Makaleler

Savaş ve işgal tezkeresine HAYIR!

Ortadoğu, bir kez daha Kürtlerin merkezinde yer aldığı, yeni ve sarsıcı gelişmelere ev sahipliği yapıyor.

Suriye’de çatışmaların başladığı günden bu yana, esasta Rojava’da yürüttükleri mücadele ve ortaya koydukları taktiklerle kendini örgütleyen ve yeni bir statü kazanarak bunu adım adım kurumsallaştıran Kürtler, şimdi de Federe Kürdistan Bölgesinde referandum tartışmalarıyla Ortadoğu’nun başlıca tartışma başlığı haline gelmiş durumda.

Söz konusu tartışma, aynı zamanda her gücün Kürtlerin kazanımları konusunda nerede durdukları konusunu da açıklığa kavuşturuyor. Kürtlerin inkârı, asimilasyonu ve imhasının TC’nin üzerinde yükseldiği temel kolonlardan birini oluşturması gerçekliği, gerek sınırları içinde gerekse de dışında bugünkü politik duruşunun ve yaklaşımının nedenlerini de ortaya koyuyor.

Osmanlının bağrından yeni bir devlet inşa ederken, öncelikli düşmanlarından kurtuluncaya kadar “ortak vatan” söylemini dillerine pelesenk eden Kemalistlerin, TC’nin kuruluşuyla beraber tüm hışmı ve düşmanlığıyla Kürtleri hedef tahtasının başına koydukları bilinen bir gerçek.

Bu çizgi, hangi parti hükümete gelirse gelsin Türk hâkim sınıflarının değişmez politikası olagaledi. AKP’nin Kürtlere yönelik tahammülsüzlüğünü ve katliamcı politikalarını bu çerçevede yorumlamak gereklidir. “Tek millet”, “tek devlet”, “tek vatan” söylemi, TC devletinin kurucu iradesinin temel şiarı, bu konudaki siyasetinin özeti niteliğindedir. Bu tekçilik, sınıf mücadelesinin andaki durumuna, hâkim sınıflar arasındaki güç dengelerine ve uluslararası konjektüre göre farklı biçimlerde karşılık bulsa da özü hiçbir zaman değişmedi.

2002 yılından bu yana ortaya koyduğu icraatlar, AKP iktidarının Komprador Burjuvazi ve toprak ağalarının Kürtlere yönelik stratejik tasarrufunun güncellenmesinden ibarettir. Özellikle çözüm sürecinin sona ermesiyle birlikte AKP iktidarı, yüzündeki sahte maskeyi bir kenara fırlatarak egemen sınıfların gerçek tutumunu tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Nusaybin, Cizre, Sur vd. yerlerdeki öz yönetim direnişlerine yönelik taş üstünde taş bırakmayan, kitle katliamlarına yönelen vahşi pratikler bunun göstergesi olmuştur. Gelinen aşamada, Türk hâkim sınıfları bir yandan içerde sınıf mücadelesinin yükselen tansiyonu, keskinleşen çelişkileriyle kuşatılırken diğer yandan Rojava’da Kürtlerin kazanımları karşısında aciz kalmanın şokunu yaşıyor.

AKP iktidarı bu tablo içinde, tıpkı kendisinden öncekiler gibi sınıf mücadelesinin yükselen alevlerine soğutucu ve bölücü bir etkide bulunmak üzere Kürt düşmanlığını, topluma enjekte ettiği şovenizm zehri eşliğinde öne çıkarıyor. Böylece bir yandan emekçi yığınlar arasına şovenizm eliyle çitler örüyor, onları ayrıştırıyor, egemenlere yönelik birlikteliklerini zayıflatıyor diğer yandan iktidar katında saltanatını sürdürmek için gerekli ittifakı sağlayacak bir zemin yaratıyor. Ergenekoncuların serbest bırakılarak T. Kürdistan’ındaki yıkım ve katliamda aktif bir şekilde kullanılmaları, Perinçek ve MHP ile yapılan mutabakatlar bunun küçük bir örneği.

 

Tezkere ile seçimlerine hazırlık!

AKP, Mesut Barzani’nin referandum talebini, 2019 seçimlerine yönelik çekmecede beklettiği konsept için bir payanda haline getirmenin peşinde. Meclisten AKP-MHP ve CHP’nin oylarıyla geçen (23 Eylül) Irak ve Suriye tezkeresinin en önemli amaçlarından biri de bu! AKP/R.T. Erdoğan, Başkanlık rejimine geçiş sürecinde önemli bir merhale olarak gördüğü 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimini, “olağan” koşullarda bir seçim olarak yaptırmamaya kararlı görünüyor. Şiddet, tehdit, kutuplaşma ve savaşla ortaya çıkan gerilim olmadan AKP, iktidarda tutunamayacağının farkında. Irak’a ve Suriye’ye yönelik gerçekleştirilecek bir işgal böyle bir operasyon yapılmasa bile bunun olasılık olarak sürekli gündemde tutulması; AKP/R.T.Erdoğan’ın Başkanlık rejimini yaşama geçirilebilmesi adına kurduğu ittifakın sürdürülebilmesi ve milliyetçiliği/şovenizmi körükleyerek tabanını konsolide edilebilmesi açısından önem kazanıyor.

