Makaleler

OHAL ve KHK’larla derinleşen yönetememe krizi

AKP iktidarının dış politikadaki savruluşlarına Katar çıkışı ve sonrasında ortaya konulanlar yeni bir halka ekledi. Körfez ülkelerinin Katar’a yönelik ambargo kararının ardından sert bir çıkışla Katar’ın arkasında duran AKP, R.T. Erdoğan’ın Körfez turu sonrası yumuşamışa benziyor. AKP, Suudi Arabistan’la gerdiği ilişkileri şimdi alttan alarak, önceden söylediklerini yutarak normalleştirmeye çalışıyor. Uzun süredir, emperyalist efendileriyle kurduğu ilişkide kraldan çok kralcı tavırlarıyla rol kapmaya çalışan TC’nin, sert çıkış, güç gösterisi akabinde yanlış anlaşılmaların düzeltilmesi ve ilişkilerin yumuşatılması döngüsü bir dış politikaya dönüşmüş durumda.

Uluslararası emperyalist güçlerle tam bir bağımlılık ilişkisi içindeki TC devletinin farklı davranmasını beklememek gerekir. Zira, TC devleti kurulduğu günden bu yana isimleri değişse de her daim emperyalist devletlerle yarı-sömürge ilişkisini sürdürmüş ve dış politikasını da bu çerçevede şekillendirmiştir.

AKP, 2002’den bu yana efendilerinin ihtiyaçları temelinde, dış politikanın kaptan köşküne oturdu.  BOP’un TC’ye biçtiği “Ilımlı İslam” konseptine uygun bir şekilde, geniş bir alanda efendilerine hizmet etti/ediyor. İktidar partisinin, siyasal İslamcı karakteri, duruşu, söylemleri bu alandaki hareket kabiliyetini artırdı. Kuşkusuz AKP, dış politikada bu tasarruflarını Türkiye toplumuna yönelik muhafazakârlaştırma stratejisine paralel bir şekilde yaşama geçirdi. İçerde siyasal İslam’ın onun ideolojik argümanlarının toplum yaşamına şırınga edilmesiyle elde ettiği toplumsal dayanaklar dış politikada elini güçlendirdi, daha güçlü çıkışlar yapmasına zemin sundu.

Bugün, il, ilçe müftülerine nikâh kıyma yetkisi veren düzenlemenin Meclis’e gönderilmesi bahsini ettiğimiz bu projenin bir parçasıdır. Toplumsal yaşamın İslami esaslara göre düzenlenmesinde yeni bir adım ve doğrudan kadın özgürlük ve kurtuluş mücadelesinin, kadınların tarihsel kazanımlarının hedef tahtasına konulması anlamına gelen düzenleme, özellikle istismara uğramış çocuklara zorla evliliği dayatırken, çocukların taciz ve tecavüz edenlerle evlendirilmesinin önünü açıyor.

BM raporlarına da yansıyan erken yaşta evlendirilme oranları durumun vahametini ortaya koyuyor. Rapora göre; erken evliliklerin oranı İsveç’te yüzde 0.4, İngiltere’de yüzde 1.7, Almanya’da yüzde 1.2 iken Türkiye’de yüzde 15.5. Raporun yalnızca resmi verileri kapsadığı düşünüldüğünde bu oranın daha yüksek olduğu ortada.

AKP iktidarı, tecavüz yasasıyla yapamadığını şimdi nüfus Nüfus Hizmetleri Kanununda değişiklik yaparak hayata geçirmeyi planlıyor. Her iki yasada da amaç, cinsel istismara maruz kalmış kız çocuklarının evlendirilmesini yasal hale getirmek. Müftülük nikâhıyla birlikte, fiili olarak zaten uygulanan istismara maruz kalmış kız çocuklarının evlendirilmesi resmileştirilmiş olacak. AKP iktidarının kadın ve çocuklara yönelik düşmanlığı, Ensar Vakfıyla kurduğu ilişkiyle de sabit.

Çocuklara yönelik cinsel istismar saldırılarıyla gündemden düşmeyen Ensar Vakfı, AKP iktidarı tarafından baş tacı ediliyor. Milli Eğitim Bakanlığının (MEB), Ensar Vakfı ile 5 yıl geçerli olmak üzere çeşitli eğitim, seminer ve sosyal etkinlikler düzenlenmesine dair işbirliği bunun son örneği. Yapılan anlaşmaya göre; Ensar Vakfı sanatsal, sportif, sosyal, kültürel, bilimsel ve teknolojik gelişimi desteklemeye yönelik eğitim, seminer, proje, gezi, kitap okuma, yarışma, kamp, yaz okulu gibi etkinlikler düzenleyebilecek.

