Kültür&Sanat

ÖLÜ MELEKLER..

Siz hiç kanatsız melek gördünüz mü? Bırakalım kanatsız olmasını da siz hiç ölmüş bir melek gördünüz mü? Görmediniz değil mi? Yanılıyorsunuz. Bizler ölü melekler ülkesinde yaşıyoruz. Nerede mi? Her yerde. Sokakta, pazarda, fabrikada, tarlada…

Duvarlar bembeyazdı. Kadın yatıyordu eski bir döşeğin üstünde. Üzerinde sadece ince bir battaniye vardı. Soğuktu hava, dışarıda kar yağıyordu. Kadın uyuyordu. Tavandaki loş beyaz ışık odaya ölü rengi veriyordu. Zaten kadının nefes alış verişi hissedilmese ölü sanılırdı. Kadın nefes alıp veriyordu.Yaşamak bu olsa gerek. Nefes alıp vermek…

Yorgundu kadın. Gözlerinin altı morarmış, saçları hayatın tüm acısına inat ipeksi, yüzü zayıflıktan çökmüş ve hasta görünümlüydü. Kırık camdan içeriye beyaz kar taneleri ile birlikte acı bir soğuk giriyordu. Yerdeki eski yıpranmış bez barçaları ve zamanında kırık camdan içeriye girmiş kuru ağaç yaprakları rüzgarın etkisiyle odanın içinde saklambaç oynuyorlardı adeta. Çocukluğunda en sevdiği oyundu saklambaç. Ağaçları arasında yemyeşil çimenlerin üzerinde umarsızca koşup oynadığı oyundu. Hafifçe gözlerini araladı. Sanki gözkapaklarının üzerinde devasa ağırlıkta bir yük vardı. Bulanık bir şekilde odaya baktı. Soğuk beyaz duvarlar, loş ışık ve odanın içerisinde rüzgarın etkisiyle dolaşan kuru yapraklar ve kar taneleri. Göğüslerinin ucundan bir şeyin aktığını hissetti kadın. Birden yüreğine bir acı saplandı. Bebeği neredeydi? Kimin elindeydi ve sağ mıydı? Bunları geçirdi kadın aklından. Birden başka bir ortamda buldu kendini. Yemek hazırlıyordu ya da bulaşıkları yıkıyordu. Tam hatırlayamadı. Birden kaba bir erkek eli arkadan ağzını sımsıkı tuttu. Çenesinin kırıldığını düşündü o an. Aynı anda diğer el kadının göğüslerini sıkıyordu. Bağıramıyor ve nefes alamıyordu. Zayıf bedeni yenik düştü ve birden ortalık karardı. Kulağına sesler geliyordu. Bu sesler o kadar karmaşık ve yoğundu ki beyninin içinde fırtınalar kopuyordu adeta. Gözlerini açtığında karanlık bir odada buldu kendini. Yavaşça ayağa kalktı. El yordamı ile ışığı yaktı. Loş ışık odanın beyaz duvarlarını aydınlattı. Perişan haldeydi. Aradan aylar geçti. Sadece bir parça ekmek ve su ile beslendi. Her geçen gün karnı büyümekte ve bebeği hissetmekteydi. Aile büyükleri kararı vermişti çoktan. Aslında bu kararı kendiside biliyordu. Canına kıymayı geçirdi aklından defalarca ama bebeğinin hayali onu bir şekilde yaşamda tutmasını başardı. Tecavüze uğradığı günden sonra hep sustu kadın hiç konuşmadı.

Ocak ayının ilk haftasıydı. Birden bir çığlık koptu. İçeriye iki kadın girdi ellerinde bir parça beyaz bez ve sıcak su ile. Çığlıklar kulakları sağır eden cinstendi. Kadın yatağa uzandı. Yaşlı kadınlardan biri kadının başına geçip ellerini sımsıkı tuttu. Çığlığını bastırmak için diğer yaşlı kadın bağıran kadının ağzına bir bez parçası tıkadı. İkinci kez geçmişti kendinden kadın. Yine karardı her yer ve yine o anlaşılmayan sesler…

İşte tam böyle bir gecede uyanmıştı kadın. Gözleri yarı açık tavana bakıyordu ve göğüs uçları nemliydi. Yanaklarına doğru süzüldü yaşlar. Dudakları ve yüz hatları donmuş gibiydi. Sadece yaş akıyordu gözlerinden. Bembeyaz bir yüz ve yarı açık gözler, o gözlerden yanaklara inen sıcacık gözyaşları. Birden kapı hafifçe aralandı. Duvarda bir gölge belirdi. Ayak sesleri ağır ağır yaklaşıyordu kadına doğru. Kadın gelen adama değil de adamın duvara yansıyan gölgesine bakıyordu. Gölge her adımda daha da büyüyordu. Ayak sesleri durdu. Kadın gözlerini kapadı. Adamın nefesini duyuyordu artık. Camdan şiddetli rüzgar eşliğinde acı bir soğuk girdi. Kadın soluğu iliklerinde hissetti. İçi alev alevdi. Bir bardak su diye haykırmak istedi. İçinde bu kadar fırtınalar kopuyorken dışı bir heykel gibi soğuk ve donuktu kadının. Kafasının altındaki yastığın çekildiğini hissetti kadın. Hafif bir gülümseme belirdi beyaz yüzünde. Adam ürperdi bu görüntü karşısında. Sonra hızlı bir şekilde yastığı kadının yüzüne bastırdı. Kadın can havliyle adamın ellerine yapıştı. Eller. Mutfaktaki ellerin aynısı. Ellerin üzerinde dünyadaki tüm erkeklerin ismi yazıyordu kadın hepsini gördü. Kadın elleriyle adamın yüzüne saldırdı. Yüzüne birkaç darbe alan adam kafasını geriye doğru çekti. Kadın nefes alamıyordu. Yavaşça elleri yana doğru düştü. Bacakları birden gerildi kadının ve tüm vücudu sanki mıknatısla yukarı çekilir gibi oldu ve birden bıraktı kendini. Son kez kararmıştı her yer ve kulağına son kez gelmişti artık o anlaşılmaz sesler.

Adam bir süre daha bastırdı yastığı kadının yüzüne. Emin olmak istiyordu cellat. Kadın “kirlenmiş ve hamile kalmıştı” ve yine ona bu zulmü yapan tarafından cezalandırılmıştı. Kadın konuşmamıştı tecavüzden sonra. Susmuştu içindeki çığlıklara rağmen. Ve artık onun konuşmasını yasaklayan erkek toplum tarafından tamamen susturulmuştu. Adam yastığı hafifçe çekti kadının yüzünden. Kırık camdan içeriye acı bir rüzgâr daha girdi ve kadın terden ıslanmış saçlarını havalandırdı. Adam ürperip çıktı odadan. Adam çıktıktan sonra içeriden başka bir kadının acı çığlığı parçaladı gecenin karanlığını. “Yavrum, açmamış gülüm” dedi anası sabahın ilk ışıklarına kadar. İçeriye giren kar tanelerinin erimesi sonucu oluşan su parçacıkların üzerinde takılı kaldı kuru yapraklar. Ve kadının yeşil gözleri soğuk, beyaz tavana dikili öylece kaldı bir süre. Tavanda onlarca kadının resmi belirdi birden. Erkek şiddeti yüzünden katledilen onlarca kadının resmi. Bu yazıyı okuduktan sonra herkesin o resimlere bakmasını istiyorum. Erkek egemen toplumun bizden kopardığı o kanatsız meleklere bakmasını istiyorum. Eğer görebiliyorsanız yazımı burada bitiriyorum. (Bir ÖG okuru)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu