Bütün siyasi partiler ve çevreler Referandum çalışmalarını başlatmış ve belli bir aşamaya da gelmiş durumda. Kanalların yanlı yayın yapması yasal hale getirildiğinden beri doğal olarak Erdoğan, Yıldırım ve onlardan daha az olmak üzere Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’yi her an takip etmeye başladık. HDP’ye öncesinde “eşit yer verme” iddiasıyla bir iki dakika yer veren kanallar bunu da yapmaz oldu. Böylece daha en başından itibaren birçok alanda eşitsiz olan koşullara bir yenisi daha eklenmiş oldu.Gazetelerde çıkan haberlere bakılırsa CHP çalışmalarını “görünmezlik” üzerinden sürdürecekmiş. CHP’nin halkın karşısında çok çıkmanın “evet”in oylarını artırdığını saptadığı söyleniyor. Böylece CHP’nin 1923’ten beri halka yönelik her türlü baskının mimarı olarak başta Kürt sorunu olmak üzere savunu ve uygulamalarıyla belli bir kesim dışında kimseyi ikna edebilecek durumda olmadığı bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Buna Kılıçdaroğlu’nun siyasi çapsızlığı eklenince görünmemezlik fikri iyi bir sonuç verebilir gibi duruyor.
AKP her zamanki gibi çok yönlü çalışıyor. Farklı hassasiyetleri olan tüm kesimlere bir yolunu bulup seslenmeye çalışıyor. MHP ile olan ittifakta, geleneksel, muhafazakar kesimle birlikte ülkücü-milliyetçilere ulaşmış oldu. Bu süreçte basın yayın yoluyla yaymaya çalıştıkları söylentiler en fazla Kürt halkını hedeflemektedir. Bu söylentilerin en önemlisi “evet” çıkmasıyla Kürt halkına yönelik son iki yıldır yoğunlaşan saldırıların duracağı, çözüm sürecinin tekrar başlayacağı/başlatılacağıdır. Bu söylentilere destek amaçlı, Rojava’nın Fırat’ın doğusundaki kısmının kabul edileceği belirtilmektedir. Bu şekliyle referandum tarihinde ikiye bölünmüş bir MHP’den kaybetme olasılığı olan oylar, HDP saflarından karşılanmak istenmektedir. Fakat bundan da önemlisi, Kürt halkı yine beklentiye sokulmak istenmektedir. Elbette ki politikleşmiş olan Kürt halkının AKP’nin hiçbir söylemine kanması beklenmemelidir. Ama alttan alta oluşturulan bu beklentinin T. Kürdistanı’nda en fazla oyu alan ikinci parti alan AKP’nin Kürt halkını bölme amacı güttüğü görülmelidir. Bu nedenle de ciddiye alınarak Ortadoğu gerçekliği içinde TC’nin Kürt sorununu çözme değil asimile etme ve yok etme hedefi ile hareket ettiği/edeceği gerçeği tekrar tekrar vurgulanmalıdır. Zaten “hayır” Kürt sorunu ekseninde tam da bu açıdan önem taşımaktadır. Kürt bölgelerinde çıkacak önemli bir hayır, devletin bu oyun ve manipülasyonlarının yanı sıra, Kürt hareketinin çözümünün arkasında durulduğunu gösterecektir.
AKP bir taraftan bahsettiğimiz manipülasyona kalemşorları ve işbirlikçisi Kürtleri aracılığıyla başvururken diğer taraftan saldırı, abluka ve katliamlarına devam etmektedir. 1934’te baskına uğrayan, abluka altına alınan 1995’te yakılıp yok edilen Xerabe Bava bir kez daha yakılıp yıkılmakta, bir kez daha toplu işkencelere maruz kalmaktadır. 11 Şubat’tan bu yana abluka altında olan bölgeye girilememektedir. Haber alma imkanı çok kısıtlıdır. Ya hasta olanların köy dışına çıkarılmasıyla ya da telefon etme imkanı bulanların verdiği kısıtlı bilgiler mevcuttur.
Buna göre bütün köylüler, köy meydanında toplanmakta, şiddete ve hakarete maruz kalmaktadır. Çok sayıda gözaltı yaşanmıştır. Hastalandığı için köyden çıkarılan bir kadın “12 Eylül’ü, ’90’lı yılları gördüm, hiçbiri böyle değildi” demekte ve yaşanan zulmü anlatmak için kelime bulamamaktadır. Köyden çıkarılan bazı ailelerin 11-12 yaşlarındaki kız çocuklarının “askerlere hizmet edecekler” denilerek köyde tutulmaya başlandığı ifade edilmektedir. HDP öncülüğünde köyün önünde nöbet tutulmuşsa da bu çözüm olmaktan çok uzaktır. Xerabe Bava’da işkence gören Abdi Aykut’un isminin Sezgin Tanrıkulu tarafından paylaşılmasının ardından İçişleri Bakanı Soylu’nun artan saldırganlığa ve aynı gün yakın olan iki köyün daha ablukaya alınmasına bakıldığında tepkilerin yetersizliği daha açık ortaya çıkmaktadır.
T. Kürdistanı’nda saldırı-yıkım politikası “Kürtsüzleştirme” amacını taşımaktadır. Sur’da göçmen Suriyeliler 9 mahalleye yerleştirilmiş durumdadır. Önce S. Soylu daha sonra B. Albayrak katıldıkları çeşitli toplantılarda Arap göçmenlerin Kürt illerine yerleştirileceğini açıkladılar. Bu politikanın Suriyelilere kimlik kartı verilmesiyle yaygın hale getirileceğine şüphe yoktur. Bunlarla birlikte yakıp yıkılan kentlere TOKİ sokularak tüm tarihsel-kültürel doku yok edilmek istenmektedir. Tüm bunlar yaşanırken Moskova’da 15 Şubat’ta 6. Kürt Konferansı başlamıştı. Dört parça Kürdistan’dan PYD, KDP, YNK, Goran, Yekgirtü İslami, PJAK ve çok sayıda siyasi parti temsilcisi ile Duma’dan çok sayıda kişi katıldı. Ulusal birliğe yapılan vurguların öne çıktığı toplantıya KDP katılmadı. Fakat Barzani aynı günlerde önce Münih Güvenlik Konferansında sonra İstanbul’da başta Erdoğan ve Yıldırım olmak üzere devlet yetkilileri ile görüşerek safını belli etti. Kerhen söylediği “Demirtaş serbest bırakılmalıdır” ifadesinin bir anlamı yoktur. Barzani de Türk devletinin referandum öncesi manipülasyonlarına hizmet etmektedir. Ayrıca son aylarda sıklaşan görüşmelerle Kandil’e yönelebilecek sınır ötesi operasyonların konuşulduğu, Rojava’da da PYD’nin etkisinin kırılmasının istendiği bilinmektedir. Barzani Türk devletinin ağzından konuşarak YPG/YPJ’nin Rojava’daki azınlıklara ve hatta Kürtlere baskı uyguladığını iddia etmektedir.
Türkiye’nin Ortadoğu politikalarının tümüyle Kürt karşıtlığı üzerinden olduğu bilinmektedir. Suriye işgalinin yanı sıra Rakka’ya yapılacak operasyonda yer almak istemesi de bununla bağlantılıdır. İŞID’e karşı verilen savaşın Kürt güçlerinin meşruiyetini artırdığını görmesi bunun sebebidir. Ayrıca İŞID’e karşı savaş kapsamında ağır silah da dahil olmak üzere Kürtleri silahlandırıyor olması, ABD ile yaşadığı gerilimlerden biridir. Öyle ki, Trump’ın başa gelmesiyle İran’la izlenen gerginlik politikasına paralel TC de gerilimi artırmıştır. Üstelik bunu çok önem veriyormuş gibi göründüğü Astana görüşmelerinin boşa düşmesi pahasına yapmıştır. Fakat burada S. Arabistan ve Katar ile olan geleneksel politikasını da tekrar canlandırmaya çalıştığını ve bunun da Rusya’nın hoşuna gitmediğini söyleyebiliriz. Yakın zamanda Moskova’ya gidecek olan Erdoğan’ın bu adımlarına dair Putin’i ikna etmesi pek olası görünmüyor. Tüm bunların karşısında Kürt hareketi ile ortak hareket etmenin, şovenizmi kıracak çalışmalar yapmanın, yaşanan her baskıya-soruna karşı tepki örgütlemenin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Devrimciler her platformu, her zemini bunun için kullanmalıdır. Devlet eliyle yükseltilen şovenizmin-milliyetçiliğin karşısına, ulusların özgürce ayrılma hakkı ekseninde Kürtlerin mücadelesinin savunusu, haklılığı öne çıkarılmalıdır.