Fransa’da göçmenlik ve sığınmacılık kavramları tarihi olarak çok eskilere dayanmaktadır. 1851 yılında gerçekleştirilen nüfus sayımında ilk defa, sonradan ülkeye gelmiş yabancılar/göçmenler ve Fransız vatandaşlığını almış kişiler sayılmıştır. Bu sayımın sonunda ülkede 379 bin 289 yabancının ülkede ikamet ettiği belirlenmiştir. 30 yıl sonra 1881 sayımında ise bu rakam 1 milyona ulaşmıştır. Kademeli ve sürekli bir artış gösteren yabancı/göçmen nüfusunun artmasında Fransız emperyalizminin, sömürgecilik anlayışı belirleyici bir rol oynamıştır. 1960’lı yıllarda açıktan sömürge politikalarını sonlandırdığını iddia etse de halen günümüzde denizaşırı ve farklı kıtalarda “toprakları” olduğunu iddia etmeye devam etmektedir. Göçmen nüfusu günümüzde milyonlarla ifade edilmektedir. Sosyal yaşamın her alanında kendini hissettiren göçmenler, siyaset, spor, kültür, ekonomi gibi alanlarda önemli bir yer tutmaktadır. İç siyasette ise her zaman işlenen bir konu olmuştur. Özellikle seçim dönemlerinde yabancı/göçmenler hedef tahtasına oturtulmaktadır. Göçmenler, köklü ve kalabalık bir durum oluşturduğundan Fransız Devleti sürekli değişen bir göçmenler politikası izlemektedir. Bazı dönemlerde ülke gündemini belirleyen protesto gösterilerine neden olan bu politik yaklaşım bugünlerde ırkçılık süslemesi ile göçmenlere dayatılmaktadır. Elbette ırkçı yaklaşımlar her dönem kendisini hissettirmiştir ancak yerkürede yaşanan siyasal krizlere bağlı olarak gelişen emperyalist saldırganlık, insanların yurtlarından çıkarak diğer coğrafyalara göçüne neden olmaktadır. Bu göç hareketleri sürekli olmasına karşın yaşadığımız süreçte milyonlarca insan hareket halindedir.
Son dönemlerde özellikle, Suriye, Sudan, Eritre, Etiyopya, Afganistan eksenli emperyalist saldırganlık ortamından kaçışa bağlı göçmen hareketleri, yine ekonomik sebebe bağlı bir çok ülkeden insanların özellikle Avrupa’ya göç hareketleri gözlenmektedir. AB’nin bir şekilde engellemeye çalıştığı bu hareketlilik tüm Avrupa devletlerini yeni bir düzenleme yapma mecburiyetinde bırakmıştır. Sığınmacılar için kamplar kurulmuş, bürokratik olarak daha hızlı bir işleyiş tarzı geliştirilmiştir. Bundan amaç bir an önce sığınmacılar kurtulmaktır. Kendi neden oldukları göçün sonuçlarını bile “başkalarına” yıkma arayışına girmişlerdir.
Fransa bu hareketliliğin en fazla yaşandığı ülkelerden birisi olmuştur. Hem kalıcı olmak isteyenler hem de burası üzerinden İngiltere’ye geçmek isteyenlerin konakladığı bir merkez konumuna gelmiştir. Fransa’nın Calais şehrinde Jungle (Kara Orman)’da kurulan sığınmacı kampı, sağlıksız bir ortam yarattığı gerekçesi ile asker ve polis müdahalesi ile kaldırıldı. Buraya yapılan müdahalede kullanılan biber gazı, bebekler üzerine bile sıkılmıştır. Ülke içinde bir muhalefet oluşmasına rağmen, tüm sağlıksız koşullara sahip olsa bile sığınmacıların yatacak yerleri dağıtılmıştır. Sayıları on binlere varan sığınmacıların en temel hakları bile göz ardı edilmektedir. Öyle ki, bu insanlara dağıtılan su kesilmiştir. Çeşitli kuruluş ve dernekler tarafından mahkemeye taşınan bu sorun, su dağıtılması yönünde alınan karara rağmen Calais Belediye Başkanı Natacha Bochant tarafından uygulanmamıştır. Bu kararı tanımadığını açıklayan Belediye Başkanı, “su dağıtarak sığınmacılar için tekrar kamp açılma riskini” alamayacağını belirtmiştir. Bir diğer şehir olan Beziers Belediye Başkanı ise, şehrin her yanını sığınmacıların aleyhine olan afişlerle donatmıştır. İnsan Hakları Örgütü (HRW), Fransa devletinin sığınmacılara kötü muamalede bulunduğunu bir rapor şeklinde açıklamıştır. Hijyen, barınma, beslenme vb konularda sığınmacılara yapılması gereken yardımların yapılmadığı gibi, raporda fiziki saldırıların yoğunluğundan bahsedilmektedir. Tüm yaşanılan sürece ilişkin Fransa Cumhurbaşkanı Macron ise, “yıl sonuna itibariyle sokaklarda sığınmacıları görmek istemiyorum” demiştir. Başvuruların daha hızlı sonuçlanması gerektiğini de belirten Macron, Fransa’ya giriş yapılan noktalara geri iadelerin yapılmasını gerektiğini söylemektedir.
Çeşitli dernekler ve kişilerin çabalarının, Fransız makamları tarafından cezaya tabii tutulması da meseleye yaklaşım anlamında önemlidir. Cedric Hurou isimli bir Fransız vatandaşı, İtalya-Fransa sınırından geçmek isteyen sığınmacılara yardım ettiği gerekçesi ile 3000 euro para cezasının yanı sıra 4 ay ertelenmiş hapis cezasına çarptırıldı. Dernekler ise çok zor şartlar altında yardım kampanyaları örgütlemeye çalışmaktadırlar. Sorunun kaynağı olan emperyalist sistem sorunun sonuçlarını da sığınmacı/göçmenlere yıkmak istiyor. Göçmenlerin/sığınmacıların hakkının da insan haklarına dahil olduğu, göçmenliğin başlı başına bir hak olduğu politik yaklaşımı ile ATİK’e bağlı komite, temsilcilikler ve üyelerinin soruna daha duyarlı ve müdahaleci bir tarzı geliştirmesi gerekmektedir.
Strasbourg’dan bir MÜCADELE okuru (ATİK)