AKP, bir savaş atmosferi içinde toplumsal muhalefeti bölerek, muhalefet üzerindeki baskıyı ve halka karşı terörü tırmandırarak kendine uygun bir seçim ortamı hazırlamak istiyor. Bu savaş tezkeresi Türk, Kürt uluslarından ve çeşitli milliyet ve inançlardan; cins ve kimliklerden Türkiye halkına karşı çıkarılmıştır. Her gün çığ gibi yükselen işsizliği, açlık ve yoksulluğu, “milli menfaatler”, “devletin çıkarları” adı altında gizlemek içindir.

Mecliste kabul edilen tezkere, AKP’nin Ortadoğu’da cihatçı çetelerle kurduğu ilişkiler ve Rojava’nın işgali için de elini güçlendirecektir. AKP, 14-15 Eylülde Astana’da yapılan görüşmelerden çıkan “İdlip’te çatışmasızlık bölgesi oluşturulması” kararını da kendisine dayanak yaparak, cihatçı çetelerle İdlip bahanesiyle Rojava’ya yönelik askeri işgal hazırlıkları yapıyor. 16 Eylül’den bu yana Antakya-Reyhanlı’da Suriye sınırına gerçekleştirilen büyük sevkiyat Irak sınırında yapılan tatbikatın aksine kamuoyundan gizleniyor.

CHP tezkereye evet oyu vererek söz konusu Kürtler olduğunda, düşmanlığın baki diğer her şeyin teferruat olduğunu bir kez daha gösterdi. Tezkere meclisten görüşülürken savaş ve işgal karşıtlığından dem vuran CHP sıra oylamaya geçildiğinde tıpkı HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması sırasında olduğu gibi “korkunç ama evet” tavrını aldı. Bu durum kuşkusuz şaşırtıcı olmamıştır.

Zira, CHP AKP’yle iktidar mücadelesini devletin bekası, kırmızı çizgisi ekseninde sürdürüyor. CHP için temel olan “devletin birliği” ve “bölünmez bütünlüğüdür”. Kürtlerin her talebini buna tehdit olarak gören devlet aklının ta kendisidir CHP! CHP’nin demokratlığının sınırları Kürt sorununda kritik dönemeçlerde daha görünür olmaktadır. Sözgelimi, özyönetim direnişlerinde de CHP, AKP iktidarının gerçekleştirdiği katliamlara sessiz kalmış, AKP’ye destek vermişti.Bu anlamda AKP ile çelişkileri ne kadar derin olursa olsun CHP, mevzu bahis Kürtler olduğunda devlet-i Ali’nin kutsal çizgisinde hizaya gelmekten asla imtina etmeyecektir.

 

Kürtlere karşı Kutsal İttifak

İlkin Kasr-ı Şirin akabinde Lozan anlaşmasıyla dört parçaya ayrılan Kürtlerin, her türlü ulusal talebi ve kazanımına bölgedeki tüm gerici devletler adeta tek bir koro halinde karşı koyuyor. Kürtlerin değişimi, demokratikleşmeyi zorlayan her adımı, doğrudan bölgedeki işbirlikçi, uşak devletleri hedeflediğinden egemen sınıfların öfkesini topluyor. Mesut Barzani’nin referandum açıklamasına yönelik tepkilerde bu gerçeği bir kez daha pratikte sınamıştır.

New York’ta, BM Genel Kurulunda TC, Irak ve İran’ın dışişleri bakanlarının bağımsızlık referandumuna karşı yayımladıkları ortak bildiri bunun son örneği olmuştur. Her üç devletin referandumu engellemeye yönelik askeri işgalleri de içeren söylem ve yönelimleri, Kürtlere karşı Ortadoğu’da kurulan kutsal ittifaka dikkat çekiyor.

Söz konusu referandum karşısında, devrimci, ilerici güçlerin tutumu, her ulusun kendi devletini kurma hakkına sahip olduğunun altının çizilmesi şeklinde olmalıdır. Her ulusun kayıtsız şartsız, kendi kaderini belirleme yani özgürce ayrılma ve kendi devletini kurma hakkına vardır. Bu hakka yönelik her müdahale ve girişim ulusun iradesinin gasp edilmesi anlamına gelir.

Savaş tezkeresine gerekçe yapılan referandum, sosyal şovenizmin yığınlara empoze edilmesi aynı zamanda emekçilerin birliğinin parçalanması için bir fırsata dönüştürülmek istenmektedir.

Buna karşı ilerici, devrimci, yurtsever güçlerin en geniş ittifaklarla yan yana gelmesi ve güçlü bir duruş ve karşı koyuşu örgütlemesi kaçınılmaz hale gelmektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu