AKP iktidarının Allah’ın lütfu, 15 Temmuz darbe girişimiyle yürürlüğe soktuğu uygulamaların üzerinden iki yıl geçti.
Geçen süre içinde hemen her alanda kendi darbesini yaşama geçirerek devletin tüm organ ve kurumlarını ihtiyaçları ekseninde yeniden dönüştürmek üzere harekete geçen AKP iktidarı, epeyce yol almış bulunuyor. Son çıkarılan KHK (693 ve 694 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler) bu sürecin birer devamı niteliğinde. Bu dönüşüm, yeniden yapılandırma sürecinin yeni adımlarla devam edeceğine ise şüphe yok.
Söz konusu KHK ile MİT Müsteşarının sorumluluğu Başbakandan alınıp, Cumhurbaşkanına verildi. MİT Müsteşarı hakkında soruşturma yapılması Cumhurbaşkanının iznine bağlandı. Devletin çıkarlarının veya görevin gizliliğinin zorunlu kıldığı hallerde MİT mensuplarının, MİT’te görev yapmış olanların tanıklığı MİT Müsteşarına, MİT Müsteşarının tanıklığı ise Cumhurbaşkanının iznine bağlandı.
Diğer yandan Bakanlıklar ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve yükümlülüklerini yerine getirmesiyle ilgili koordinasyonu sağlamak ve istihbarat çalışmalarının yönetilmesinde temel görüşleri oluşturmak, uygulamayı belirlemek üzere Cumhurbaşkanı başkanlığında Mili İstihbarat Koordinasyon Kurulu (MİKK) kuruldu. Tüm bu tasarruflarla AKP/Erdoğan, MİT üzerinde tam tahakküm sağlamayı hedefliyor. Zira R.T. Erdoğan, başkanlık rejimi kapsamında devletin, sistemin tüm kurumlarını tek bir merkezden, tek elden yönetmek istiyor. Çeşitli amaçlar için kurulan organ ve kurumların sürekli bir biçimde yeni isimler altında Başkana bağlanacak şekilde birleştirilmesi, ortak yönetim mekanizmalarının kurulması da bu yüzden. Kuşkusuz tüm bunlar R.T. Erdoğan’ın aynı zamanda büyük bir korku içinde olduğunu da gösteriyor.
Anlaşılıyor ki R.T. Erdoğan, adeta istim üstünde, bıçak sırtında yol aldığının farkında. Korku üzerine inşa ettiği imparatorluğun esiri olmuş durumda. Her an en yakındakinden gelebilecek bir taarruz korkusu ile yaşıyor. Bu da sistemin tüm organ ve kurumlarıyla sarayın denetimine alınmasına neden oluyor. Oysa gücün, iktidarın bunca merkezileşmesi aynı zamanda hükümdarın, kumdan kaleler üzerinde yaşamasına neden oluyor. Zira böylesi bir durumda sarayda iktidarı ele geçiren bir bütün olarak gücü, hegemonyayı da ele geçirmiş olacak! Elbette bunun biçim ve zamanını politik dengeler belirleyecek.
Sınıf Çelişkileri Ağlarını Örmeye Devam Ediyor!
Her geçen gün iç ve dış politikada daha fazla köşeye sıkışan, manevra kabiliyeti daralan R.T. Erdoğan’ın kullanım süresinin bitmesiyle “Saray”a veda edeceğine şüphe yok!
Bu bakımdan TC tarihi zengin ders ve deneyimlerle doludur!
İlan edilen OHAL ve KHK rejimiyle birlikte işçi sınıfı ve emekçilere yönelik dizginsiz bir sömürü azgın bir devlet terörü, gözaltı ve tutuklama furyası başlatan AKP iktidarının, kimi mesafeler kat etse de bir bütün olarak hedefine ulaştığını söylemek zor. İşçileri, Kürtleri, Alevileri, kadınları ve LGBTİ+ları bir türlü sindirip teslim alamayan, tüm baskı ve zora rağmen özgürlük ve kurtuluş umudunu yok edemeyen; askeri ve siyasi operasyonlara rağmen ne devrimcileri ne de gerillayı yok edemeyen AKP iktidarı, büyük bir erozyon yaşıyor.
Hemen her konuda söz söyleyen, hem AKP’nin hem de devletin başındaki, asker ve polisin, istihbarat ve yargının kudretli hükümdarı her şeye karşın geleceğinden emin olamıyor. Zira, sınıf çelişkileri, her geçen gün keskinleşmeye, ağlarını örmeye, yaralarını sarmaya ve yeniden su yüzüne çıkmaya devam ediyor. Bu durum AKP/Sarayı, KHK’larla daha fazla saldırmaya zorluyor. Bunun sonucunda daha geniş yığınlar, faşist diktatörlüğün gerçek yüzüyle karşı karşıya gelmiş oluyor. Ağar yetiştirmesi Süleyman Soylu, Nisan’dan sonra gerillanın tasfiye edileceğini, Kürt halkının ise “PKK’nin adını bile ağzına almaya cesaret edemez hale getirileceğini” tantanalı biçimde ilan etti sayısız kez. Oysa bugün, gerilla eylemleri faşist diktatörlüğün kâbusu haline gelmiş durumda. Gerillayı, devrimcileri ağızlarına almadan tek bir gün bile geçiremiyorlar. Çareyi, köylülere işkencede, insansız hava araçlarıyla köyleri bombalamakta; devrimcileri katletmekte, sokağa çıkma yasağında, yeni yasak bölge ilanlarında, ormanları ateşe vermekte ve psikolojik savaşta arıyorlar.
TC-İran Kürt Düşmanlığında Birleşiyor
Fena halde sıkış durumdalar. Özellikle de Kürtlerin Rojava’da elde ettiği kazanımlar, Suriye savaşının başından bu yana geliştirdikleri tüm stratejileri yerle bir etmiş durumda. Cihatçı çeteler ve emperyalist devletlerle iş tutarak Kürtlerin bölgedeki varlığına ve kazanımlarına yönelik tüm saldırıları büyük oranda başarısızlıkla sonuçlandı. Suriye’deki savaşı, iç meselesi olarak gören AKP iktidarı, uzunca bir süredir sınırları içindeki politik hamlelerini buradan elde edeceği başarılar üzerine inşa etmeyi hedefledi. Ne var ki bu noktada büyük bir hüsrana uğradı. Ancak Kürt düşmanlığı, kuruluşundan bugüne varlığının temel kolonlarından biri olan TC devletinin, bundan vazgeçmeye niyeti de yok.
Son olarak İran Genelkurmay başkanıyla yapılan görüşmeler de bunun bir göstergesi. Birkaç haftadır gerici İran devleti ile TC arasında yoğunlaşan askeri-politik merkezli diplomatik görüşmeler, bölgesel dengeleri değiştirmeye başlayan Kürtlerin politik etki alanı ve askeri hâkimiyetini kontrol altına alıp dizayn edilmesini amaçlıyor.
Kürtlerin Ortadoğu’da giderek artan etkinliği orta ve uzun vadede, TC ve İran’ın bölgedeki politikalarını sarsacak sonuçlar üretmeye aday. Zira, bu iki devletin stratejik düzeydeki en büyük korkusu, Kürtlerin Ortadoğu’da statü sahibi olmalarıdır! Böylesi bir durum her iki gerici devleti, demokratik temelde zorlayacak dinamiklerin açığa çıkması anlamına gelecek. Bu nedenle tarihsel olarak birbirlerine rakip ve düşman olsalar da bu iki devlet, Kürtler karşısında ortak bir zeminde buluşuyor. Görünen o ki, AKP iktidarı, Suriye’deki dengeleri değiştirme şansı olmadığını anlayınca bu kez yeni hamlelere yöneldi. Bölgede bugün en güçlü durumdaki devletlerden olan İran’ın kapısını Kürtlere karşı ittifak temelinde çalmış bulunuyor.
Açık ki, AKP iktidarı, uluslararası ve bölgesel ilişkilerde, tüm çabalarına rağmen PYD’nin Suriye’deki dengeleri belirleyen bir güç olmasını engelleyemediği gibi Rojava’da özerk bir bölge kurulmasının önüne geçemeyeceğini anlamış görünüyor. TC’nin, Suriye’deki savaşın belirleyici gücü olan İran’dan Kürtlerin politik pozisyonun sınırlandırılmasını talep ettiği anlaşılıyor. İran, Rojava’nın kazanacağı bir statünün kendisini demokratik bir dönüşüme zorlayacağını düşünüyor, bu nedenle TC’nin talebine sıcak bakıyor. AKP iktidarı, bölgesel krizini aşmak ve özellikle iç politikada dinamik bir güç oluşturmak için İran’ın desteğinde bölgesel bir çıkış yaratmak istiyor. Bunun merkezinde ise Kürt halkı ve PKK duruyor.
AKP, Kürt düşmanlığında ısrar ettikçe iktidarının sonunu da kendi elleriyle hazırlıyor.
Korktukça Saldırıyorlar
Zira, ideolojik, politik ve psikolojik saldırılara rağmen Kürt halkının ve yurtsever güçlerin teslim alınmayan bir direnişi söz konusu! Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın zindan koşullarında işlerine geri dönmek için süregelen kesintisiz direnişi hala dipdiri.
Nuriye ve Semih’in adını anmayı, Yüksel Caddesindeki her türlü eylemi yasaklayarak “Nuriye- Semih yaşasın” pankartı açan taraftarları tutuklayarak AKP iktidarı bu kâbustan uyanmaya çalışıyor. F tiplerine atarak teslim alacağını sandığı devrimci, yurtsever tutsakların 2000’lerde bugüne devam eden direnişleri karşısında yaşadıkları çaresizliği şimdi Tek Tip Elbise(TTE) ile aşmanın telaşındalar. Faşist diktatörlüğün tek tip toplum yaratma projesinin zindanlara yansıması demek olan TTE ile sonuç almanın peşindeler. Faşizm, dışarda emekçileri teslim almak için içerde TTE’den medet umuyor. Ne var ki korkunun ecele faydası olmuyor!
TTE’ye karşı direniş, faşizmin OHAL’ine ve KHK rejimine direniş anlamına geliyor!