Geçtiğimiz ay ülke ekonomisinde yüzde 5’lik yükseliş olduğu açıklanmıştı ki yoksulluk sınırının artış haberi de gecikmedi. Açlık sınırı bin 508 lira olurken, yoksulluk sınırı ise 5 bine dayandı. Durmak bilmeden artan işsizlik, iş cinayetleri ve 5 bine dayanan yoksulluk sınırı ile ülke ekonomisindeki büyümeyi halkımız da net bir şekilde hissetmiş oldu.
Halk açlıkla, devlet halkla savaşıyor
Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) Haziran ayı açlık ve yoksulluk araştırmalarının sonuçlarını açıkladı. Sonuçlara göre, Haziran ayında dört kişilik bir çekirdek ailenin yeterli, sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için gerekli olan harcama tutarı bin 508 lira oldu. Yani asgari ücret ile geçim savaşı veren bir aile açlık sınırının altında. Gıda, giyim, konut, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarına denk gelen “yoksulluk sınırı” ise 4 bin 913 lira 19 kuruş. Zaten yoksulluk ve açlık sınırı açıklamaları yapılmadan önce, ekonomideki yüzde 5’lik büyüme açıklamasından ise sadece 3 gün sonra ülkedeki işsizlik oranında zirve yaşandığı açıklanmıştı.
Halk açlıkla ve yoksullukla boğuşurken, devlet ise içte ve dışta savaş peşinde. TC içerde halka saldırarak, OHAL ve KHK’ler ile halkı sindirmeye çalışarak; dışta ise Suriye topraklarından pay çıkartmaya çalışarak her açığını olduğu gibi ekonomideki çıkmazlarının da üzerini kapatmaya çalışıyor. Açlıkla boğuşan halkımız her sabah yeni bir gündemle sarsılıyor. Her gün dur durak bilmeyen siyasi soykırım operasyonlarıyla ya da bir anda ülkenin Suriye’ye girdiği haberiyle uyanıyorlar. En olmadı yayınlamalara doyulmayan bir KHK ile uyanıyor. Tabii uyanabilenler!
Kaderdi, kısmetti derken iş cinayetleri yüzde 154 arttı
Artan sadece açlık ve yoksulluk sınırı değil elbette. İş cinayetleri de gün geçtikçe artıyor. “İş güvenliği” safsatalarıyla, alınmayan önlemlerin faturasını da işçiye kesen devlet ve ortağı şirketler, ülke ekonomisi yüzde bilmem kaç büyüdü açıklamaları yaparken ne artan yoksulluk ve açlık sınırına ne işsizliğe ne de iş cinayetlerine değiniyor. “Baret takmadın” gerekçesiyle işçinin maaşından kesinti yapılan “iş güvenliği” sisteminin, işçilerin hayatlarını kaybetmesini engellemediği gibi, şirket kasalarını kabartmaktan başkaca bir derdi de görünmüyor.
Engellenmeyen iş cinayetleri “iş güvenliği” safsatalarıyla birlikte azalmıyor aksine artıyor. İş cinayetleri 2012 yılının öncesine göre yüzde 154 artış gösterdi. İşçilerin hayatlarını önemsemeyen şirketler ve suç ortakları devlet bu artışlar karşısında; “kader”, “kısmet” açıklamaları yapmaktan ileri gitmiyor. Sorumlu yöneticiler yargılanmadıkları gibi ihaleden ihaleye girerek kendilerine yeni cinayet mahalli arıyorlar. Geçtiğimiz Mayıs ayında en az 146 işçi iş cinayetine kurban giderken, yine geçtiğimiz Haziran ayının ilk 12 gününde ise 62 kişi iş cinayeti sonucunda yaşamlarını yitirdi. Liste bu şekilde uzarken Çalışma Bakanlığı ise peş peşe kampanyalar başlatarak faturayı işçilere kesme çalışmalarına hız kesmeden devam ediyor.
Direnmekten başka çaremiz yok!
Ülkenin içine sokulduğu çıkmazların, işsizliğin, açlığın, iş cinayetlerinin tek suçlusu olan sistem ve koruyucusu devlet halkın isyanını, taşan sabrını pasifize etmek için hiç olmadığı kadar güçlü bir şekilde her türlü aygıtıyla savaş açmış durumda. Halkı asıl düşmanı yani kendinden uzaklaştırmak için düşmanlar üreterek hedef gösteriyor, seferberlik safsatalarıyla şovenizmi körükleyerek halkları birbirine karşı kışkırtıyor. Her gün yeni bir olayla medya karşısına geçerek algı operasyonlarına devam ediyor. Kısacası bin bir türlü yolla işsizliğin, açlığın, cinayetlerin üzerini örtmeye çalışıyor. Tüm bu çabaları boşa düşürmekse bizim ellerimizde. Her gün artan açlık, yoksulluk, zaten zirvede olan işsizlikle birlikte işlerinden ihraç edilen binlerce insan, her gün yaşanan siyasi operasyonlar… tüm bunlara karşı isyan ateşini körüklemeli, tüm baskılara rağmen bedel ödemekten çekinmeden, yılmadan direnmeliyiz. Sokaklarda, fabrikalarda, tarlalarda, amfilerde… Kısacası her yerde.