırılmasına kadar upuzun bir liste var. (3 Ekim 2017)
Elbette ki, geçtiğimiz yasama döneminin sonunda yapılan iç tüzük değişikliği ile AKP-MHP koalisyonu bu gibi kanunların hızlı bir şekilde geçirilmesini sağlayacak önlemleri almışlardı.
Şimdi torba yasada ve sayıştay raporunda hem mevcut ekonomik durumu ve hem de halkın sırtına bindirilmek istenin yüklerin bazılarına yakından bakalım:
1) Torba kanun tasarısı ile kendi yasalarını çiğniyorlar!
Meclise gönderilen torba yasa ile Hazine’nin borçlanma limitine 37 milyar TL’lik ilave yapılması öngörülüyor. Bu ilave “Kamu finansman ve borç yönetimi yasası”na aykırı olarak yapılıyor. Yasaya göre bütçenin başlangıcında açıklanan borçlanma limiti değiştirilemez. Buna göre 2017 bütçe yasasında gelir ve gider arasındaki fark 47.4 milyar liradır. Borçlanma da bunu ayamaz. Beklenmedik durumlar için Bankalar Kurulu kararı ile % 5 daha borçlanılabilir. Bu da 2017 için borçlanma limitinin en üst tavanını 52.3 milyar TL yapıyor ki, mevcut durumda dahi hazine bunu aşmış durumdadır.
Torba yasa ile borçlanma limiti 84.5 milyar liraya çıkarılmak isteniyor. Bu artırım yasalara göre suçtur. Fakat bunun ötesinde farklı burjuva ekonomistlerinin de dikkat çektiği konu bu fazla harcamaların nereye yapıldığının açıklanmamasıdır. Hazine adına yapılacak bu borçlanmalarla resmi olarak ödenmesi mümkün olmayan alacaklılara ödeme yapılıp yapılmayacağı soruluyor. Akla özellikle 2010 yılından sonra Körfez ülkelerinden gelen kayıt dışı paraların geri ödenmesi geliyor. Suudi Arabistan ve Katar bu konuda başı çeken ülkelerdi.
(Devam edecek)