AKP iktidarı, çocuk istismarı konusunda toplumsal duyarlılığın, farkındalığın ve özellikle de kadın direnişinden duyduğu rahatsızlığı, taciz ve tecavüzün meşrulaştırılmasına başka bir noktadan kılıf hazırlayarak gösteriyor. Ne var ki AKP iktidarı kadın düşmanı düzenlemelere imza attıkça kadınların direnişi de bir çığ gibi büyüyor!

 

Borçla Dönen Çark

Toplumun, siyasal İslam’ın genel kuralları çerçevesinde muhafazakârlaştırılması projesinde ilk olarak kadınları hedef tahtasına koyan AKP iktidarı sırtını, OHAL ve KHK ile kurduğu istibdat rejimine dayamış bulunuyor.

Her türlü hak arama talebini “terör” parantezine alan AKP iktidarı, yönetmediği oranda daha fazla saldırganlaşıyor, OHAL’e ve KHK rejimine sığınıyor.

Ne var ki her şeye rağmen yaşadığı sıkışmışlığı aşamıyor. TC’nin borçlanma limitine ilişkin yakın zamanda gündeme getirilmesi düşünülen değişiklik de buna işaret ediyor. Belki de bir OHAL kararname maddesi ile TC’nin borçlanma limiti değiştirilecek ya da geçici bir maddeyle borç limiti krizine müdahale edilecek. 2002 yılında kabul edilen temel borç yönetimi kanunu (4749 sayılı kanun) bütçede belirtilen gelir-gider farkı miktarını net borçlanma limiti olarak tanımlamıştı. Kanun devamında limitin artırılma koşullarını “borçlanma limiti değiştirilemez” şeklinde tanımlıyordu. Şimdi ise bu limit değiştiriliyor. Ekonomi Koordinasyonundan Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in (26 Temmuz günü), borçlanma limiti içinde kalınamayacağını, kendisinin (limitin ne kadar aşılacağına dair) net bir rakam telaffuz etmek istemediğine dair demeci, TC ekonomisi için işlerin iyi gitmediğinin habercisi olarak okunmalı. 

Hatırlanacağı üzere, 2009’da getirilen geçici bir madde ile (5917 sayılı kanun) borçlanma limiti, net borç kullanım tutarının beş katına çıkartıldı. Şimdi benzer bir artırım zorunluluğu söz konusu. Verilere göre, Hazine’nin faiz dışındaki giderleri bir önceki yılın aynı dönemine göre 2017’nin ilk altı ayında 50 milyar lira kadar artmış durumda. Bunun sonucu, Hazine’nin nakit açığının fırlaması ve ilk altı ayda bir önceki yılın aynı dönemindekinin 2.5 katı borçlanılması oldu.

 

Kesintisiz Direniş!

OHAL’in sağladığı sınırsız yetkilerle, adeta orman kanunlarıyla ülkeyi yönetmeye çalışan AKP iktidarının bu kanayan yarası, işçi sınıfı ve emekçilere, Kürtlere, kadınlara, Alevilere ve tüm ezilenlere daha fazla baskı, gözaltı tutuklama ve devlet terörü olarak yansıyacak. Bu çok açık.

HDP Van milletvekili Tuğba Hezer Öztürk ve Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız’ın vekilliklerinin intikam histerisiyle düşürülmesi ve şimdiden birçok HDP’li vekile gözlerin dikilmesi; Nuriye ve Semih’in darp edilerek zorla hapishane hastanesine kaldırılması ve zorla müdahale hazırlığının yapılmasını bu krizin yarattığı korkunun ve telaşın sonucudur!

 HDP’nin Diyarbakır mitingine bombalı saldırı davasında sanık olan IŞİD’li Burhan Gök’ün serbest bırakılmasına itiraz edilemeyeceğine yönelik karar diğer yandan HDP’nin “Durmayalım Dur Diyelim” şiarıyla başlattığı “Vicdan ve Adalet Nöbetine” yönelik abluka, AKP iktidarının Kürt düşmanlığında ısrarını gösteriyor.

İşçi sınıfı ve emekçi yığınlara; Kürt halkına, Alevilere, kadın ve LGBT+’lara dahası ezilen, ötekileştirilen tüm kesimlere yönelik bu faşist abluka ve teslim alma konseptini tarihin çöplüğüne atmanın yegâne yolu kuşkusuz sokaktan, kesintisiz direnişten geçiyor. Ezilenlerle lokal düzeyde, küçük gruplarla bir araya gelmek, forum, meclis veyahut koordinasyonlarda buluşmak; büyük, görkemli çıkışlarında temel kaldıracı olacaktır.

Faşist saldırganlığa birlikte karşı durmak, dayanışmayı yükseltmek ve sinerjiyi buradan üretmek güçlü rüzgârlar yaratmanın da ön koşuludur!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu